Ogün Samast adını değiştirmekten vazgeçti
Raf Gezgini bu hafta, Hrant Dink suikastinin perde arkasını soruşturan araştırmacı gazetecilik kitaplarından; Dink'in kaleminden çıkanlara, yakınlarının tanıklıklarına ve anısına saygı duruşunda bulunan bir fotoğraf albümününün peşine düşüyor.
Çarşamba akşamı son dakika bildirimlerine ve Twitter’a bir haber düştü: Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’i 19 Ocak 2007’de gazete binasının önünde öldüren ve 16 yıl 10 aydır cezaevinde bulunan Ogün Samast tahliye edilmişti.
Yaşınız ya da hafızanız bu konuda size nasıl destek olur bilinmez ancak Hrant Dink denince hepimizin aklına gelen bazı şeyler, ölümü ve mevcut duruma dair beslediğimiz ortak bir öfke var. Türkiyeli Ermeni kimliğinin bu kadar görünür olmasına vesile olan belki de en önemli isimdi Hrant Dink. “Türkiyeliyim… Ermeniyim… İliklerime kadar da Anadoluluyum” diyordu. Yine kendi sözleriyle en temel kaygısı ülkesini özgürlükler cennetine dönüştürmekti. Anlattı, yazdı: Türkiye ile Ermenistan arasında komşuluk ilişkilerinin gelişmesi, sınır mevzusu, azınlıklar, Türkiye solu, Türkiye’nin demokratikleşme süreci başta olmak üzere pek çok konuda her iki halkın da bir parçası olarak konuştu, barışı savundu, vicdanın sesi oldu.
Ancak tüm bunları yapan Dink “Türklüğü tahkir ve tezyif” davaları ve medyanın da ‘katkılarıyla’ hedef gösterildi. Kurucusu ve genel yayın yönetmeni olduğu Agos’ta yazdığı Sabiha Gökçen’in Ermeni olup olmadığını sorgulayan Agos’taki bir haberden sonra MİT tarafından bile uyarıldı. Neden ‘uyarıldığı’ da bir süre sonra maalesef belli oldu. Dink 19 Ocak 2007’de Agos’un önünde o dönem 17 yaşında olan Ogün Samast tarafından kurşunlanarak öldürüldü.
Söz konusu Dink cinayeti olduğunda hemen herkesin aklına Nobel Ödüllü yazar Gabriel García Márquez’in işleneceğini herkesin bildiği bir cinayeti anlattığı ‘Kırmızı Pazartesi’ gelir. Zira Dink suikasti gerçekleştiği ‘kırmızı bir cuma’ gününe kadar “herkesin bildiği ancak engel olmak için kimsenin bir şey yapmadığı” bir cinayet olarak Türkiye tarihinin utanç köşesinde.
O günden beri dava Türkiye’nin en önemli adalet arayışlarından birini de temsil ediyor. Zira bu davayı takip edenler, hukukçular, hak savunucuları ve aslında herkes Hrant Dink cinayetinin aydınlatılmasının kendinden önceki bütün siyasi cinayetlerin çözülmesi için de bir kapı aralayacağını biliyor. Hrant Dink cinayetinin aydınlatılması bir yönüyle toplumsal yüzleşmenin de sembolü olacak çünkü.
Tam da bu nedenle geçen hafta Ogün Samast’ın tahliye edilmesi adaletsizliği bir kere daha gözler önüne serdi. Hrant Dink’in eşi Rakel Dink kararın ardından “Adaletsizliği yüzümüze çarpıp yasın en ağır günlerine geri yolladılar bizi” derken yine davanın bu yönüne dikkat çekiyordu: “İlk günden beri karanlığın sorgulanması gerektiğini söyledik. Bu davada adaletin yerini bulması ülkenin demokratikleşmesi için olmazsa olmazdır.”
