İntihal davası tartışmaları devam ediyor: 80 imzalı karşı bildiri
Çağdaş Türk edebiyatının önemli yazarlarından Elif Şafak Frankfurt Kitap Fuarı’nın bu yılki açılışını yaptı. Yazar dakikalarca alkışlanan konuşmasında tüm olumsuzluklara karşın edebiyatın, hayal gücünün ve iyimserliğin iyileştirici gücüne değindi.
Uluslararası yayıncılık endüstrisinin en büyük fuarı kabul edilen Frankfurt Kitap Fuarı’nın bu yıl açılışını yazar Elif Şafak yaptı. Yazar konuşmasında dünyanın içinde bulunduğu, endişenin hâkim olduğu kaotik ortama, sevgisizliğe, şiddete ve tüm olumsuzluklara karşın edebiyatın, hayal gücünün ve iyimserliğin iyileştirici gücüne değindi. Şafak’ın konuşması salonda dakikalarca alkışlandı.
Elif Şafak 13’ü roman olmak üzere yirmiden fazla eser yayımladı. Pek çok kitabı 50’den fazla dile çevrildi ve çok sayıda ödül kazandı. Kraliyet Edebiyat Derneği Üyesi ve Başkan Yardımcısı olan Elif Şafak BBC tarafından 2019 yılında ‘En ilham verici ve etkili 100 kadın’ arasında gösterildi. Romanlarında insan hakları, ifade özgürlüğü, kimlik, LGTBQ+ ve kadın hakları önemli bir rol oynayan Elif Şafak’ın özellikle ‘Kayıp Ağaçlar Adası’, ’10 Dakika 38 Saniye’, ‘Aşk, Ustam ve Ben’ gibi eserleri dünyada pek çok okur tarafından tanınmış ve pek çok uluslararası ödül almıştı.
Yazarın konuşmasından öne çıkan bazı başlıklar şöyle:
“Çok garip bir zamanda yaşadığımızı düşünüyorum. Derin bir şekilde kutuplaşmış, keskin bir şekilde politize olmuş, eşitsizlikle, savaşlarla, birbirimize ve hatta tek evimiz olan gezegenimize yaşattığımız zulümle parçalanmış bir dünyada yazar olmak çok garip. Böylesine sorunlu bir dünyada yazarların ve şairlerin neyi başarmayı umdukları sorulabilir. Gruplaşma, yıkım ve ötekileştirme daha yüksek sesle ve genellikle daha cesurca konuşulmaya devam ederken, hikâyelere ve hayal gücüne yer var mı?
“Bir romancı olarak birbirinden ayrı görünen konular arasındaki noktaları birleştirmeyi amaçlayan ekofeminizmle ilgileniyorum. Örneğin bugün dünyada en çok su sıkıntısı çeken on ülkeden yedisi Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da bulunuyor. Nehirlerimiz ölüyor. Şu anda dünyanın her yerinde kadınlar, genellikle genç kadınlar ve çocuklar su taşıyıcıları durumunda. Kendi toplumlarına su götürüyorlar. Nehirler öldüğünde, yakınlarda su olmadığında kadınların yürüdüğü mesafeler artıyor. Bu da maalesef kadına şiddet potansiyelini artırıyor. Dolayısıyla su kıtlığını önemsiyorsak toplumsal cinsiyet eşitsizliğini de önemsemeliyiz, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini önemsiyorsak ırksal eşitsizliği de önemsemeliyiz ve bu böyle devam eder. Bence edebi zihin, tek bir odak noktasına sahip olamaz. Hikâye anlatma sanatı tamamen bağlantılarla ilgilidir.”
“Türkiye’de bize öğretilen tarihi düşündüğümde, okulda öğrendiğimiz tarihin çoğu erkeğin hikâyesidir ve bununla güç ve ayrıcalık sahibi birkaç erkeğin, padişahların ve şeyhülislamların hikâyesini kastediyorum. Kadınlarla ilgili sorular sormaya başladığınızda, Osmanlı İmparatorluğu’nda sıradan kadınların hayatı nasıldı, diye sorduğunuzda sessizlik olur. Kürt bir köylü, Arap bir çiftçi, Ermeni bir gümüşçü, Yahudi bir değirmenci, Rum bir denizci için hayat nasıldı? Onlar için hayat nasıldı? Sessizlik. Bence bir yazar olarak anlatılmamış hikâyelerle ilgileniyorsanız biraz edebi ve kültürel arkeolog olmalısınız. Tarihin katmanları içindeki sessizliği derinlemesine kazmanız gerekir. Yazılı kültür ile sözlü kültür arasındaki boşluğu doldurmamız da çok değerlidir.
Hiper bilgi, anında tatmin, hızlı tüketim ve iklim yıkımı çağında edebiyatın bir umut ve direniş eylemi olduğunu ve olması gerektiğini düşünüyorum. Güç kullanarak direniş değil, bize ortak insanlığımızı hatırlatma becerisiyle…”
“Bence doğudan batıya, kuzeyden güneye nereye bakarsanız bakın, insanlar endişeli. Tek fark, bazı insanların bunu diğerlerinden daha iyi saklaması. Görünürde pek çok olumsuz duygu var: kaygı, öfke, hayal kırıklığı, acı ve kızgınlık. Devam etmek için gerekli pozitif enerjiyi nasıl bulacağız? Bence tüm bu duygular ham enerji kaynakları olarak görülebilir. Onları daha olumlu bir şeye dönüştürebiliriz. Beni gerçekten hayal kırıklığına uğratan tek duygu, tüm duyguların eksikliğidir. Tüm duyguların yokluğu hissizliktir, duyarsızlıktır ve içinde yaşadığımız bu dünyanın çok daha tehlikeli ve bozuk bir yer haline geleceğine inanıyorum. Eğer bu endişe çağı, ilgisizlik çağına dönüşürse. Umursamayı bıraktığımız an, yazmayı bıraktığımız an, bugün Gazze’de olanlar, bugün Ukrayna’da olanlar, bugün Sudan’da olanlar hakkında konuşmayı bıraktığımız an; duyarsızlaştığımız, olduğumuz, kayıtsızlaştığımız ve hissizleştiğimiz andır.
Bence filozof Hannah Arendt’in edebiyatın hissizliğin panzehri olduğu konusunda bizi uyardığı şey tam da buydu. Yazarların savaşları durduramayacağını biliyorum. Nefreti bile durduramayız. Ama barış, bir arada yaşama, empati ve insanlık onuru ateşini canlı tutabiliriz. Bence edebiyatın gücü, bize neleri başarabileceğimizi hatırlatmasıdır.”