Türkeş’lerle MHP’nin ‘hain’ kavgasında hakaret ve tehditler havada uçuştu
Türk pop müziğinin kurucularından biriydi İlham Gencer. Tanık olduğu zaman ve yaşadığı hayat inişli çıkışlıydı. Ajda Pekkan dahil birçok ismi sahneye çıkardı. Bazen siyasi kimliği müzisyenliğini gölgeledi. Ülkücüydü, Türkeş'in yakın dostuydu. Ama Bill Clinton da Whitney Houston'la da şarkı söyledi.
Pera Palas’ta, piyanosunun başında görürdünüz onu. Şarkı söylemeyi bir de anılarını anlatmayı çok severdi. Eğer sabırlı bir dinleyicisiyseniz Türk pop müziğinin tarihini onunla yaptığınız sohbette öğrenme şansınız da olurdu. Türk pop müziğinin kurucularından İlham Gencer’den bahsediyorum.
Dün 101 yaşında (resmi olarak 99) vefat eden İlham Gencer hiç ölmeyecek gibi yaşadı. Neredeyse Cumhuriyet ile yaşıttı. Anılarından bahsederken doğal olarak sadece müzik tarihine değil biraz da cumhuriyet tarihinine vakıf olurdunuz. Gencer 1922’te doğmuş olsa da nüfusa 1924 yılında kaydedildiği için resmi olarak 99 yaşındaydı. “O devirlerde askere geç gitsin diye çocukları nüfusa geç kaydettirirlermiş” diye açıklamıştı geç kaydedilmesinin sebebini.
Gencer piyona ile annesi Nihal Türkaydın sayesinde tanışıyor. Beş altı yaşlarındayken bir gece uyanıp piyanonun başına gidiyor woogie boogie çalmaya başlıyor. Annesi yeteneğini fark edince müzik hocası Meline Papelyan’a ders almaya götürüyor: “Saray Sineması’nda madam Pepelyan’ın öğrencileri olarak toplu halde bir konsere çıktık. Ben bir vals besteledim, adı İlham Vals idi.” Böylece daha yedi yaşına gelmeden sahneye çıkmış ve beste yapmış oluyor İlham Gencer.
Çocukluğunun en önemli olayı Atatürk’ün cenazesinde yaralanması. Bunu da “Atatürk benim için idoldü. Çok seviyordum ve göremediğim için üzülüyordum. Dedemden (Halil Nail) rica ettim. Dolmabahçe’de müthiş bir kalabalık, Ankara’ya götürülmeden öncesi. Atatürk’ün cenazesinde yaralandım, iki aya yakın Teşvikiye Hastanesi’nde yoğun bakımda kaldım. Hastaneden çıktıktan sonra izdiham yüzünden 11 kişinin ezilerek öldüğünü öğrendim” diyerek anlatmayı severdi.
1944, o yıllardada Balta Limanı’nda bulunan Miami adlı bir restoran-gazino için Beyoğlu’ndaki Tokatlayan Oteli’nde orkestra yöneten arkadaşı Gregor, sekiz kişilik bir müzik grubu kuruyor. Daha lise öğrencisi olan Gencer de piyanist grupta. Söylediğine göre Türkiye’nin ilk caz grubu onlar. İngilizce şarkı söylüyorlar:
“Gregor beni çok severdi, aldı beni Beyoğlu’ndaki Splendid’e lanse etti. Oradaki piyano bar da çalıştım, yıl 1946 olmuştu. 1947 de Beyoğlu Asmalı Mescit’teki Rio Bar da çalıştım. Sahibi bir Avusturyalı idi, nefis kokteyller hazırlardı. Daha sonra Havana, Q-Bana barlarda tek başıma piyano çaldım. O zamanlar şarkı söylemezdim. Bu arada Halk Evlerinde konserler vermeye de devam ediyordum.