Raf Gezgini de bu hafta Hrant Dink suikastinin perde arkasını soruşturan araştırmacı gazetecilik kitaplarından Dink’in kendi kaleminden çıkanlara, ilk biyografisine, en yakınlarının tanıklıklarına ve anısına saygı duruşunda bulunan bir fotoğraf albümünün peşine düşüyor.
Agos gazetesi kurucusu ve genel yayın yönetmeni Hrant Dink’in kitap olarak yayına hazırladığı herhangi bir çalışması yok. Hatta kendi de bununla “Ben kitapsız bir yazarım” diyerek dalga geçermiş.‘İki Yakın Halk İki Uzak Komşu’ Dink’in TESEV için hazırladığı bir çalışma. Ve tamamlayabildiği tek kitap olması yönüyle de kıymetli. Yazıldığı dönemde yayınlanamadı bu kitap. Hrant Dink’in kendisi de bu ihtimali görüp “Bari aklımdakini yazayım, onlar basmazsa ben kendim basarım” demişti. Kitapta tam da bahsettiği şekilde Türk-Ermeni ilişkileri başta olmak üzere Türkiye’nin demokratikleşme sürecine ilişkin her konuda fikirlerini öğrenmek mümkün. Her ne kadar kendisi kitabın yayınlandığını göremese de aklından geçenleri yazmanın verdiği o rahatlamayı hissettiğini öğreniyoruz kitabın giriş bölümünde.
Ve hiç de sürpriz olmayan bir şekilde aklından ve yüreğinden geçen bu çalışmayı Anadolu insanına adamıştı Hrant Dink:
“(…) Binlerce yıldır bu topraklarda üretken bir halk olarak yaşayan, ancak o acı dolu yıllarda yaşadıkları topraklardan koparılarak, yaşamla ve yarattıkları uygarlıkla ilişkileri kesilen Ermeni halkına ve o dönemde yaşamını yitiren Ermeni, Türk ya da Kürt tüm masum Anadolu insanının anısına ithaf ediyorum.” Dink cinayetinden bir yıl sonra, Hrant Dink Vakfı Yayınları tarafından yayımlanan bu kitabın İngilizce ve Ermenice versiyonları da var.
Hrant Dink’in köşe yazılarının bir arada olduğu ‘Bu Köşedeki Adam’ Dink’i bizzat kendi cümleleriyle tanımak ve anlamak isteyenler için önemli bir kaynak. Uluslararası Hrant Dink Vakfı Yayınları’nın ikinci kitabı olan ‘Bu Köşedeki Adam’ Dink’in 1997-2007 yılları arasında kaleme aldığı, Agos, Yeni Binyıl ve Birgün gazetelerindeki yazılarından oluşuyor. Dink’in azınlıklara, Türkiye Ermeni toplumuna, Türk-Ermeni meselesine, sol siyasete yani aslında Türkiye’ye dair görüşlerini aktardığı yazıları bugüne dair birçok şey söylemeye devam ediyor. ‘Bu Köşedeki Adam’ ismi de Dink’in aynı başlıklı bir yazısından hareketle kitaba verilmiş, seçkideki bölüm başlıkları da aynı şekilde yazılarından…
Kitabın Karin Karakaşlı imzalı önsözü vesilesiyle Dink hakkında pek bilinmeyen bir şey daha öğreniyoruz: Hrant Dink yazılarını klavyeye ‘pat pat’ vurarak yazarmış. Karakaşlı şöyle anlatıyor Dink’in bu özelliğini:” (…) Bu denli coşkun, taşkın bir insanın sakin sakin yazı yazmasını beklemezsiniz. Bu pat pat darbelerin doruk noktasını ise paragrafları arasında kullandığı üç yıldızlar oluştururdu. Ben de bu havalı üç yıldızlarına çok gülerdim. O yüzden bu seçkiyi hazırlarken en çok o yıldızlara ağladım.”
“Bu kitapta kurtlar sofrasını, bir insanın nasıl adım adım linç edilmeye çalışıldığını, gerçeklerin ters yüz edilerek kamuoyunun nasıl yalan bilgilerle etkilenmeye çalışıldığını, kalemleriyle ırkçılık yapanları, ayrımcılık dolu yazıları, sokakların nasıl hareketlendirildiğini, ‘yukarıdan’ gelen emrin aşağılarda nasıl uygulandığını göreceksiniz.”
