"İnsan sürekli 'olmak' istiyor. Benim için o var olma hali kendi yazdığım kitabı elime almaktı" diyen Özlem Dikeçligil'in öykü kitabı 'Hayalet Bakıcısı' Notos Kitap tarafından basıldı. Dikeçligil'le yazma yolculuğunu ve taşıdığımız yükleri konuştuk.
Güneşli bir Şubat günü. İflah olmaz yaz seviciler mutlu. Taksim’deki çay bahçesinin neredeyse tüm masaları dolu. Tam masaya oturmaya hazırlanırken karşıdan biri bana doğru yürüyor, aramızda epey bir mesafe olmasına rağmen adımla sesleniyor, gözlerimi kısıp aynı şekilde ismini söylüyorum ama tonlamamın sonunda bir soru işareti var. İlk romanını yayınlamış yazarlarla yaptığımız söyleşi serisinin bu haftaki konuğu Özlem Dikeçligil’le böyle tanışıyoruz.
Buluşma sebebimiz, Eylül 2023’te Notos Kitap tarafından yayınlanan ‘Hayalet Bakıcısı.’
İlk Kitap söyleşi serisinin temelinde “Yazarlar, neden yazar?” sorusunun cevaplarına duyulan merak ve heyecan yatıyor. Haliyle sohbetin ilk sorusu bu. Dikeçligil de başlıyor anlatmaya:
“İnsan sürekli ‘olmak’ istiyor. Benim için o var olma hali kendi yazdığım kitabı elimde tutmaktı. Kitap elime ilk geldiğinde daha önce hiç olmadığı kadar mutlu ve var olmuş hissettim.”
İzmit’te dünyaya gelen Dikeçligil gözünü kocaman bir kütüphaneye açmış. Klasiklerin, çağdaş yazarların, süreli yayınların, gazetelerin olduğu bir kütüphaneymiş bu. Bunları duydukça var oluşunu okuma yazma üzerinden kurması şaşırtıcı gelmiyor.
Ama kütüphanedeki her kitabı eline alamazmış Dikeçligil, çünkü annesinin deyimiyle yaşına uygun olarak okuma sırası gelenler ve henüz sırası gelmemiş olan kitaplar varmış. Mesela 13 yaşında ‘Anna Karenina’ okumasına izin vermeyen annesine neden diye sorduğunda şu yanıtı almış: “Aşk için kendini öldüren, güçsüz bir kadını rol model almanı istemiyorum. Biraz daha vaktin var.”
“Annem çok sert ve otoriter bir kadındı” diyor Dikeçligil ve anlatmaya devam ediyor:
“Okuma yazmayı öğrenmeden önce babaanneme gazeteyi okuturdum. Yazılı her şeyi merak eden bir çocuktum. Bana yazılı her şey ilginç gelirdi, takvim yaprakları, gazeteler… Kız kardeşimle pek çok şeyi yapmamız yasaktı. Bahçeye çıkmak, dışarıda oyun oynamak mesela.. Kendimi her zaman kurgu dünyasına daha yakın hissettim. Okumayla bu kadar içli dışlı olunca yazma dürtüsü peşinden geliyor.”
Okumayı aşılayan annesini, Marmara Üniversitesi’ndeki arkadaşlarının kitaplara değer verişini “şans” olarak tanımlıyor Dikeçligil. Okumayla birlikte yazmaya da başlıyor. Günlükler, şiirler, öyküler, yetişkinlik yıllarında açılan bloglar ve hatta roman denemeleri.
Ancak araya hayat girmiş. Uzun yıllar TRT’de prodüksiyon ekibinde çalışan, çeşitli radyo programlarında metin yazarlığı yapan Dikeçligil ilk öyküsünü bu kadar “bekledikten” sonra yayınlamış olmasının kadın olmakla da ilgisi olduğunu düşünüyor:
“Ben önce büyük taşları yerleştirdim kavanozlara. Kadın olmakla alakalı bir şey sanırım bu. Günlük hayatın telaşesi hep üzerinizde. Kimse ‘Bu akşam ne yemek var?’ diye bir erkeğe sormaz ama kadına sorar. Herkes bir şeyler bekliyor sizden. Hayalim bir roman yazmaktı ancak bir türlü o sesi bulamadım. Böyle böyle kocaman kocaman seneler gitti.”