1947-48 yıllarında İstanbul Harbiye Ordu Evi’nde yedek subaylığını yapan bir grup asker müzisyene piyanomla eşlik ettim. Günde 10 lira yevmiyem vardı. Asker müzisyenlerden bir tanesi saksafoncu Şükrü Beydi. Kontrbas da ise Orhan Avşar vardı. Dario Moreno da bizimle birlikte askerliğini yapıyor ve grupta gitar çalıyordu.
Tüm bunları yaparken lise öğrencisiydim ve bir yandan da çalışarak ekmek parası kazanarak anneme bakıyordum. Geceleri geç yattığım için birçok kere sınıfta uyuya kalırdım. Bir seferinde felsefe hocam Kehize Hanım beni sınıfta uyurken yakaladı ve Kabataş Erkek Lisesi’nden belge aldım. Ben de Beyoğlu Erkek Lisesini bitirdim.”
İlham Gencer İstanbul gece hayatının içindedir o yıllarda ve okul bitince de devam eder gece hayatına. Barlarda, namlı otellerde çalıyor. Yetenekli ve yeteneği de fark edilmeyecek gibi değil. 50’li yılların gece hayatının yakın tanığı. O yıllarda Eartha Kitt ile tanışıyor. Ki bu da anlatmayı sevdiği anılarından: “O zamanlar İstanbul’da şarkı söyleyen, maddi durumu iyi olmayan bir sanatçıydı. ‘Gel ben sana değişik bir şeyler öğreteyim’ dedim ve tuttum bizim Üsküdar şarkısını öğrettim. Şarkı ‘Üsküdar is a Little Town in Turkey’ diye başlıyordu. Eartha bu şarkıyı söylemeye başladı. Şarkı çok sevildi ve tutuldu. Eartha Kitt’de de onun sayesinde dünyaca tanınan bir sanatçı oldu.” Gencer’in bahsettiği şarkı ‘Katibim.’
Mesele Hilton açılıyor, açılışta orada piyanosunun başında İlham Gencer. Otelin açılışı için gelen Hollywood oyuncularına eşlik ediyor. “Anne Miller, Akim Tamiroff, Terry Moore, o devrin en ünlü Amerikan paparazzi dergisi Righty’den Lola Pearsons, Marley Oberon. O gece benim hayatımın en güzel gecesi oldu. Sabah saat 6 ya kadar onlara müzik çaldım. Anne Miller’e Hello Dolly de eşlik ettim” diyerek anlatıyor o geceyi.
Gelelim Türk pop müziğinin başlangıç öyküsüne: “Hep yabancı müzikler söylerdim. O devirde yabancı müzikler söylenmesinin bir sebebi de radyolarda bir denetim olmaması. Türkçe yanlış söylenecek bir söz veya cümle olmasından korkulurdu. Bir gün Fecri Ebcioğlu Fransızca bir şarkıya Türkçe sözler yazıncaya kadar bu böyle devam etti. O şarkı ‘Bak Bir Varmış Bir Yokmuş’ du. Zamanında çok sükse yaptı, bu parça birçok kişi tarafından Türkçe sözlü hafif batı müziğinin de başlangıcı sayılır.” Şarkı ‘C’est ecrit dans le ciel’. Ebcioğlu’na bu şarkıya Türkçe söz yaz diyen de tabii ki Gencer.
İstanbul dışında zaman zaman İzmir’e de gidiyor. “1955 yazında İzmir Fuarına gittik ve çaldık. Hasan Kocamaz, Ali Çetinkaya ve Aydemir Mete ile birlikte idik. İlk çocuğumuz İlhan 1954’de doğdu. Ayten (Alpman) o sırada kızım Ayşe’ye hamile idi. 6–7 Eylül olayları oldu” Ki derin devletin operasyonu ile gerçekleşen 6-7 Eylül olayları İzmir’e de sirayet ediyor. 6 Eylül gecesi İstanbul’dan gelen haberlerin ‘heyecanına’ kapılan Gencer sahnede İstiklal Marşı’nı okuyunca fuardaki onu dinleyenler galeyana geliyor tabii. Fuar alanında arbede çıkıyor.
