Operanın süperstarı Maria Callas 100 yaşında
Leyla Gencer, nam-ı diğer La Diva Turca aramızdan ayrılalı 16 yıl oldu. 10 Mayıs 2008'de Milano'da hayatını kaybeden dünya yıldızı soprano, geride erişilmesi zor ve hayranlık uyandıran sahne performans bıraktı.
10 Mayıs 2008… Milano’nun dünyaca ünlü La Scala Operası’nda şef, temsil sırasında bir anons yapıyor. Tüm salon ayağa kalkıp derin bir sessizlik içerisinde saygı duruşunda bulunuyor. La Scala tarihine damga vuran Leyla Gencer’in ölüm haberi sadece o salonda değil, vatanı Türkiye’de ve dahi tüm dünyada derin bir üzüntüyle karşılanıyor. La Diva Turca olarak anılan ve uzun yıllar boyunca La Scala’nın sanat direktörlüğünü üstlenen La Scala, Cumhuriyetin en başarılı sanatçılarından biri olarak da hafızalara yer etti. Öyle ki Gencer, uzun yıllar boyunca Nazım Hikmet ile birlikte Batı’da tanınan en önemli Türk sanatçılarından biri oldu.
10 Ekim 1928 yılında Ayşe Leyla Çeyrekgil, Polonezköy’de varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Polonya’dan İstanbul’a göçen ailelerden birine mensup annesi, Gencer’in ilk öğretmeni oldu. Babası, İstanbul’da farklı işletmelere sahip bir tüccardı. Lale Sineması’nın işletmecisi olan babasını genç yaşta kaybeden Leyla Gencer, İtalyan Lisesi’ni bitirdikten sonra İstanbul Konservatuvarı’nda şan eğitimi aldı.
Müzikal eğitimi sırasında Muhittin Sadek ve Cemal Reşit Rey’in öğrencisi olan sanatçının kaderi ünlü soprano Giannini Arangi-Lombardi ile tanışması sonrasında değişir. Lombardi’den özel ders alabilmek için Ankara’ya taşınan Leyla Gencer, Pietro Mascagni’nin ünlü eseri ‘Cavalleria Rusticana’ ile opera dünyasına ilk adımını atar. 1950’de başlayan Ankara Devlet Operası’ndaki sanat yaşamı sekiz yıl boyunca devam eder. Bu süre zarfında ABD başkanları Harry Truman ve Eisenhower, Yugoslavya devlet başkanı Josip Broz Tito, İran Şahı Rıza Pehlevi ve Prenses Süreyya’nın karşısında da hayranlık uyandıran perfromanslar sergiler.
İlk kez 1953 yılında Türkiye ile İtalya arasında yapılan karşılıklı anlaşma çerçevesinde bu ülkeye giden Leyla Gencer’in Roma’da sergilediği performans radyolarda canlı olarak yayınladı ve büyük beğeni topladı. Burada yakaladığı başarı sonrası Napoli’deki yaz festivaline davet alan Gencer, adını yavaş yavaş çizmenin dört bir yanında duyurmaya başlar. Ertesi yıl yine Napoli’de ‘Madam Butterfly’ operasında gösterdiği başarıyla yıldız mertebesine çıkan Gencer, şehirde Napolili Türk olarak anılmaya başlar. Gencer, operanın anavatanında artık tartışılmaz bir yıldızdır. Hemen peşinden Verdi’nin ‘La Traviata’ operasında Violetta’yı canlandıran Gencer, Napoli’nin yanı sıra Roma, Palermo, Trieste, Torino ve Varşova gibi kentlerde sahne alır.
