101 yıl önce bugün Büyük Taarruz'da bir ulusun kaderi yeniden yazıldı. 26 Ağustos'ta başlayan taarruz iki başkomutanın da savaşıydı aynı zamanda. Bir yanda kibirli Küçük Asya Ordusu Başkomutanı Hacianestis diğer yanda Türk Ordusunun başkomutanı Mustafa Kemal Paşa.
Hacianestis taarruz öncesi "Mustafa Kemal mi? Kim bu adam? Ben böyle bir komutan tanımıyorum" demişti. Mustafa Kemal Paşa ise Hacianestis'e cevabı taarruz sonrası Yunan ordusu dağılırken cepheden verecekti: "Hacianestis! Mağrur kumandan! Gel de, ordularını kurtar."
Sakarya Savaşı yenilgisi sonrasında Mayıs 1922’de Küçük Asya Ordusu’nun başkomutanlığına getirilen, 59 yaşındaki Yeoryos Hacianestis, haziranda İzmir’e geldikten kısa bir süre sonra Anadolu’da işgal kuvvetleri olarak bulunan ordusunu denetlemek için teftişe çıkar. Cepheleri gezdikten sonra Reuters muhabirinin “Cepheyi gezdiniz, Mustafa Kemal’i gördünüz mü?” sorusu üzerine kibirli bir şekilde “Ne? Mustafa Kemal mi? Kim bu adam? Ben böyle bir komutan tanımıyorum” cevabını verir.
Dönemin Yunan basını bu cevabı çok sevmiştir, gazetelerde manşetlere çıkar. Bu sayede Hacianestis’nin kibri konusunda Türk tarafının fikri olur. Ve bu cevap Türk ordusunun komutanları tarafından not edilir. (‘Hatıralarım’, Asım Gündüz)
1922’nin baharında Hacianestis’nin ordusunu teftişe çıkması sıradan bir durum değildir. Sakarya Savaşı’nı kazanarak işgal kuvvetlerinin Anadolu’nun içlerine kadar olan ilerleyişini durduran Türk ordusunun, bir taarruz yapması beklenmektedir. Hacianestis de bu taarruzu savuşturmak için başında bulunduğu Küçük Asya Ordusu’nun eksikliklerini görmek, cephedeki son durumu anlamak için teftişe çıkmıştır.
Ona göre kaygılanacak bir durum yoktur. Yunan cephesi geçilemeyecek derecede güçlüdür. Aynı günlerde büyük bir titizlikle Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığındaki Türk ordusu bir taarruz harekatı için hazırlıklarını sürdürmektedir. Kurt Kapanı adı verilen harekat, en ince detaylar düşünülerek hazırlanır ve her şey gizli tutulur.
Plana uygun bir şekilde askeri birlikler yerlerine intikal ettirilirken, Yunan ordusunun yapılan çalışmalardan haberdar olmaması için de önlemler alınır. Ağustosun son günlerine doğru Türk ordusu, hazırlıklarını tamamlamıştır. Ordu, Kurt Kapanı’nı uygulamak için başkomutanın emrini beklemektedir.
Gazi Mustafa Kemal Paşa ‘Nutuk’ta o emri vermeden önce Kocatepe’ye nasıl geldiğini “24 Ağustos 1922’de karargahımızı Akşehir’den, taarruz cephesi gerisindeki Şuhut kasabasına getirttik. 25 Ağustos 1922 sabahı da Şuhut’tan savaşı idare ettiğimiz Kocatepe’nin güneybatısındaki çadırlı ordugaha naklettik. 26 Ağustos sabahı Kocatepe’de hazır bulunuyorduk” diye anlatacaktır.
26 Ağustos 1922’nin sabahına doğru Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa (Çakmak), Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa (İnönü) ile Afyon’daki Kocatepe’de yerini alsalar da planladıkları gibi saat 04.30’da taarruz başlatılmaz. Çünkü ortalığı kaplayan sisin bütün planları aksatma riski vardır.
Başkomutan gergindir. Fakat bir süre sonra sis dağılır. İşte o zaman, saat 05.30’da başkomutan bir milleti bağımsızlığına kavuşturacak taarruzun emrini verir. Sabahın sessizliği 15. Tümen’e ait 150 mm’lik obüsün gürlemesiyle yırtılır. Sonra diğer top ve obüsler ona katılır. Topçular bir bir Yunan mevzilerini dövmeye başlamıştır.
Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın yaveri Salih Bozok, taarruz başladığında Gazi’nin yanındadır. Anılarında o anları şöyle anlatır:
“Yarım saat süren topçu ateşinden sonra mitralyöz ve piyade tüfekleri işlemeye başladı. Bundan, kıtalarımızın düşman mevzilerine yaklaştığını anladık. Pek az zaman sonra Kalecik Sivrisi, kahraman askerlerimiz tarafından işgal edildi. Buna mümasil birtakım düşman mevzilerinin de işgal olunduğu bildirildi.”
Başkomutanlık karargahına sürekli raporlar gelir. Gazi Mustafa Kemal Paşa raporları inceledikten sonra “Yarın öğleden sonra Afyon’dayız” der. Taarruz tüm şiddetiyle sürerken bu öngörüsünü ilerleyen saatlerde bir kez daha yineler. Gazi’nin yaverlerinden Muzaffer Kılıç o anları anılarında şöyle anlatır:
“O an karargahta bulunanlar birbirinin yüzüne şüpheyle bakmakta… 1. Ordu Kumandanı: ‘Paşam çok yoruldunuz. Yarın mühim ve hayati kararlar vereceksiniz. Bir iki saat uyuyunuz’ teklifinde bulunuyor. Hava kararmış, Çiğiltepe henüz alınamamıştır. Bu vaziyette yarın öğleden sonra Afyon’da olacağımıza kimse inanmıyor.”
Yunan ordusu askerlerinden Nikos Vasilikos, 26 Ağustos’ta Türk topçularının dövdüğü cephede şaşkınlığı, çaresizliği, korkuyu yaşayanlardan sadece biridir. Günlüğüne o gün yaşananları not ederken yazısını şöyle bitirir: “Ağustos 1922 Anadolu Harekatı’nın trajik sonucunun başlangıcıdır.” Kurt Kapanı başarıyla uygulanmaktadır ve Yunan ordusu bu kapanın içine sıkıştırılmıştır.
Tüm bunlar olup biterken Küçük Asya Ordusu’nun başkomutanı Hacianestis İzmir’dedir. Ani taarruz karşında cepheye ulaşamaz. Türk ordusunun taarruzunu ancak, İzmir’den verdiği emirlerle savuşturmak ister. Ama Türk ordusu, Yunan ordusunun haberleşme tertibatını tahrip ettiği için savaş alanından ona saatler sonra bilgi gelmekte, verdiği emirler de saatler sonra astlarına ulaşmaktadır.
Anbean değişen savaş şartlarında, İzmir’den gelen emirlerin pek de bir geçerliliği yoktur. 30 Ağustos gününe gelindiğinde, Yunan cepheleri düşmüştür. Artık dağılan, panikleyen, askeri disiplini bozulan Yunan ordusunun imha edilme sırası gelmiştir.
Başkomutan, diğer komutanların “Ateş hattına giriyorsunuz” uyarılarına rağmen savaş alanına iner. Zafertepe’ye karargahını kurar. Ayakları tamamen kısaltılmış bir batarya dürbünüyle harekatı yönetmeye başlar. Artık Başkomutanlık Meydan Savaşı başlamıştır. “Allah! Allah!” sesleriyle hücuma kalkan askerler Yunan ordusuna son darbeyi indirmeye başlar. İşte o anlarda Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, aylar öncesinde kendisini tanımadığını söyleyen Yunan başkomutanı Hacianestis’e cepheden bağırır:
“Hacianestis! Mağrur kumandan! Gel de, ordularını kurtar.”
Küçük Asya Ordusu Başkomutanı Hacianestis İzmir’de, Anadolu’da neler yaşandığını bir türlü anlayamaz. Oysa ordusu panik içindedir. Afyon’da telefon merkezinde görev yapan asker Hristos A. Spanomanolis Türk taarruzu sonrası, Yunan ordusunun içindeki durumu şöyle aktarır:
“Moral olarak bir çöküntü içerisindeydik. Yorgunluk, zorluklar, muharebeler, açlık, susuzluk bizi kırıp geçirmişti. Artık bir ordu yoktu. Eşgüdüm halindeki askeri birimler olmaktan çıkmıştık. Genel bir kaçış dalgasına kendini kaptırmış bir güruhtan başka bir şey değildik. Piyade, topçular, atsız kalmış süvariler, telgrafçılar hepimiz denize doğru yuvarlanan karmakarışık bir yumaktan başka bir şey değildik.”
