Vahşi hazin zamanlardan geçiyoruz. Kırgın, yorgun ve kızgınız. Bize lazım gelen 'trajik iyimserlik'. Jane Birkin'den Müslüm Gürses'e, Çiğdem Talu'dan Birhan Keskin'e ve Slyvia Plath'a uğraya uğraya giderken yolumuz iki kitaba çıkıyor ve düşünmeye başlıyoruz: Umudu nasıl yeniden inşaa edeceğiz?
Jane Birkin’in ölüm haberi çıkar çıkmaz, abim WhatsApp’tan Müslüm Gürses’in ‘Artakalan’ şarkısını gönderdi. Meğer Müslüm Baba’nın seslendirdiği bu şarkı, Jane Birkin tarafından da seslendirilmiş. Birkin’in büyük aşkı Serge Gainsbourg’un bestesiymiş. Şarkıya Türkçe sözleri yazan da şair Birhan Keskin. Canım Türkiye’m, bir Müslüm Baba şarkısı üzerinden sanat, edebiyat, magazin bir anda kesişiverir. İşte Birhan Keskin’in besteye yakıştırdığı sözlerin bir kısmı: İki kışın arasından/Şu kopkoyu haziran/Vahşi hazin zamanlardan/Arta kalan yarandan.
Ah bu arta kalan yaralar, şairlerin bir numaralı meşguliyeti. Mesela Sylvia Plath. Şiirlerinde kocasını (ki o da ünlü bir şair olan Ted Hughes), anne babasını, düzeni sorgular durur. Daddy (Babacım) isimli şiiri toplumdaki patriyarkal baskıya sarsıcı bir itirazdır. Plath, sadece otuz yaşındayken intihar eder. Anne Sexton da çok sevdiğim bir şairdir. Plath ile çokça birlikte anılırlar. Benzer konuları dert edinirler. Sexton, Plath’dan daha uzun yaşar, yaşarken Pulitzer Ödülü’nü kazanır. Ama ne yazık ki Sexton’ın da sonu intihardır.
Bu iki kadın şair, 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde gizdökümcü (confessional) şiirin belirmesinde büyük rol oynamıştır. Bu şairler pırıl pırıl bir evde oturan, otuz iki dişle gülen, kocası ve çocuklarına hizmet etmekten memnun kadın resmini yırtıp atarlar. Zira sathın altında depresyon, bunalım, taciz vardır ve onlar bunu itiraf etme cesaretini gösterirler. Dünyaya “pazarlanan” o mutlu çekirdek aile resminin nasıl bir dayatma olduğunu gözler önüne sererler.
Yaşadıkları savaş sonrası dönem, o dönemin getirdiği baskılar, Birhan Keskin’in güzel sözleriyle o “vahşi hazin zamanlar” bu şairleri yaralamış, hem hayatlarını, hem eserlerini belirlemiş. Doğrusu biz de boğucu bir dönemden, “vahşi hazin zamanlar”dan geçiyoruz. Girdiğim her ortamda bir an önce Türkiye’den gitmek gerektiğini savunan insanlara rastlıyorum. Bu konuşulmasa, pahalılık, geçim derdi, artan sıcaklarla iyice yüzümüze çarpan iklim krizi dile geliyor.
Kimseye söyleyecek sözüm yok, çünkü ben de kızgınım, yorgunum ve kırgınım. Çiğdem Talu’nun o unutulmaz sözleriyle: Herkes bir şey aldı götürdü benden, kimi umutlarımı, kimi inançlarımı, kimi en güzel duygularımı… Ama işte buradayım, buradayız. Ne yapacağız bu durumda, bu duygularda takılıp kalacak mıyız, yoksa bu halet-i ruhiyeden kurtulacak mıyız?
‘İnsanın Anlam Arayışı’ isimli eserinde Victor Frankl herkesin en derin arzusunun hayatında anlam bulmak olduğunu savunur, bu anlamı bulan her tür felaketle baş edebilir. Frankl, bu kitabı Nazi konsantrasyon kamplarında üç yıl esir kalıp kurtulduktan sonra yazar. Frankl, insanın anlamı işi üzerinden, sevgi üzerinden ya da acı çekerek bulabileceğini düşünür. Çünkü bir amaç için çalışma, bir görevi yerine getirme ya da bir şey yaratma, birini ya da bir şeyi tüm kalbinle sevme, acı çekerken dahi cesaretli olma, insanı hayata bağlar. Frankl, dış etkenler ne olursa olsun, bu etkenlere karşı tutumumuzu belirlemekte özgür olduğumuzun altını çizer. Buradan da ‘trajik iyimserlik’ kavramına varır. Acı, ıstırap ve kayıp kaçınılmazdır, bunu bilerek umudu korumak ve hayatta anlam bulmak ise trajik iyimserliktir. Hiçbir acı veya ıstırap, yaşamı anlamsız kılamaz; yaşam daima yaşamaya değerdir.
Hayat gelip geçiyor, kendi etki alanımızda, kendi değerlerimizle hizalanmış, bilinçli bir hayat sürdürmek, aldığımız yaraları kendimizi geliştirerek iyileştirmekten başka çare var mı? Var, kitap okumak! Benim için sırada edebiyat eleştirmeni ve düşünür Terry Eagleton’ın iki eseri var: ‘Hayatın Anlamı’ ve ‘İyimser Olmayan Umut’. ‘Hayatın Anlamı’nda Eagleton, anlam kavramı üzerine Aristo’dan Marx’a, Freud’dan Sartre’a birçok durağa uğrayarak, güzel bir yolculuğa çıkaracak gibi. ‘İyimser Olmayan Umut’ aracılığıyla ise umut etmekteki güç üzerine düşüneceğim. Ne de olsa Socrates’in ünlü savunmasında dediği gibi “incelenmeyen bir hayat, yaşamaya değmez.”
Birhan Keskin
Sylvia Plath
Anne Sexton
Victor Frankl, İnsanın Anlam Arayışı
Terry Eagleton, Hayatın Anlamı ve İyimser Olmayan Umut
17 Kasım 2024 - Booker’ın son kazananı Orbital tam da COP 29’a denk geldi!
10 Kasım 2024 - Her şeyin sorumlusu: Çocuksuz kedi kadınlar!
27 Ekim 2024 - Intermezzo: Sally Rooney yine mest ediyor
20 Ekim 2024 - Kimse kendini kandırmasın, Victoria’s Secret’ta değişen bir şey yok
13 Ekim 2024 - Baskı, şiddet, yaş ayrımcılığı: Filmekimi karanlık köşeleri aydınlattı