Jose Mourinho’dan hakeme tepki: Rezalet… Saçmalık!..
Gladyatör dövüşleri Roma döneminin en popüler eğlencesiydi. Sadece kölelerin değil özgür yurttaşların da katıldığı bu kanlı yarışlar günümüzde edebiyattan sinemaya sanata ilham olmaya devam ediyor. Üstelik Anadolu bu hikâyede önemli bir yere sahip.
Beklenen gün geldi. ‘Gladyatör 2’ sinemalarda seyirciyle buluştu. Eleştirmenlere göre şimdiden Oscar’ın güçlü adayları arasına yerleşen Ridley Scott’ın bu yeni eseri haliyle tarihi bir konuyu da yeniden gündeme getirdi. Kimdi bu gladyatörler? Ortalama ömürleri 24 yıl olan bu insanlar neden başka bir iş yapmak mümkünken gladyatör olmayı seçtiler? Dövüşerek para kazanmak mümkün müydü? Gladyatörlük yapan imparatorlar var mıydı? Peki ya kadın gladyatörler var mıydı? Bu soruları çoğaltmak elbette mümkün.
Milâttan önce 109 yılında Roma İmparatorluğu’na bağlı bir eyalet olan Trakya’da, bugünkü Bulgaristan ve Yunanistan sınırlarının kesiştiği bir noktada Spartaküs adı verilen bir çocuk dünyaya gelmişti. Maediler adıyla anılan bu kabilede dünyaya gelen Spartaküs’ün büyüdükçe ortaya çıkan gücü etrafındakilerin dikkatini çekmeye başar.
Asker olmak için biçilmiş kaftandı. Öyle de oldu. O dönem bilinen dünyanın en güçlü ordusunun bir parçası olmayı başaran Spartaküs, komutanının sivillere yönelik saldırı emrine itaat etmediği için rütbesi sökülüp daha kariyerinin başında köle edilmişti. Bugünkü İtalya’nın güneyindeki Capua kentinde bulunan bir gladyatörlük okuluna satıldı. Artık onun için yeni bir hikâye zamanıydı.
Hikâyenin devamına Stanley Kubrick’in 1960 tarihli başyapıtı ‘Spartaküs’ü izleyenler aşinadır. Spartaküs, o dönemin en popüler dövüşçüsü olur. Modern çağda bir Messi ya da Ronaldo neyse o dönem için Spartaküs de ona dönüşür. Öyle ki Roma’da başlayan 3. Köle Ayaklanması’yla halkı da yönlendirebilecek güçtedir. Milâttan önce 71’de zorlukla bastırılan bu ayaklanma sonrası Spartaküs’ün akıbeti tam bilinmiyor. Kimilerine göre Romalılar tarafından savaş meydanında öldürüldü, kimilerine göreyse kaçmayı başardı ve gözden uzakta yaşadı. Ama kesin olan şu ki bir daha ondan hiç haber alınamadı.
Tarihin gördüğü en meşhur gladyatörün hikâyesi buydu. Roma imparatorları kendileri için pek acı olan bu deneyimden sonra gladyatörlerin “popülerleşmesinin” önüne geçtiler. Yarışlar çok daha gaddar ve kanlı bir hal aldı. Böylece artık tek dertleri hayatta kalabilmek ya da çabucak ölmek olacaktı. Yaralanmak ya da sakat kalmak bir gladyatörün en son isteyeceği şeydi. İmparatorluğun dört bir yanındaki okullarda yetişen bu gençlerin ortak noktası büyük oranda köle olmalarıydı. Ancak az da olsa gladyatörlük yapan özgür Romalılar da vardı. Hatta Caligula ve Titus gibi imparatorlar da dövüş için zaman zaman arenaya inmişti.
