Andrea Bocelli iftiharla sunar: 37 şarkılık düet retrospektifi
Klasik müzik dünyası yasta. Çağın en büyük piyanistlerinden Maurizio Pollini 82 yaşında hayatını kaybetti. Grammy ödüllü müzisyen 60 yılı aşkın sanat yolculuğuna onlarca albüm sığdırdı.
O, aralarında Daniel Barenboim, Martha Argerich, Karl Böhm ve Claudio Abbado gibi isimlerin de yer aldığı çağın en büyük piyanistlerinden biri olarak kabul gördü. Piyano tuşları üzerinde adeta süzülen parmaklarıyla yakaladığı ahenk müzikseverleri alıp çok uzaklara götürüyordu. 5 Ocak 1942 Milano doğumlu büyük piyanist Maurizio Pollini, hayata veda etti. Müzik dünyasının bu büyük kaybı sonrası sanatçılar peşi sıra taziye mesajları yayınladı.
Milano’da başlayan hikâye, 82 yıl sonra yine bu kentte son buldu. Bu dolu dolu 82 yıla başta Grammy olmak üzere onlarca ödül ve bunun çok daha üzerinde albüm kaydı sığdı. Maurizio Pallini müzik otoriteleri tarafından çağın tartışılmaz en büyük virtüözlerinden biri gösterilirken bu fazlasıyla hak eden bir kariyerle hayata veda etti. Pek çoklarına göre Ludwig van Beethoven ve Frederic Chopin besteleri bu devirde en çok onun parmaklarına yakışıyordu.
Maurizio Pollini entelektüel bir ailede dünyaya gelmişti. Babası Gino Pollini, İtalya’ya modernist akımı getiren mimar olarak gösterilen ve saygı duyulan bir isimdi. Annesi ise çağın büyük heykeltıraşlarından Fausto Melotti’nin kızkardeşi Renata Melotti’ydi. Böylesi bir ailenin içinde yetişmesi onun sanatla çok erken yaşta tanışmasına imkân tanıdı. Ancak bu şansın yanında sahip olduğu üstün yeteneğin fark edilmesi de bir kırılma noktası oldu. Milano’nun bu elit ailesinde yetişen genç Pollini, 13 yaşına kadar yaklaşık yedi yıllık bir özel piyano eğitiminin ardından işi bir üst seviyeye taşımak adına Milano Konservatuvarı’na başvurmuştu. Sahip olduğu yetenekle sınavlardan zorlanmadan geçmiş ve bu prestijli kurumun bir öğrencisi olmuştu.
Henüz 18 yaşındayken dünyanın piyano alanındaki en prestijli ödülü olarak kabul edilin Uluslararası Chopin Piyano Yarışması’nda birincilik kazanmış ve yavaş yavaş adını ülkesi İtalya dışında da duyurmaya başlamıştı. Ancak alınacak daha çok ödül, elde edilecek daha çok başarı vardı. Derken tam bu ışık saçtığı dönemde araya bir yıllık bir karanlık dönem girdi. İçine kapanan ve münzevi bir yaşam sürdüğü bu dönem karanlıkta kaldı. Maurizio Pollini bu dönemi hakkında pek konuşmak istemedi. O yaşlardaki insanların kaderindeki aşk acısını tatmıştı belki de. Ancak dönüşü efsane oldu. Chopin’in başyapıtlarından ‘1 Numaralı Piyano Konçertosu’nu kaydetti. Martha Argerich’in kaydıyla birlikte çağın en başarılı işlerinden biri kabul edilen bu performans hâlâ hafızalarda.
Maurizio Pollini gençlik yıllarından itibaren Chopin eserlerine getirdiği yorumla dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştı. Zamanla repartuvarını genişletse de Chopin ve Beethoven eserleri her daim onunla anılmaya ve özdeşleşmeye devam etti. Arturo Benedetti Michelangeli gibi çağın büyük virtüözüyle bir süre çalıştıktan sonra onun “soğuk ve huysuz” namı nedeniyle, hocasından ayrıldı ve 1960’lar boyunca müzikal arayış ve yolculuğunu tek başına sürdürdü.
1968’deki ilk ABD seyahati, ününü bu kıtaya da taşıdı. 1960’lar boyunca verdiği piyano resitalleri klasik müzik dinleyicileri nezdindeki bilinirliğini bir hayli arttırdı. Maurizio Pollini’nin tekniği bu kır saçlıların dünyasında farkındalık yaratmayı başarmıştı. Klasik müziğin anavatanı Avrupa’dan sonra ABD’de yakaladığı başarı geriye fethedilecek bir coğrafya bırakmıştı. Japonya. 1974 yılında bu uzak diyardaki ilk resitalini gerçekleştiren İtalyan piyanist, öylesine büyük ilgi gördü ki burası Avrupa’dan sonraki ikinci rotası haline geldi. Klasik müzik Japonya’ya çok geç ulaşsa da her şeyin en iyisini yapma ve tüketme konusundaki bu maharetli ulus, bu alışkanlığını klasik müzikte de gösteriyordu.
