39 Buçuk Basamak: Soluksuz, fırtına gibi bir komedi!
Doğu Yaşar Akal’ın yönetimindeki Nilüfer Kent Tiyatrosu oyunu ‘Şvayk’, bize Brecht’in ‘uyandırma servisi’ tadındaki klasiklerinden birini, güçlü oyunculuklar, dinamik bir rejiyle sunuyor. Tadında güncel göndermeleri ve mizahıyla başarılı bir uyarlama
Nilüfer Kent Tiyatrosu’yla 2017 senesinde, ‘Şark Dişçisi’ oyunuyla Gümrü ve Erivan’a yaptıkları, bence tarihi öneme sahip olan turnede tanışmıştım. Bugün, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararına rağmen, mahkûmiyetinin yedinci senesini dolduran, Gezi tutsağı Osman Kavala’nın imza attığı müthiş ve barış odaklı bir buluşmaydı: Osmanlı dönemi Ermeni oyun yazarı Hagop Baronyan’ın kült eserini sahneleyen, Bursalı bir kent tiyatrosunu Ermenistan’da turneye götürmek.
Nilüfer Kent Tiyatrosu’nun, Engin Alkan yönetimindeki ‘Şark Dişçisi’nden itibaren ürettiği işlerin büyük bir kısmını kendi sahnelerinde ya da İstanbul turnelerinde takip ettim. O esnada tiyatronun yapısı, yönetim biçimi, genel sanat yönetmenleri değişti. Pandemi geldi geçti, çekirdek ekipten ayrılanlar oldu, ekibe yeni isimler, genç oyuncular katıldı…
Son olarak Murat Daltaban’ın yönetmenliğinde, Özlem Daltaban’ın yapım direktörlüğünde geçen iki senelik dönemde imza niteliğinde (ödülleri de toplayan) işlere imza attı, bir süredir kısa adıyla ‘NKT’ olarak anılan topluluk. Belediyenin yeni yönetiminin -hâlâ tam anlamlandıramadığım kararı sonucu- Özlem&Murat Daltaban ile yolları ayrıldı NKT’nin. Tiyatro bu sezon itibariyle genel sanat yönetmeni olmadan devam ediyor yoluna.
Tüm bunlar olurken profesyonel bir seyirci olarak beni her yeni NKT oyununda en çok etkileyen ise bu topluluğun, adı üstünde topluluk duygusunu, ensemble’dan gelen sahnedeki o gücü hiç yitirmemeleri oldu. En azından sahneden seyirci tarafına yansıttıkları his, bu yönde.
NKT’nin yeni dönemi nasıl olacak diye merakla bekliyordum ki; Murat Daltaban döneminde ve hatta evvelki genel sanat yönetmenleri dönemlerinde de çalıştıkları, çağdaş tiyatromuzun nitelikli işlere imza atan yönetmenleriyle ortak işler yapmaya devam ettiklerini gördük. Çağdaş tiyatromuzun zihnini özgür ve esnek kılarak çalışan yönetmenlerinden Doğu Yaşar Akal’ın yolu da ne güzeldir ki bu sezon bir kez daha düştü Nilüfer’e.
Akal daha önce burada ‘Cambazın Cenazesi’ni sahnelemiş, ‘Vur, Yağmala, Yeniden’ serisinin yönetmenlerinden biri olmuştu. Bu kez bir Brecht klasiği olan ‘Şvayk’ı bu enerjisi ve topluluk ruhu hiç düşmeyen ekiple sahneye taşıyor, Akal. Kalabalık, bol sahneli, şarkılı, marşlı, danslı, 130 dakikalık, rengârenk ve söyleyecek çokça sözü olan bir oyunla karşılıyor bu kez NKT, takipçilerini.