Zaten müzisyen olarak her zaman el üstünde tutulsa da siyaseten farklı bir profil çizen bir sanatçı İlham Gencer. Milliyetçi olduğunu hiçbir zaman saklamadı. Sonradan Bozkurt ön ismini alacak kadar da koyu bir milliyetçiydi.
Efsanevi gece kulübü Çatı’yı açana kadar bulduğu her mekanda çalıyor. Burada Ayten Alpman’ı, Ajda Pekkan’ı, Cem Karaca’yı, Barış Manço’yu, Emel Sayın’ı, Metin Ersoy’u, Füsun Önal’ı ve Fikret Kızılok’u burada sahneye çıkarıyor. Misafir ettiği sanatçılar arasında Timur Selçuk, Erkut Taçkın, Yurdaer Doğulu, Cahit Oben, Cahit Berkay gibi müzisyenler var.
27 Mayıs darbesi sonrasında Çatı’da yaptığı bir şaka yüzünden hayatı değişiyor: “Darbe olmuş ve Yassıada’da yargılamalar başlamıştı. Radyodan yayımlanıyor. Mahkeme başkanı Salim Başol duruşma öncesi ‘Sanıklar getirildiler. Bağlı olmayarak yerlerini aldılar. Müdafiler hazır. Açık olarak duruşmaya başlandı’ derdi. O dönem Başol’un bu sözleri insanların diline pelesenk olmuştu. Çatı’daki şovumda ‘Seyirciler geldiler. Müzisyenler açık. Açık olarak programa başlıyoruz’ dedim. Seyirciler alkışlamaya başladı. 10 dakika sonra askerler geldi. Beni Harbiye’de karakola götürdüler. Yarbay, albay derken sorguya birkaç general geldi. ‘Sen mahkemeyle alay mı ediyorsun?’ dediler. ‘Yok efendim benim böyle bir kastım yok, radyolarda dinleye dinleye tekerleme gibi oldu Başol’un sözleri, ben de şakasını yaptım’ dedim. Sorguda sözleriyle epey hırpaladılar beni ama o yıllarda biraz da ismim bilindiği için gece yarısı serbest bıraktılar. Fakat bu gözaltı sonrası hayatım eskisi gibi olmadı.”
Anlattığına göre bu olaydan sonra devletin soğuk yüzüyle tanışıyor. İşleri tuhaf bir şekilde rast gitmiyor. Hayat mücadelesi devam ediyor. Ama Gencer Türkiye’nin politik atmosferinden etkilenen hatta o dönem taraf olan isimlerden. Mesela 1970’lerde Mahir Çayan İstanbul’da aranırken onu ihbar edenlerden biri olduğu mahkemede ortaya çıkıyor.
Sonradan anlattığı bir bomba hikayesi var, örgütlerin hedefi haline geldiğini, öldürülmek istendiği söylemişti:”Arabama konan bomba, ben piyano çalarken infilak edecekti, beni dinleyenler de havaya uçacaktı, ben örgüte mensubum gibi gösterilerek, idam edilecektim. İtibarımı, şerefimi yok edecek bir şey yapmaya çalıştılar. Türk Milletçisiyim. Beni, örgüte bomba taşıyormuş gibi göstererek, itibarsızlaştırmaya çalıştılar.” Fakat bu olayın failleri ortaya çıkmadı. Zaten Gencer’in de isteği bu olayın aydınlatılmasıdır.