Kayıtlar az da olsa kadınların da bu kanlı savaş alanlarında hayatta kalmak için mücadele ettiklerini ortaya koyuyor. Ancak milâttan sonra 2. yüzyılda getirilen bir kuralla kadınların gladyatörlük yapmaları yasaklanıyor. Bu yasaktan önce en başarılı kadın gladyatörse Amazon adlı Bodrumlu bir kadındı. Üstelik bu yarışları Roma’da canlandıran yine Egeli bir hanedan olan Vespasian’dı.
Günümüzde gladyatörler denince akla İtalya’nın başkenti Roma gelse de imparatorluk döneminde Anadolu’da sekiz amfitiyatro ya da bir diğer deyişle söyleyecek olursak Kolezyum vardı. Bunlar arasında Adana’daki Anavarza ve Aydın’daki Mastaura antik kentlerindeki amfitiyatrolar en görkemlileriydi. Ayrıca bugünkü Muğla sınırları içinde kalan Stratonikeia, en çok gladyatör yetiştiren yerlerden de biriydi. Bu köle çocuklar tıpkı Stratonikeia’daki okulda olduğu gibi sert bir eğitimle yetiştiriliyordu. Dövüş tekniklerini en ince ayrıntılarına kadar öğrenirken diğer yandan da vücutlarını geliştirecek jimnastik dersleri alıyorlardı. Yapmaları gereken sahipleri için savaşmak ve mümkünse ölmeden de rakiplerini yenmekti.
Araştırmalara göre ortalama ömürleri 24 yıl olsa da devrin diğer insanlarına göre çok şanslı oldukları bir nokta vardı; beslenme. Evet, bu savaş makineleri sağlam kalabilmeleri için çok iyi şekilde besleniyordu. O dönemde pek çok insan için hayal olabilecek şeyleri yiyorlardı. Bunların başında elbette et geliyordu. Yarışlara götürüldükleri kentlerde onlara tahsis edilmiş lojmanlar mevcuttu. Üstelik konakladıkları bu yerlerde şartlar da ortalama bir Roma vatandaşının evinden daha kötü sayılmazdı. Ama bunların hepsi hayatta kalmaları ve rakiplerini öldürebilmeleri içindi. Bir köleye göre iyi beslenip yatakta uyuyabilmelerinin bedeli buydu.
Hayatta kalmak için çıkılan bu meydanda dövüşü sakatlanmadan atlatmak da önemliydi. Zira sakat kalmış bir köle ile ölü bir köle arasında fark yoktu. Eldeki kayıtlar sakat gladyatörlerin sanki ölmüşçesine kaderlerine terk edildiğini gösteriyor. Antik Çağ’dan bu yana haklarında çok yazılan ve konuşulan gladyatörler şu sıralar önce Prime Video’da yayınlanan Roland Emmerich imzalı ‘Those About to Die’ dizisi, şimdi de Ridley Scott’ın merakla beklenen ‘Gladyatör 2’ filmiyle yeniden gündem. Ancak ilgi bununla sınırlı değil.
Yukarıda yazılı bilgiler önemli oranda Hollandalı tarihçi Fik Meijer’in ‘Gladyatörler’ adlı kitabını dayanıyor. Tarihçi Fik Meijer klasik dönem olarak da adlandırılan Roma’nın hakimiyet yıllarına odaklanan eserlerle alanında önde gelen isimlerden biri konumunda. Bu çalışmasında tarihin bu çok merak edilen figürlerini gündelik yaşantılarından Kolezyum’da dövüşe çıktıkları anlara kadar farklı yönleriyle ele alıyor. Ancak tabii bunlarla da yetinmiyor.
Türkçeye Uzay Can Ardal tarafından çevrilen ve Kronik Kitap’tan yayınlanan bu çalışma gladyatörlüğün ortaya çıkışından altın yıllarına ve sonrasında da yasaklanmasına giden yolda yaşananlara odaklanmakta. Konuya ilgi duyan her kesimden insana hitap eden kitabın en dikkat çekici yönüyse bu insanların, insan olma hali. Kısa Süreliğinie de olsa iyi beslenen bu “şanslı” kölelerin hikâyesi belli ki daha uzun süre sinemaya da ilham olmaya devam edecek.