Jaroslav Hasek’in, savaş karşıtı ilk roman olarak da kabul edilen ‘Aslan Asker Şvayk’ı; bir nevi ‘Orta Avrupa Şarlo’su (Eserin ilk Türkçe çevirmeni Celal Üster’in tabiridir bu) olan Şvayk isimli orta halli bir adamın 1. Dünya Savaşı’ndaki maceraları üzerine kuruludur. Tiyatronun büyük ismi, Avrupa’ya çöken Hitler faşizmine oyunlarında, şiirlerinde, dilin, kelimelerin her türlü imkânıyla mükemmelen karşı çıkan Bertolt Brecht ise Şvayk karakterini 2. Dünya Savaşı’na getirir.
Brecht’in ‘Şvayk’ı, Hasek’in resmettiği Şvayk’a kıyasla politik bilinci çok daha yüksek bir adamdır. Nazi işgali altındaki ülkesinin anlık, güncel dinamiklerini de kıtayı saran savaşın ‘büyük resmini’ de -dışarı pek çaktırmasa da- görüp anlayan, kendi süzgecinden geçirerek analiz edebilen biridir. Karneyle dağıtılan ekmek, açlıkla mücadele eden halk, gündelik hayatın her anına sızan Nazi askerleri, polis şefleri, düşüncelerini açıkça söylemekten imtina etmek, sürekli diken üstünde yaşamak, en ufak bir ‘yanlış’ ifadede hapis ihtimali, jurnaller, ihbarlar vs… İşgal altındaki Prag’ın rutin halleridir.
Şvayk’ın günleri işte bu ortamda, çoklukla Bayan Kopecka’nın işlettiği Kupa Meyhanesi’nde geçer ve ‘selefi’ kadar ‘şapşal’ değildir o. Brecht’in Şvayk’ı olayların peşinde sürüklenmez, olaylarla birlikte hareket eder ve kendini ‘tesadüfen’ değil, bilinçli olarak kurtarır zor durumlardan. Dara düştüğünde hem aklını hem dilini kıvrak kullanır. Ağzından çıkan oyuncaklı ifadeler de sadece emir komuta zinciri içinde aklını askıya alan Hitler askerlerine ve faşizm kâbusu altında korkuyla yaşayan Praglılara değil, onu izlemekte olan biz seyirciye de yöneliktir.
Tüm bunları saflıkla kayıtsızlık arasında gidip gelen bir duyguyla yapar Şvayk. Sivrilmez, abartmaz, bir şekilde yolunu bulmaya odaklansa da bunu da o kadar çaktırmaz. Politik bilincini, sarkastik tavrının aralarında okuruz.
Brecht’in Şvayk’ını düşünürken bundan sonra uzunca bir süre Doğu Yaşar Akal yönetiminde izlediğimiz oyunda bu rolü üstlenen Mert Tiryaki gelecek gözümün önüne. (Hasek’in ‘yarım akıllı’ Şvayk’ında birkaç senedir Eskişehir Şehir Tiyatroları’nın oyununda izlediğim Sermet Yeşil’in gözümün önüne gelmesi gibi…) Tüm bu bahsettiklerimi vücut dilinden bakışlarına, yüz hatlarına incelikle, sakince ve büyük bir beceriyle yerleştirmişti Mert Tiryaki.
Ama durun, karakterler ve oyunla karşılaşmadan çok önce gireceğiz ‘Şvayk’ın dünyasına ve 2. Dünya Savaşı dönemi Prag’ının atmosferine. Yönetmen Doğu Yaşar Akal’ın rejisi henüz fuayede başlıyor zira. Önlü arkalı, tek sayfalık bir gazete dağıtıyor ‘gazeteci gençler’; Maldau Express. Titizlikle hazırlanmış bu yayın vesilesiyle hem Prag’ın oyun zamanındaki gündelik akışından (oyunda az sonra Şvayk tarafından mecburen kaçırılacağını izleyeceğimiz köpek dahil) hem de Hitler işgalinin genel atmosferinden haberdar olacağız. İsminin alt başlığındaki ‘tarafsız ve dürüst habercilik’ iddiasını ne kadar dolduruyor bu gazete, ona siz karar verirsiniz…
Oyun açılışı; Bayan Kopecka’nın işlettiği, pembenin tonlarının hâkim olduğu Kupa Meyhanesi’nde yapıyor. Şvayk’ın ana mekânı da burasıdır zaten, ta ki ‘kahramanımız’ savaşa katılmak zorunda kalıp Stalingrad yollarına düşene dek…
Meyhanenin gediklileriyle hemen tanışırızı: Şvayk ile boğazına düşkün arkadaşı Baloun. Burak Etöz’ün kendini gösteren, sahneyi dolduran çağdaş hatlı ama gösterişli diyebileceğimiz dekoru oyunun en belirgin karakterlerinden birini oluşturuyor. Aynı şekilde Deniz Göl imzalı kostüm tasarımları da dekorun renklerinin içinde kendine yer bulan, yine yer yer gösterişli diyebileceğim bir dile sahip.