Hrant Dink’in eşi Rakel Dink’ bu sözleri araştırmacı gazeteci Kemal Göktaş imzalı ‘Hrant Dink Cinayeti – Medya, Yargı, Devlet’ kitabı için söylemişti. Göktaş’ın Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Bölümü’nde yaptığı yüksek lisans tezini de kapsayan çalışması 2009’da Güncel Yayıncılık tarafından yayınlandı.
Temel sorusu ‘Hrant Dink’i kim vurdu?’ olan üç bölümlük kitap cinayet öncesinde Dink’in solcu ve Ermeni kimliği başta olmak üzere medya aracılığıyla nasıl hedef gösterildiğini hatırlatan bir bölümle başlıyor. İkinci bölüm Hrant Dink’in 301. maddeden yargılanmasına neden olan sürece ve 19 Ocak 2007’de saat 14.50’de Agos gazetesinin önünde işlenen cinayete odaklanıyor.
Kitabın üçüncü ve son bölümü ise yola çıkış sorusuna açık bir cevap niteliğinde. Ve Göktaş’ın daha sonra yargılanmasına da neden olacak bir sonuçla kapanıyor. Göktaş, Dink cinayetinin emniyet yetkililerinin bilgisi dahilinde işlendiğini söylüyor, “Devlet bu cinayetin işleneceğini biliyor” diyor. Bu nedenle de Göktaş ‘açıklaması yasaklanan gizli bilgileri açıklamak’ suçundan yargılandı.
Dink cinayetine dair bugün hâlâ cevaplanmayan onlarca soru var. Peki bu cinayetin aydınlatılması neden önemli, Göktaş kitapta şöyle anlatıyor: “Trabzon’un küçük bir beldesi olan Pelitli’deki bir grup lümpen faşist gence yıkmak üzerine kurulu olması; bu grubun, polis, jandarma ve MİT ile olan ilişkilerine dair soruşturma dosyalarında bekleyen bilgilerin bütünlüklü bir adli değerlendirmeye alınmasından ısrarla kaçınılması; cinayetten sonra çok önemli delillerin yine bu birimlerce yok edilmesi; cinayetin aydınlatılmasının bu ülke için taşıdığı anlamın bir diğer önemli boyutunu da ortaya koyuyor.”
Bu arada maalesef bu kitabı şu an stoklarda bulmak pek de mümkün değil. Ancak sahaflar, ikinci el kitap siteleri ya da kitaplarını paylaşma konusunda cömert bir arkadaş yardımınıza koşabilir.
“(…) Paris’ten apar topar döndüm ve doğruca Agos’a gittim. Cenaze hazırlıklarının konuşulduğu odaya girdim ve derhal cenaze komitesine dahil oldum. İçimden Agos çalışanlarına sarılıp ağlamak geldi ama tuttum kendimi, her birinin sırtına dokunarak, ellerini tutarak metanet telkin etmeye çalıştım. Öyle ya, ben onların avukatıydım ve o anda görev başındaydım.