Türk ordusu taarruza başladığı an harekatın bir strateji olarak orduyla dış dünyanın bütün iletişimi kesilir. Anadolu’nun orta yerinden büyük bir savaş olduğu haberleri bir şekilde Ankara’ya, İstanbul’a ve İzmir’e ulaşmıştır ama savaşta neler yaşandığına dair kimsenin bir fikri yoktur. Hatta İstanbul’da Mustafa Kemal Paşa’nın Yunan tarafına esir düştüğü söylemi kulaktan kulağa yayılmaktadır. Oysa savaş alanında her şey çok farklıdır.
“Etrafımız Türkler tarafından çevrilmişti. Esir olacağımızı anlıyorduk. Bu esnada beygirim de vurulmuştu. Başka bir ata binerek çemberi yarmaya teşebbüs ettim, fayda vermedi, Türklerin içine düşmüştüm, esir oldum.”
Büyük Taarruz’da Yunan ordusunun savaş alanındaki en yüksek rütbeli komutanı general Nikolaos Trikupis, yıllar sonra nasıl esir düştüğünü Hıfzı Topuz’a böyle anlatmıştı. Onun esir alındığından Yunan genelkurmaylığının bile haberi yoktu.
Çok kısa sürede ordusu tarumar olan Hacianestis, görevinden el çektirince Küçük Asya Ordusu’nun başkomutanlığına, Türk ordusu tarafından esir alınan Nikolaos Trikupis getirilir. Fakat Yunan ordusunun haberleşme imkanı kalmadığı için Trikupis’in bu görevlendirmeden haberi olamaz.
Onun haberi yoktur ama Türk ordusu başkomutanı Mustafa Kemal Paşa’nın vardır. Esir komutan başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın huzuruna çıkarılır. Sonrasını Trikupis anlatsın:
“Yunan Orduları Başkomutanlığı’na tayin edildiğimi bu sırada öğrendim. Atatürk beni mert bir askere yaraşır bir şekilde kabul etti. Teessür ve heyecan içindeydim. İnönü beni kendisine takdim etti. Gazi’nin bu esnadaki sözlerini hiç unutmayacağım: ‘Üzülmeyin general’ dedi. ‘Siz vazifenizi sonuna kadar yaptınız. Askerlikte mağlup olmak da vardır. Napolyon da vaktiyle esir olmuştu. Size karşı büyük bir hürmet hissi besliyoruz. Burada kendinizi esir addetmemenizi rica ediyorum. Misafirimsiniz. Yakında her şey düzelecektir. Buyurun, istirahat edin.”
Trikupis ve onunla birlikte esir alınan generaller bir süre Türkiye’de Kayseri’nin Talas bölgesinde kurulan esir kampında ‘misafir’ edilir. Lozan Antlaşması imzalandıktan sonra da Yunanistan’a gönderilirler.
Trikupis 1928 yılında emekliye ayrılır. Ama Atatürk’e karşı savaş alanında başlayan saygısını muhafaza eder. Hıfzı Topuz’dan öğrendiğimiz kadarıyla da ölene kadar her 29 Ekim’de Atina’daki Türkiye Büyükelçiliği’ne gidip, Atatürk’ün fotoğrafı önünde saygı duruşunda bulunur.
Fakat kibirli komutan Hacianestis onun kadar şanslı değildir. Ülkesinde Küçük Asya Felaketi’nin sorumlularından biri olarak görülür. Altılar Davası olarak tarihe geçen yargılama sonucu ‘felaketten’ sorumlu bulunan diğer beş kişiyle birlikte idamına hükmedilir. 28 Kasım 1922’de kurşuna dizilerek idam edilir. O tarihlerdeyse Türkiye Lozan’da barış anlaşması için masaya oturmuştur.
20 Aralık 2024 - Ormanda yeni bir lider doğuyor, şımarık oğlan dersini alıyor!
13 Aralık 2024 - Yılın en iyilerinden ‘Hemme…’: Öfke ruhu kemirir!
6 Aralık 2024 - Babaların kızları için yaptığı yolculuk hiç biter mi!
5 Aralık 2024 - Keşanlı Ali 60 yaşında mikrofonlarımız Haldun Taner’de