Oyunun atmosferine daha fuayede davet edilmemiz, anonsların önüne ilişen ‘Achtung!’lar, meyhanedeki akordeonlu dans sahneleri, oyuna yerleşen marş ve şarkılar derken pek çok detayıyla bir Brecht evreni kurgulamış yönetmen Akal. Yönetmenin rejisi; mizahi ögeleri çokça öne çıkararak ama bunda da aşırıya kaçmadan anlatıyor bize Şvayk’ın öyküsünü.
Sahnenin üst katında yer yer Hitler ve şürekasının hallerini aşağıda ise meyhanede ve sokakta (Şvayk’ın bir Nazi subayı tarafından köpek kaçırmakla vazifelendirilmesi üzerine) olan biteni takip ediyoruz. Bu evreni biraz fazla renkli ve stilize bulduğum anlar olduysa, iki dans sahnesini “Hadi şimdi de biraz dans edelim” eklektikliğinde izlediysem de reji tercihi olarak alıp kabul ediyorum.
Sahnelemedeki en güncel yorumlardan biri olan yarışma programı efekti anları ve buradaki çok güçlü oyunculuklar oyunun mizahi gücünü yukarı taşıdığı yerlerdi. Ve elbette ‘Başbuğ’ Hitler’in bize de pek tanıdık gelen; komedisi bastırılarak verilen diktatörce tavırları. (Sokaktaki adam ne düşünüyor acaba hakkında?) Öte yandan beni oyunda asıl yakalayan kısımlar Şvayk’ın dondurucu kış koşullarında Stalingrad’a erişmeye çalıştığı sahneler ve burada yaşadığı karşılaşmalar oldu. Şvayk’ın savaş karşıtı hınzır bilgeliğini de baskın olarak yakaladığımız bölümler bu kısımlar.
Oyun dekor ve kostüm tasarımından renk (Işık tasarımında Cem Yılmazer’in imzası var) ve müziklerine, enerjik ritminden oyuncuların üst düzey performanslarına bize coşkun ve yoğun bir 130 dakika vadediyor. Brecht’in ‘uyandırma servisi’ tadındaki metinlerinden birini, 2. Dünya Savaşı ve Hitler faşizmi üzerinden anlatırken, gözümüze çok da sokmadan baskıcı muktedirler ile sessiz/ürkek halk arasında ezilen dönemlerimizi (bugünümüzü de) anımsatıyor.
NKT’nin çekirdek kadrosunun büyük kısmı sahnede ‘Şvayk’ta. Başta bahsettiğim ‘ensemble’ ruhu yine yerli yerinde. Çıktığımda kafamdaki ilk cümle “Yine şaşırtmadınız” oldu. Ayşe Elif Keseoğlu, Ayşe Gülerman Kum, Ayşe Güreşçi, Batuhan Pamukçu Duygu Yakasız, Gökhan Kum, İbrahim Ersoylu, Mert Tiryaki, Mesut Özsoy, Peker Sabuncu, Pınar Hande Ağaoğlu, Sultan Ahmet Çakır’dan oluşan Şvayk kadrosu; ekibe yeni katılan isimler de dahil olmak üzere son derece uyum içinde, yine birbirlerini ezmeyen, karakterleri de rolleri de eşitlikçi bir tavırla önümüze seren güçlü performanslar sunuyor.