Okumaya alışkın, yazmaya teşne Dikeçligil’in bir kitap yazmasına vesile olan ise Notos’un yaratıcı yazarlık atölyesi olmuş. Öykü atölyelerini işlevsiz gördüğünü ve önyargılı olduğunu söylüyor Dikeçligil. Ancak eşi “Çok inatçısın, bir dene” diye ısrar edince tesadüfen gördüğü duyuruya başvuruyor. Yarım bırakacağını bile düşünmüş fakat kendisini de şaşırtacak bir şekilde işler hiç de sandığı gibi gitmiyor.
Semih Gümüş’ün bunda büyük bir etkisi olmuş. “Semih Hoca öyküleri okuyor, yorumluyor ve bunu büyük bir dürüstlükle yapıyor. Bu kolay bir şey değil. Yazdıklarım Semih Hoca’nın ilgisini çekti. Ve günün sonunda Notos atölyesi bana cesaret verdi. Benim, kendimden başka birinin sesini duymaya ihtiyacım vardı. O göz Semih Hocaydı.”
Kadınlığa, anneliğe, anne çocuk ilişkisine ve ikili ilişkilere odaklanan 10 öyküden oluşuyor ‘Hayalet Bakıcısı.’
Dikeçligil, derdini doğrudan anlatan bir yazar değil; kestirmeden gitmiyor. Anlatmak istediklerini üstü kapalı şekilde, okuruna güvenerek yazıyor. Kendi içine bakarak yazsa da anlattıklarının başkalarının hikâyeleri olduğunu söylüyor, “Hepsi başka hayatlar ve ben karakterlerin hepsine şefkat göstermek istedim” diyor.
Kimi zaman bir gazete haberi, kimi zaman arkadaşından duyduğu bir hikâye, kimi zaman bir TikTok videosu… Buralardan kendisini çağıran bir ses duyduğunda uzun süre yanında taşır, gezdirirmiş. Ve bu sesler parazitlerden ayrıldığında artık yazılmaya hazır hale gelirmiş. İşte o zaman yazı masasına geçme vakti geliyor Dikeçligil için. Tüm günlük işlerini bitirince akşam çalışma masasına oturuyor, yazmaya başlıyor.
Yazdıktan sonra nasıl hisseder bir yazar? Rahatlamış mı tedirgin mi? Ya da başka bir his mi tutar yakasından?
“Yazdıktan sonra kimseye okutmuyorum” diyor Özlem Dikeçligil. Eşi bile yazar baskısında ilk kez okumuş öykülerini. Anlatmaya şöyle devam ediyor: “Yazdıktan sonra o şeyin gerçekten bittiğine eminsem, tamamlanmış bir ses olduğunu gördüysem benim için tamamdır ve o öykü beni rahat bırakır artık.”
Ayrıca yazdıklarıyla, anlatmak istediklerinin üzerine bir örtü örttüğünü kendisi de kabul ediyor. Bu tavrının da okura olan güveninden kaynaklandığını söylüyor:
“Kendi okurluk deneyimine güvendiğini, okumak istediği türde hikayeler yazdığını söylüyor. Bütün duyguların açık olduğu, tek tek anlatıldığı film ve kitapları sevmiyorum. Yazarın da yönetmenin de bana güvenmesini isterim. Ben de okuruma güveniyorum, her şeyi önüne sermiyorum. İz süren bir okurum; okurumun da öyle olmasını isterim. Çok fazla ayrıntı veririm ama birleştirmeyi onlara bırakmak istiyorum.”