Gencer’in Ülkücü camiadan biri olmasının bu bombalama olayında ne kadar etkisi var bilinmez. Ama o Alparslan Türkeş ile dostluk kuracak kadar, onun sanat danışmanlığını yapacak kadar Türkeş’in yakınında olan bir isimdi. Türkeş ile dostluğu da 1960’ların sonlarında başlıyor: “1969 yılında İzmir’de çalıştığım otelin arkasındaki elektriği, suyu olmayan harap bir binadaki Ülkü Ocakları’ndaki çocuklarla tanıştım. ‘Çırpınırdın Karadeniz’i falan söylüyorlar. MHP İzmir teşkilatı beni bir geceye davet etti. Türkeş Bey de geldi. Türkeş Bey’i ilk kez, Ankara’da 1959-60 yıllarında Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin yemeğinde görmüştüm, birlikte fotoğraf çektirmiştik. ‘Bozkurtların Başbuğları Kükreyince Söğüt’te’ marşını ilk kez İzmir’deki gecede söyledim. Ondan sonra MHP’nin ve Ülkü Ocaklarının gecelerine akerdeonla çıkıp, şarkılar, marşlar söyledim. Rahmetli Türkeş Bey’le de sık sık görüşürdük. Türkeş beyin fahri olarak sanat danışmanlığını üstlendim.”
Nasıl bir milliyetçiydi derseniz kendisinden dinleyelim: “Hayalim şu. Ben ülkemin insanlarının Türk üst kimliğine sahip olmasını istiyorum. Türkiye’de birçok farklı alt kimlikler var. Şu sırtımdaki cekete bak. Türk kimliği işte bu ceketin benim bedenimi sardığı gibi ülkemizdeki tüm farklı kimlikleri sarar. Alt kimlikler bu ceketin düğmeleri gibidir, koparsa tekrar yerine dikersin olur biter. Ama ceket giderse beden üşür.”
İlham Gencer, son yıllarda siyasi kişiliğinin müzisyenliği bir şekilde örselediğini düşünüyordu. Tüm Türkiye’nin de onu kucaklamasını istiyordu. Lakin ülkücü olduğu için sol çevrelerin onun müzisyenliğine gerekli değeri vermediğini iddia ediyordu. 2021 yılında, 1966 yılında kendisini komünist diye linç edenleri İsmet İnönü’nün tebrik etmesini unutamadığını belirterek oğlu Bora Gencer ile birlikte İsmet İnönü’nün heykelinin bulunduğu Maçka Taşlık Park’ta “CHP’nin özür dilemesini ve helalleşmesini istiyorum” diyerek bir protesto gösterisi düzenlemişti.
Tabii denizde kum İlham Gencer’de anı bitmez. Anlatmaktan çok keyif aldığı birkaç anısı vardı. Bill Clinton, Charles DeGaulle ve Whitney Houston ilgiliydi bunlar:
“Bir gün Divan’da çalışıyordum. Amerikan başkanı Bill Clinton’ın eşi Hillary Clinton ve kızı Chelsa, Çırağan Oteli’nde kalıyorlardı. Bir gece onları Çiğdem Simavi’nin Halas Gemisi’nde ağırlamışlar. Q Jazz Barı’n sahibi Mehmet Ali Açılmış beni aradı. Ayşe ile birlikte gittik ve onlara dört saat müzik yaptık. Birlikte ‘I left my heart in Sanfrancisco’yu söyledik.”
“1968 yılında Charles DeGaulle’ün İstanbul’a geleceğini, Hürriyet gazetesinin manşetinde okudum. O sırada Kıbrıs olayları var. ‘Ya Taksim, ya ölüm’ diye bağırılıyor. Bir Türk gazeteci De Gaulle’e bu konuda ne düşündüğünü soruyor. De Gaulle bir Kıbrıs haritası çıkartıyor ve ortasından çizgiyle ikiye bölüyor. Bu biz Türklerin de görüşü idi. O zaman kendisine büyük bir sempati duydum. Başkan için ‘Viva Le General De Gaulle’ adlı bir şarkı yazdım. Notalarını bir arkadaşıma yazdırdım. Sözlerini Fransızca bilen biri bana tercüme etti. Notayı bir rulo haline getirip Fransa cumhurbaşkanının geleceği gün onu karşılamak üzere Yeşilköy’e gittim ve bekledim. O ve İhsan Sabri Çağlayangil uçaktan üstü açık bir arabaya bindiler, bizim kalabalığa doğru geldiler. De Gaulle benim olduğum tarafta oturuyordu. Kalabalığın arasından fırlayarak kendisine doğru koştum ve ona yaptığım bestenin notalarını eline sıkıştırarak döndüm.