Oyunun tek ve bence en büyük sıkıntısı seyirciyi oyunda tutmakta zorlanan uzun süresi. Tüm o dinamik reji ve iyi oyunculuklar bu sıkıntıyı aşmayı sağlayamıyor ne yazık ki. Küçük bir ‘ara makasıyla’ seyirciyi çok daha dinç tutacak bir akış sağlanabilir sahnede. İstanbul seyircisi, oyunun şubat turnesi için takipte kalsın.
Şvayk / Nilüfer Kent Tiyatrosu
Yazan: Bertolt Brecht
Yöneten: Doğu Yaşar Akal
Oyuncular: Ayşe Elif Keseoğlu, Ayşe Gülerman Kum, Ayşe Güreşçi, Batuhan Pamukçu, Duygu Yakasız, Gökhan Kum, İbrahim Ersoylu, Mert Tiryaki, Mesut Özsoy, Peker Sabuncu, Pınar Hande Ağaoğlu, Sultan Ahmet Çakır.
Süre: 130 dk.
Ne zaman, nerede: 9, 10, 11 Ocak’ta Nilüfer Belediyesi, Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde.
Bilet fiyatları: İndirimli 35, tam 60 TL.
Dublörün Dilemması / Atlas Tiyatro Araştırmaları
Murat Menteş’in aynı adlı romanından uyarlanan oyun Nuh Tufan isimli ‘absürd’ diyebileceğimiz karakterin başından geçen tuhaf ve trajikomik olayları konu ediniyor. Sercan Özinan’ın sahneye uyarlayıp yönettiği oyunun özellikle Menteş hayranlarının merakını cezbedeceği şüphesiz. Konservatuvarı terk ettikten sonra para kazanmak için çeşitli işlere girişen ancak bir türlü dikiş tutturamayan Nuh, yakın arkadaşı İbrahim Kurban’ın buluşuyla kendisini hiç beklemediği olaylar silsilesinin içinde bulur.
🔴 30 Aralık Pazartesi, 20.30’da Baba Sahne’de.
Bay Samir / Kozmopolitan Tiyatro
Bay Samir dümdüz bir adam. İstanbul’un bir tuhaf sakini. Tuhaf da bir tutkusu var, eski bir tuhafiyecideki çirkin bir manken… Alper Kurbaloğlu’nun yazdığı, Kerim Urun ile Gökhan Gürün’ün rol aldığı ‘Bay Samir’; şehir ve hayatla kurduğumuz bağlara dair naif, özgün bir oyun… Bu şehrin ve hayatın kurduğu tuzaklara, inişlere çıkışlara, hayallere ve bağlara doğru kalbini ve zihnini uzatan herkese bir şeyler söylüyor.
🔴 28 Aralık Cumartesi, 20.30’da Bahçe Galata’da.
Apsolit / Strandom Arthouse
İzleyip de bana anlatmaya doyamayan tiyatrocu dostların ‘yalancısıyım’, müthiş bir yetenekle tanışacakmışız. İzler izlemez anlatacağım burada ama önden de duyurmak istedim. İbrahim Barulay’ın yazıp oynadığı tek kişilik oyun, adını ‘mutlak kulak, hiçbir referans almadan duyduğu tüm sesleri melodiye dönüştürme yeteneği’ anlamına gelen Apsolit’ten alıyor. Ve kendini şöyle tanıtıyor oyun: İsmail yaşadığı bu sokağa kendi adını versinler istiyor; ‘Apsolit İsmail sokak.’ Her sokağın bir hikâyesi var muhakkak. İsmail’in hikayesi de uğultular şeklinde bir çağrıya dönüşüyor. Kendini gerçekleştiren bir rivayete bürünüp kanatlarını açmak istiyor.”
🔴 28 Aralık Cumartesi, 20.30’da Kumbaracı50’de.