Klasik müziğin en prestijli plak şirketlerinden Deutsche Grammophon ile 1971’de çalışmaya başlayan Maurizio Pollini, o yıl yayınladığı Stavrinsky kaydıyla da büyük beğeni toplar. 2012’de Deutsche Grammophon Hall of Fame’e seçilen İtalyan piyanist, 1970’lerin sonuna kadar sürdürdüğü resitallerinin ardından 1980’li yıllarla birlikte daha büyük bir meydan okumayla müzikseverlerin karşısına çıkmaya başlar. Bu yolculuğunda Milanolu bir hemşerisi hep yanında olacaktı. 20. yüzyılın en büyük şeflerinden Claudio Abbado’dan başkası değildi bu isim.
Kâh New York, Kâh Viyana derken Avrupa’nın pek çok kentinde benzer afişler duvarlarda görüldü bu dönemde. Piyanoda Maurizio Pollini, şef Claudio Abbado. Orkestra ise La Scala Orkestrası, Viyana Filarmoni ve daha nicesi. Bu birliktelikte yakalanan uyum iki Milanolu sanatçının da kariyerinde pozitif etki sağladı. Bu dostluk Abbado’nun 2014’teki ölümüne kadar devam etti. İkilinin sahnede yakaladığı bu uyum Deutsche Grammophon etiketiyle yayınlanan plakların sayısını da hızlı bir şekilde artırdı.
2000’li yıllarla birlikte konser ve albüm çalışmalarına ara vermeden sürdüren Maurizio Pollini için artık zaman Yaşam Boyu Başarı ödüllerini toplama zamanıydı. Katıldığı pek çok festivalde özgün tekniğiyle bu ödüllere lâyık olduğu anons edilen İtalyan piyanist, bitmeyen enerjisiyle dünya kentlerinde konserler vermeyi sürdürdü. Ancak ne yazık ki sanatçının İstanbul’da herhangi bir konser verdiğine dair bir kayda rastlamadık. Bu noktada en yüksek ihtimalli kesişim İstanbul Müzik Festivali olsa da festival geçmişinde de böyle bir bilgiye rastlamadık.
Milano’nun müzik mabedi La Scala’da defalarca aktivist öğrenci ve işçiler yararına konserler veren, İtalya’daki sosyalist hareketleri destekleyen Maurizio Pollini, başta Vietnam olmak üzere 20. yüzyılın pek çok tartışmalı konusunda tarafını ve tavrını saklamadan doğru bildiklerini söylemekten çekinmedi. İçinde bulunduğu ortam bu tavrını kimi zaman yadırgasa hatta onu, sistem dışına itmeye de çalışsa yeteneği, karizması ve müzikseverlerle kurduğu bağ onu, camiasında hep özel bir konumda tuttu. Hayatının tam merkezine müziği alan bu efsanevi piyanistin oğlu Daniele Pollini de tıpkı babası gibi piyanist oldu. Aileden sahip olduğu bu büyük fırsatı kullanan Daniele, şimdilerde kariyerini bir orkestra şefi olarak sürdürüyor. Hatta baba-oğul ikilinin bir de Debussy kaydı da bulunmakta.
Dün akşam saatlerinde gelen ölüm haberi ajanslar ve internet siteleri tarafından son dakika gelişmesi olarak duyurulan Maurizio Pollini, geride büyük bir müzikal miras bıraktı. Sahip olduğu pek çok ödülün yanı sıra müzikseverlere sunduğu onlarca albümü, onun müzikal hükmünü çağının çok ötesini taşıyacak. 82 yıllık ömrünün 60 yılından fazlasını piyanosu başında geçiren sanatçı kendisinden sonra gelen kuşakları da etkilemişti. Yazıyı 2016 yılında hayatını kaybeden Fransız şef Pierre Boulez’nin onun için söylediği şu sözlerle sonlandırıyoruz: “Çok fazla konuşmuyor ama oldukça fazla düşünüyor. Onu yaptığı işe çok konsantre buluyorum. Müziğin derinliklerine iniyor, yüzeysel değil ve bir müzisyen olarak tavrı tam olarak bir insan olarak tavrı. Herkesin olabileceği kadar ilginç biri”