İkili ilişkiler, anne çocuk ilişkisi, annelik… Özlem Dikeçligil’in öyküleri bu temaların etrafında dönüyor. Gelecekte de bu temalarda yazacağını şu sözlerle anlatıyor:
Kendi merkezimden, kendi annelik deneyimleri, bütün kadınlardan ve benden de bekleneneler, yapamadıklarım… Çok ağır bir yük taşıyoruz. Ve biz söylemediğimiz sürece kimse de bu yükün ağırlığını fark etmiyor; yükler arkamızdan ceset gibi geliyor. Ben aynı temaların etrafında döndüğüm için öykülerim de o çerçevede dönecek.”
Dikeçligil’in öykülerinde tüm karakterler hayaletlerin peşinde. Kimi geçmişin, kimi başkalarının geçmişinin, kayıpların, yasların hayaleti… Tam da bu nedenle aynı zamanda bir öykünün de ismi olan ‘Hayalet Bakıcısı’nın tüm öyküleri çelik bir miğfer gibi sardığını düşünüyor yazar.
Bazı kitaplar okuyanı rahatsız eder. Akılda kırk tilki döndürür. Kendine sormak istemeyeceği soruları tek bir cümleyle zihnine bırakır usulca. Aklınıza kötü bir şey geldiğinde sanki kafanızı sallarsanız o fikirler düşecektir gibi bir içgüdüyle kafanızı hareket ettirirsiniz ya bu kitabı okurken sık sık bu halde bulabilirsiniz kendinizi. Hiç hatırlanmak istenmeyen anılar ya da hislere yakalanabilirsiniz ansızın. Bu hislerde buluşmak isteyen okurlar, Dikeçligil’in takip etmeyi bırakmayacaktır.
Sohbetin sonuna gelince kendisine okuma alışkanlığı aşılayan annesinin kitabını okuyup okumadığını merak ediyorum. Dikeçligil’in annesine geçen Temmuz ayında kanser teşhisi konmuş. Annesi eylül ayında yayınlanan ‘Hayalet Bakıcısı’ baş ucunda durmasına rağmen henüz tek bir satırını dahi okuyamamış.
Dikeçligil, “Annem sağlıklı olsaydı mutlaka okurdu, çok da severdi diye düşünüyorum. Ama çok sevindi. Kitap yazmışsın deyip duruyor, başucunda tutuyor.”
Vedalaşırken benim de aklımdan şu soru geçiyor: Dikeçligil’in annesi ‘Hayalet Bakıcısı’nı okusaydı kitabı kaç yaş için okumaya uygunlar listesine koyardı?
– ‘Hayalet Bakıcısı’nı elinize aldığınızdaki ilk duygu?
-Başardım hissi.
-Kimin bu kitabı okumuş olmasını isterdiniz?
-Annemin.
-Kim kitap hakkında bir eleştiri yazsın?
-Aksu Bora.
-Kitaptaki hangi karakterin hikâyesini devam ettirmek isterdiniz?
-Geleceğini merak ettiğim bir karakter yok ama M’nin daha çok anlaşılmasını isterim.
-Kitaptaki ‘Bahtiyar Bir Kadın’ öyküsüne istinaden… Mutlu bir kadın mısınız bahtiyar bir kadın mı?
-Mutlu bir kadınım.
-Kitabı okuduk, kapağı kapattık. Okura hangi his kalsın?
-Okuru sıkıştırmak istemem. Herkesin hisleri biricik, okura kendi duygusu kalsın.
-Hangi kitabı “Keşke ben yazsaydım” dersiniz?
-Ralf Rothmannın ‘Deniz Kenarında Geyikler’i ve Joyce Carol Oates’in ‘Hafifletici Nedenler’i.
-Şu an ne okuyorsunuz?
‘-Yokluğumdan Aklımda Kalanlar’/ Rebecca Solnit.
-En son ne izlediniz?
-‘The Curse.’
-Bir yazar, neden yazar sorusunun peşinden gidiyoruz. Siz niye yazıyorsunuz?
-Herkesi tamamlayan, varolduğunu hissettiren bir şey vardır. Benim için yazmak.