CSO Laodikya Antik Kenti’nde konser verdi
‘On İkinci Ev’in oyun alanı, bir camın ardı. Seyirciyle arasındaki cama inat; sesini duyurmaya, otobiyografik hikâyesini bir şekilde anlatmaya çalışacak oyuncu. Melek Ceylan’dan, hikâye anlatmanın sayısız yolu olabileceğine dair teatral bir örnek.
Tiyatronun bir ifade yöntemi, bir itiraz sanatı, bir ses yükseltme yolu olduğuna, yaratıcı fikirlerin de sınır tanımayacağına dair ispat gibi bir oyun: ‘On İkinci Ev’. Geçtiğimiz ağustos ayında, epey gecikmeli olarak, Bergama Tiyatro Festivali’nde izleyebilmiştim nihayet. Neyse ki devam ediyor. Melek Ceylan ve Ekibi’nin oyununu, Bergama’nın tarihi ilçe merkezindeki kültür sanat mekânı Odeon Pergamon’un sokağında yakalamıştım. Oyuncu Melek Ceylan, Odeon’un sokağa bakan camının iç kısmındaydı, camın içinden dışarı doğru hikâyesini anlatmaya çalışan oyuncuyu izleyen biz seyirciler ise sokaktaydık.
Oyun mekânı olarak bir camekan içinin seçilmesinin metinle, metnin ve oyuncunun/ekibin derdiyle doğrudan bir bağlantısı var elbette. Camın arkasında 30’larında bir kadın var ve yaşadığı toplumdaki hemcinsleri gibi sesini duyuramamaktan mustarip. Özgürce var olabilmek, en basit talep ve arzuları için sürekli bireysel bir mücadele yürütmek zorunda. Camın içinden seyirciye sesini duyurmaya ve artık ‘yutmak’ istemediklerini anlatmaya çabalıyor.
1984’te Mersin’de dünyaya gelmiş bu genç kadının; aile içi yaşamından, çocukluk, ergenlik dönemlerinden, oyunculuk hayallerinden, hayatındaki ilklerden, büyük şehirde yalnız bir genç kadın olarak verdiği mücadeleden, oyuncu olarak ayakta durmaya çalışma çabasından kesitler, anılar içeren bir anlatı bu. Melek Ceylan’ın otobiyografik öyküsü. Son derece sıradan, basit bir öykü gibi gelebilecekken kulağa; seçtiği anlatım biçimi ve dramaturjik bakışıyla sahneleme fikirlerini örtüştürmesiyle karşımıza özgün, yaşayan, heyecan veren bir oyun olarak dikiliyor ‘On İkinci Ev’.
Camın gerisindeki ‘sahne’sine elinde bavuluyla gelen Ceylan hikâyesini boş oyun alanında önce konuşarak anlatmaya başlıyor. Sesinin, camla ayrıldığı seyirciye ulaşmadığını fark ettiğini an itibariyle iletişim denemelerini çeşitlendirmeye başlıyor. Çantasından çıkardığı kalemlerle cama çizerek, yazarak, bedeniyle anlatarak devam ediyor. Küçüklüğünden beri “yut sesini” denilen bir kız çocuğu olsa da anlatacakları var da var çünkü. Ve anlatmak için bir sürü aracı var:
“(…) Ellerim var. Gözlerim var. Saçlarım, bacaklarım var. Birde hiç geçmeyen siyatiğim var. Kalemlerim var. Defterlerim var. Sesim var. Nefesim var. Şarkılarım var! Yeterli mi? Değil! Düzenli bir gelirim yok, sigortam yok. Evlenmedim çocuğum yok. Büyük bir tehlikeyle karşı karşıyayız, yaşım geçiyor! Yaşım! (…)”
“Ben bir kadınım, duyulmak istiyorum. Bağır, herkes duysun” diyen bir oyun, ‘Melek Ceylan ve Ekibi’nin yaptığı. Herkese erişebilecek duygusal, açık bir iletişim tonuna sahip bir kadın anlatısı. Sahneleme biçimiyle ve tek kişilik bir oyuna getirdiği yaratıcı anlatım yoluyla da naif bir etkileyiciliğe sahip.