Polonezköy’de geçen çocukluk yıllarında Leyla Gencer’in en sevdiği şey evlerinin bahçevanın kollarında havaya fırlatılmaktı. Uçmak hissi ve onunla bağlantılı olarak özgürlük, daha küçüklükten sopranonun karakterinde önemli bir iz bırakmıştı. Gencer, bu hissinin peşinden gitmek konusunda hayatı boyunca hep kararlı oldu. Yeni dünyaya, San Francisco’ya doğru çıktığı yolculuk da işte tam da böyle maceraydı. 1956’da dönemin önemli sopranosu Renata Tebaldi’nin katılamaması üzerine Gencer, San Francisco’ya, ‘San Francesca da Rimini’ operasında rol almak üzere gider. Bu dönem, San Francisco’da ‘La Traviata’ ve ‘Lucia di Lammermoor’ operasında başrolde yer alır. Üstelik sonraki yıllarda da sık sık mukayese edileceği Maria Callas’ı geride bırakarak…
Ve büyük hedef doğru adım adım
Pasifik kıyılarında yakaladığı başarı elbette Leyla Gencer için yeterli bir seviye olmayacaktı. Şöhreti okyanusu aşan Gencer’in en büyük hedefi operanın anavatanındaki bir sanat mabedinde sahne almaktır. 26 Ocak 1957 tarihi sopranonun bu hedefine ulaştığı gün oldu. O artık La Scala’yı dolduran sanatseverlerin karşısıda performansını sergilemektedir. Fransız besteci Poulenc’in ‘Carmelitlerin Diyaloğu’ operasının dünya prömiyerinde başrolle sahneye çıkan Gencer’in, La Scala ile son nefesine kadar sürecek olan hikâyesi o gece başladı. 1958 yılına kadar Ankara Devlet Operası’nın kadrolu sanatçısı olan Gencer’in kadrosu o yıl iptal edilir ve sanatçı İtalya’ya yerleşir.
1960’lar yıldız sopranonun kariyerinde her manada zirveye ulaştığı bir dönem oldu. Sadece operanın başyapıtları değil örneğin Belli’nin neredeyse 150 yıldır sahnelenmeyen ve unutulmaya yüz tutmuş eseri ‘Beatrice di Tanda’yı da sahneye taşıyacaktı. Öyle ya o Leyla Gencer’di ve ne sahnelese insanlar büyük bir hayranlıkla izlemek için La Scala’ya gelecekti. Zaten tam da böyle olmuştu. 1970’lerde de başarılı performanslara imza atmayı sürdüren sanatçı 1985 yılında sahnelere veda etme kararı aldı.
Ancak bu, sahnelerden kopacağı anlamına gelmiyordu. La Scala’da genç kuşakların eğitiminde önemli roller üstlenen soprano, İKSV’de de öncü bir isim oldu. 1988 yılında Devlet Sanatçı unvanı kazanan Leyla Gencer, 1995 yılından bu yana kendi adıyla anılan Uluslararası Leyla Gencer Şan Yarışması’nı da hayata geçirdi. Bu yarışma günümüzün çok sayıda yıldız sopranosunu sanat dünyasına kazandırdı. Bunlardan biri de Mısır doğumlu Fatma Said.
10 Mayıs 2008’de Milano’da hayatını kaybeden Leyla Gencer’in külleri, dünyanın en güzel kenti olarak andığı İstanbul’da Boğaz sularıyla buluştu. 2004 yılında Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü tarafından 1000 yılın Türkleri özel koleksiyonunda adına hatıra parası bastırılan yıldız soprano, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk uluslararası yıldızı olma özelliği de taşıyordu. Onun müzik dünyasında yakaladığı başarıların benzerini on yıllar boyunca erişebilen olmadı. Ancak ne üzücüdür ki bu büyük soprano, doğup büyüdüğü ve her kademede eğitimini aldığı Türkiye’de, hak ettiği kadar bilinmiyor. Bunda kuşkusuz onu genç kuşaklara anlatmakta ihmali olan müfredatın suçu büyük. Sanatçının hayatını anlatan Evin İlyasoğlu kitap, büyük sanatçı hakkındaki en kapsamlı çalışmalardna biri olma özelliği taşıyor.
Bununla birlikte İKSV’nin Leyla Gencer’in vefatının 10. yılı vesilesiyle hazırladığı belgesel, son yıllarda kayda değer çalışamalar arasında. Ancak bugün, İtalya’dan Amerika’ya tüm sanat camiasında 20. yüzyılın en büyük sanatçılarından biri olarak kabul edilen ve bu doğrultuda değer gören sanatçı için yapılacak daha çok şey var. Bunlardan en önemlisi de sopranoyu, Türk gençliğini daha fazla tanıtmak ve özellikle de gençlere bir rol model olarak sunabilmek.