(…) Emniyetten tekrar Agos’a döndüm ve oradan Bakırköy’e, sevgili kardeşimin evine gittim. Çok kalabalıktı. Rakel’in salonda taziyeleri kabul ettiğini söylediler. Salona yönelmiştim ki Arat’ı gördüm. Dünya güzeli yüzüne çöken koyu karanlıkla güzelim gözlerine acı ve öfke sinen Arat’ı… İçimden dayanılmaz bir biçimde haykırmak ve ona sarılıp bağıra bağıra ağlamak geldi ama kendimi tuttum yine. Çünkü Arat da benim müvekkilimdi… Son duruşmada camları koyu bir polis otosuna bindirerek kaçırmıştım babasıyla birlikte onu da. Görev devam ediyordu ve Arat’ın bana ihtiyacı vardı.Salona girdiğimde, oradakilerin çoğu beni tanıdı. Bu durumda, Rakel’e de sarılıp ağlayamazdım (…)”
Hrant Dink’in ve ailesinin avukatı Fethiye Çetin ‘Utanç Duyuyorum’ adlı kitabında böyle anlatıyor Dink cinayetini nasıl öğrendiğini ve hemen sonrasında yaşananları. Çetin bu cinayetin en yakın görgü tanıklarından biri. Ağlamaya hakkı olmadığını, bir an önce görevi başına dönmesi gerektiğini düşünmüş. Kitap Çetin’in bir yandan çok sevdiği arkadaşını kaybetmenin üzüntü ve öfkesini yaşarken bir yandan da gerçeğe ve adalete ulaşmak için yaşanan süreci gözler önüne seriyor. Çetin, Dink davasında yaşananların en yakın şahitlerinden biri olarak mesleği adına utanç duyuyor.
Ve Çetin de -Hrant Dink cinayetini soruşturan tüm gazeteci ve yazarlar gibi- bu cinayetin aydınlatılmasının aslında Türkiye’deki adalet arayışında neden çok önemli olduğunu bir kere daha hatırlatıyor: “Hrant Dink, yaşamıyla olduğu kadar ölümüyle de bu ülkenin bütün acılarının dermanını sunmaya devam ediyor. Bu cinayetin aydınlatılması, kendinden önceki bütün siyasi cinayetlerin çözülmesi için anahtar sunuyor bize. İşte bunun içindir ki, devletin bütün kurumlarıyla katıldığı topyekûn bir gizleme, unutturma çabasına rağmen toplum bu cinayeti unutmuyor ve artık bu cinayetin suç ortağı olmayı reddediyor. Çünkü biliyoruz ki, bu cinayetin aydınlatılması, ülkenin aydınlatılması demek.”
Cinayete dair bildiklerini, gördüklerini, sezdiklerini adli makamlara sunduğunu, ancak dikkat çektiği pek çok konunun soruşturmaya dönüşmediğini, kişilerin sorgulanmadığını belirten Çetin, kitabını bütün bunları kamuoyunun bilgisine sunmak için yazdığını söylüyor. Ayrıca bir amacı daha vardı: “Evet tarihimiz hesabı sorulmamış suçlar, failleri ortaya çıkarılıp yargılanmamış cinayetlerle dolu. Biz bu utancı geçmişten devraldık ama gelecek kuşaklara devretmemekle sorumluyuz. İşte bu kitap, bir bakıma benim kuşağıma da bir çağrı; utancın hesabını sorma, gelecek kuşaklara utançtan arınmış bir gelecek sunma çağrısı…”
Demet Bilge Ergün ve Timur Soykan imzalı ‘Sapan’ı da şu an sahaflarda arayarak bulabilir ya da geri vermek kaydıyla bir arkadaşınızdan ödünç alabilirsiniz. Ancak Dink cinayetini anlatan/soruşturan kitaplar listesi yapıldığında bu kitabı es geçmek istemedik. ‘Sapan’ da Hrant Dink suikastine dair cevaplanmayan onlarca sorunun peşinden gidiyor. Kitap, deliller, zanlı ve tanık ifadeleri, telefon konuşma kayıtlarından yola çıkarak Dink cinayeti üzerindeki perdeyi aralamaya çalışıyor.
Tûba Çandar imzalı bu kitap Hrant Dink’in ilk biyografisi. Ancak alışkın olduğumuz bir biyografi değil, en temel nedeni de Hrant Dink’in ölüm şekli, tüm Türkiye’nin gözleri önünde işlenen cinayetle hayatını kaybetmesi diyor yazar Çandar kitabın giriş yazısında. Kitap Malatya’da 15 Eylül 1954’te dünyaya gelen Dink’in hayatının ilk günlerinden 19 Ocak 2007 tarihinde Agos’un önünde öldürülmesine kadarki benzersiz hayatını en yakınlarının tanıklıklarına da yer vererek ele alıyor.