Oyun; Ceylan’ın, rehberli otobiyografi eğitmeni Mürüvet Esra Yıldırım ile yürüttüğü çalışmalarla üretilmiş. Ve otobiyografik metinlerde gömülü olan anlatıyı, performatif yollarla aktarmayı amaçlamışlar. Salih Usta’nın yönetiminde ve hem metnin hem de Ceylan’ın oyunculuğunun kattığı mizahi imkânların da eklenmesiyle amaçlarına ulaşmışlar. Üstelik oyunu dönüşüme açık bir proje olarak ele alıyorlar.
İstanbul’da farklı mekânlarda, bir camın arkasında yakalayabilirsiniz oyunu.
On İkinci Ev/Melek Ceylan ve Ekibi
Yazan&oynayan: Melek Ceylan
Yöneten: Salih Usta
Ne zaman, nerede: 28 Ekim Cumartesi, 18.30’da Moda Sahnesi’nde.
Süre: 65 dk.
Bilet fiyatları: 190 ve 240 TL.
Biri Türk, biri Alman. İki genç kadın şehrin çöplüğünde bulur birbirini. Neden oradalar? Nasıl bir ortak noktaları var? Birbirlerini tüm dil ve kültür bariyerlerine rağmen anlamaları, daha mühimi bir kadın dayanışması yeşertmeleri ve buradan çıkmaları mümkün mü? Sevilay Saral’ın yazdığı, Aysel Yıldırım ile Neslihan Arol’un rol aldığı oyun Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu ve Theater Tri-bühne ortak yapımı. 21 Ekim Cumartesi, 20.30’da Sahne Kadir Has’ta.
Oyuna adını veren Avzer Ankaralı bir Apaçi. Sokaklarda yaşıyor. Buna alışık. Ama bir sabah hiç alışık olmadığı türde bir güne uyanıyor şehir. Avzer de öyle… Hiç bilmediği, o güne dek yan yana durmadığı (istese de duramayacağı) insanlarla yan yana koşarken buluyor kendini… Ankaralı bir sokak çocuğunun gözünden Gezi Direnişi günlerini anlatan oyun Şamil Yılmaz’ın kaleminden çıktı. Tiyatro Berlin&Germinal Tiyatro ortak yapımı tek kişilik oyunda sahnede Ahmet İlker Ergin’i izleyeceğiz. 25 Ekim Çarşamba, 21.00’de DasDas Sahne’de.
Sumru Yavrucuk ile Deniz Çakır’ın seyirciyi hızla yakalayan eğlenceli oyunculuklarıyla, yakın geçmişin kozmopolit İstanbul’una hem hüzünlü hem de neşeli bir yolculuk. Şaban Ol’un ‘Eleni ve Gül’ oyunundan hareketle Sumru Yavrucuk tarafından uyarlanan oyun, Berfin Zenderlioğlu yönetimindeki sahneleniyor. Abla-kız, ev arkadaşı, ev hanımı-yardımcı türünde yakın bir ilişkileri olan biri Türk diğeri Rum iki kadının hayatına, evine konuk oluyoruz. 24 Ekim Salı, 20.30’da Sahne Dragos’ta.
Trajik bir büyüme öyküsünden, umut dolu bir yaşama hevesi çıkarıyor oyun. Bora Akkaş’ın seyircilere de çeşitli roller vererek öyküye hızla dahil ettiği oyunu, Duncan Macmillan ile Jonny Donahoe kaleme almış, Lerzan Pamir yönetiyor. Karakterin yedi yaşından başlayarak yaptığı ve on binlerce maddeden oluşan ‘yaşamaya değer şeyler’ listesi, sık aralıklarla intihara teşebbüs eden annesini hayatta tutma çabasıdır… Gülümseyerek ayrılacağınız, iyi hissettiren bir oyun. 25 Ekim Çarşamba, 20.30’da Alan Kadıköy’de.
Beyaz yakalı dört kafadarın kara komedi tonundaki girişimcilik hikâyesi, çağdaş dünyanın ücretli kölelerin öyküsü. Mark Levitas’ın dinamik bir rejiyle ayaklandırdığı oyun, Katalan yazar Joan Yago imzalı. Bu rekabetçi ve kirli atmosferde ‘yırtmaya’ çalışırken bir yandan da inançları ve vicdanıyla çelişen herkese yakın gelecek bir öykü. Tuğçe Altuğ, Begüm Akkaya, Barış Gönenen ve Atakan Akarsu’dan oluşan çok uyumlu bir sahne üstü ekipten… 25 Ekim saat 20.30’da Kadıköy Boa Sahne’de.