Hürriyet muhabiri bu olayın resmini çekmiş. Polis beni yakaladı ve çok kızdı. Karakola götürüp ‘sen ne yapıyorsun’ dediler. Ben bir müzisyenim çok sevdiğim generale bir beste yaptım onu da kendisine verdim dedim. Ama meğer o sırada çatıda iki keskin nişancı varmış ve bunlardan bir tanesi Fransa Cumhurbaşkanına doğru giderken suikast yapacağımı düşünerek ateş etmek üzereymiş. Allahtan o sırada keskin nişancının yanında olan emniyet amiri Ömer Aygün beni tanıyormuş. Nişancının elini tutup ateş ettirmemiş.
Notanın üzerinde bir telefon numarası vardı. Cumhurbaşkanının sekretaryasından beni aradılar. Ve akşam Dolmabahçe sarayında kendisi için verilen resepsiyona davet edildim. Şimdi rahmetli olan ikinci eşimle birlikte giyindik kuşandık gittik. Müthiş bir resepsiyon oldu. Çok güzel müzikler çalıyordu. Bir ara herkes ayağa kalktı. Bir baktım General De Gaulle, dışişleri bakanı Çağlayangil, başbakan Demirel ve cumhurbaşkanı Cevdet Sunay bana doğru geliyor. Meğer De Gaulle kendisi için hayatını tehlikeye atan o sanatçıyı görmek istemiş. Onu size getirelim demişler fakat o ‘hiçbir sanatçı cumhurbaşkanının ayağına gitmez, beni ona götürün’ demiş. Geldi elimi sıktı ve teşekkür etti.
O gece bitti. Ben yaptığım besteyi plak haline getirmek için Sahibinin Sesiyle anlaştım. Plak yapıldı tam Fransa’ya gideceği sırada De Gaulle öldü ve bizim plak da piyasaya çıkmadı. Elimdeki tek kopyasını da İstanbul radyosuna verdim. Sanırım radyoda bir kere yayınlandı. Şimdi onun arşivinde olmalı.”
“Geçtiğimiz yıllarda konser vermek için İstanbul’a gelen Whitney Houston akşam eşi ile birlikte benim çaldığım Q Jazz Bara’a geldi, ona da saatlerce şarkı söyledim.”
Son sözü de İlham Gencer’e bırakarak yazıyı bitirelim: “Ben anarşist bir insanım, tıpkı caz müziğinde olduğu gibi emprovize yaşıyorum. Hayatım boyunca hiç bir çaldığımı veya söylediğimi aynı şekilde tekrarlamadım. Her zaman bir öncekinden farklı olarak yorumladım. Hayatımda yaptığım her şey doğrusuyla yanlışıyla bana aittir. Her zaman inandığım ve doğru bildiğim şeyleri çekinmeden söyledim.Ben doğuştan isyankâr karekterliyim. Her zaman verdiğim kararlara sahip çıktım. Onlardan dolayı pişman olmadım.”
20 Aralık 2024 - Ormanda yeni bir lider doğuyor, şımarık oğlan dersini alıyor!
13 Aralık 2024 - Yılın en iyilerinden ‘Hemme…’: Öfke ruhu kemirir!
6 Aralık 2024 - Babaların kızları için yaptığı yolculuk hiç biter mi!
5 Aralık 2024 - Keşanlı Ali 60 yaşında mikrofonlarımız Haldun Taner’de