Hrank Dink cinayetinin ardından ‘Hepimiz Hrantız, Hepimiz Ermeniyiz’ sözü bu adalet arayışının sembol sloganlarından biri oldu. Uluslararası Hrant Dink Vakfı tarafından hazırlanan ve Agos Yayıncılık tarafından yayımlanan ‘Hepimiz Hrant Dinkiz’ de bu söze atıfla, Dink’in anısına bir saygı duruşu. Ali Öz, Ahmet Şık, Müjgan Arpat, Tolga Sezgin, Tuba Özden’in de aralarında bulunduğu 19 fotoğrafçının çektiği 135 kareden oluşan fotoğraflar, gazete önündeki ilk saatlerden, kabristana kadar geçen sürede, yüzlerce foto muhabirinin çektiklerinden derlenmiş. Hrant Dink Vakfı’nın ilk çalışması fotoğraf kitabı, Hrant Dink’in öldürülmesiyle yaşanan yoğun acının ardından ortaya çıkan toplumsal tepkiyi kamusal belleğe taşımayı amaçlıyor.
Nedim Şener, Nobel Ödüllü yazar Gabriel García Márquez’in işleneceğini herkesin bildiği bir cinayeti anlattığı ‘Kırmızı Pazartesi’nin isminden hareketle Hrant Dink cinayetini ve devletin tüm kurumlarının Dink cinayetindeki rolünü sorguluyor.
Büyük bir iştahla tenis takip edenlere müjde gibi müjde! Bir yanda çağımızın en önemli yazarlarından David Foster Wallace, diğer yanda Roger Federer ve Tracy Austin gibi efsaneleriyle muazzam bir spor dalı, başlı başına bir dünya: Tenis. Üstelik İnan Özdemir ve Cem Pekdoğru çevirisiyle. Dört bölümden oluşan kitap, Wallace’ın tenis yazılarını bir araya getiriyor ve bu spora erken yaşlarda gönül vermiş yazarın gözünden sadece bir spor analizinden çok daha fazlasını sunuyor.
Medusa, mitolojinin en sevileni midir bilinmez ancak hikayesi en merak edilen ve hatta anlatılanlarından biridir. Eksik Parça Yayınları Hannah Lynn’in ‘Athena’nın Çocuğu: Yunan Kadınları Serisi’ adlı kitabını Elif Zeynep Yıldırım imzasıyla Türkçeleştirdi. Kitabın iddiası da iştah açacak kadar büyük: “Tarih, fetheden kahramanları anlatır. Zamanla çarpıtılmış hikâyeler. Medusa’nın gerçeği uzun zamandır kayıptı. Şimdi onun gerçeğini duyma zamanı.”
Duyanlara duymayanlara demeyelim zira 10Haber daha önce müjdelemişti. Nobelli yazar Annie Ernaux’un yine hafızanın labirentlerinde dolandığı ‘Bir Kızın Hikayesi’ romanı Türkçede. 2016 yılında yayımlanan, 2020’de İngilizceye çevrilen ‘Kızın Hikayesi’nde yazar, okurları bir kere daha kendi anılarına davet ediyor ve 1958 yazına götürüyor. Normandiya’da bir tatil kampı eğitmeni olarak çalışarak geçirdi ve bir erkekle geçirdiği ilk geceyi anlatıyor. 60 yıl sonra hafıza labirentlerinde yolculuğa çıkan yazar, o yazla ilgili silinmez anılarını aktarıyor. Kitap, yazarın unutmak istediği bu genç kadını düşünmek için geri dönebileceğini fark etmesinin bir çıktısı aslında. Arzu, tutku ve utanç duygularının aktarmaktan hiçbir şekilde çekinmeyen Ernaux, geçmişin hatırlanmak istenmeyecek anıları anlatmaya cesaret ederek bir kere daha onu okumayı neden sevdiğimizi hatırlatıyor.