Batuhan Çolak tahliye edildi
Gazeteci Özden Acar hayatını kaybetti. Milliyet ve Cumhuriyet gibi gazetelerde çalışan Acar, yaptığı arkeoloji haberleriyle bu konuda farkındalığın oluşmasında rol oynamış ve Türkiye'den kaçırılan tarihi eserlerin iadesi için mücadele etmişti.
Türkiye onu siyaset haberleri kadar arkeoloji için yaptıklarıyla da hatırlıyor. Gazeteci Özgen Acar 86 yaşında Ankara’da hayata veda etti. Acar’ın cenazesi bugün Cebeci Asri Mezarlığı’nda toprağa verilecek.
1938 yılında Niğde’nin Bor ilçesinde dünyaya gelen Özden Acar, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye ve Ekonomi Bölümü’nden mezun olmuştu. TRT’nin New York muhabirliğini, Milliyet gazetesinin Atina temsilciğini üstlenen Acar, bir dönem de Cumhuriyet gazetesinde genel yayın yönetmenliği yapmıştı. Türk basınındaki bu önemli görevlerinin yanı sıra Acar’ı özel kılan yönlerinden biri de arkeolojiye gösterdiği ilgiydi.
Türk basınında arkeoloji haberlerinin yer almasında öncü bir rol oynayan Özgen Acar, toplumda tarihi eserlere yönelik bilincin gelişmesinde de büyük pay sahibiydi. 1970’lerde arkeoloji haberleriyle dikkat çeken Özden Acar, o yıllarda New York’taki Metropolitan Müzesi’yle yaşanan bir kaçakçılık olayınını yıllar sonra saratprojesi.com adlı siteye verdiği bir röportajda şöyle anlatacaktı:
“Türkiye’den kaçırılmış bir hazine var, New York’ta, New York Metropolitan Müzesi’nde gizlice saklanıyor. Bu hazinenin ben peşine düştüm, sen Türk’sün bu olayları, sen Türkiye’yi izleyeceksin, birlikte izleyeceğiz, ben İngiltere’de sen Türkiye’de, bu olayları haberleştireceğiz.” Aradık taradık bir şey bulamadık, kimse bir şey bilmiyor.
Onun üzerine Eski Eserler’e gittim – ki o zaman Milli Eğitim’e bağlıydı – dönemin milli eğitim bakanı Prof. Orhan Oğuz’a anlattım durumu. “Olmayan bir hazine hakkında nasıl konuşurum” dedi. “Efendim size varsayımlı bir soru sorayım” dedim, “Peki” dedi. “Efendim Türkiye’den bir hazine kaçırılmışsa, eğer bu hazine New York’a kaçırılmışsa, eğer bu hazineyi New York Metropolitan Müzesi almışsa, eğer bunu müze sergilerse, siz bakanlık olarak ne yaparsınız? Adam güldü, devam etti, “Eğer Türkiye’den bir hazine kaçırılmışsa, eğer Metropolitan Müzesi’ne kaçırılmışsa ve günün birinde sergilenirse, o zaman New York’ta dava ederiz” dedi.
Ondan sonra Peter Horpkirk’e anlattım durumu. Peter gitti gazetesine, Sunday Times’a sekiz sütuna manşet attı, “Türkler Karun Hazinesi’ni geri istiyor” diye. Ben de Cumhuriyet’te bu olayı özetleyebilecek şekilde yazdım, çünkü ortada fol yok yumurta yok. Fakat hazinenin adını Peter Horpkirk koydu, aslında içinde Lidya Hazineleri var, Pers hazineleri var, çeşitli dört tümülüsten çalınmış eserler var. Ondan sonra ben bunun peşine düştüm. Uşak, Manisa’nın köylerini dolaştım. Orada yerel halkla konuştum. Öyle ki bir köyde konuşuyorum, hemen öteki köydeki falancayı ihbar ediyorlar, “Git onunla konuş, o bilir bu işleri” falan gibilerinden. Böylece öyle böyle yıllarca araştırmam sürdü”
Metropolitan Müzesi’ndeki çalıntı eserlerin Türkiye’ye iadesi için mücadele eden Acar, sonrasındaki zorlu hukuki süreci de anlatmıştı: “Buradaki en büyük şansımız, Amerika’daki avukatların tarihsel miras konusundaki başarılarıdır. Vaktiyle Almanya’da Nazilerin kaçırdığı Amerika’ya götürülmüş eserleri alıp, üstelik Amerika’nın o dönemde tanımadığı Doğu Almanya’ya geri kazandırdılar. Amerika’yla ilişkileri yok, tanımıyorlar birbirlerini. Ama Doğu Almanya dava açtı, bu avukatlar Doğu Almanya’yı savundular. Dolayısıyla en büyük avantajlarımızdan biri de buydu”
TRT’deki görevi nedeniyle New York’ta geçen günlerinde sık sık Metropolitan Müzesi’ne gittiğini belirten Özgen Acar Yorgun Herkül heykeliyle karşılaşmasınıysa şöyle anlatıyor. “Müzeye her gidişimde yeni bir şey görürdüm, yeni bir şey öğrenirdim. Kültür mirası bilgilerimi arttırırdım. Tabi burada sadece antika eserler değil, çağdaş eserler de var. Bir gidişimde de Shelby White Leon Levy adlı bir Amerikalı çiftin özel koleksiyonu geçici sergileniyordu. Açılışından ertesi günü gitmiştim. Geziyorum, kapıdan girince o özel bölümde Türkiye’den kaçırılmış birtakım Hacılar eserleri falan vardı. Onlardan pek çok dünyanın çeşitli yerlerinde var, yine görmeye gezmeye devam ettim.
Önüme Yorgun Herkül’ün üst kısmı çıktı. Şaşırdım, ben bu heykeli biliyorum dedim. O da ilginç, cam fanus içine almışlar, başka eserlerde yok, sadece onda var. Etrafında dönmeye başladım, bir ipucu bulur muyum diye. Bu arada çok matrak bir şey oldu. Ben etrafında dönüyorum bir ipucu bulurum diye, müze bekçisi de benim etrafımda dönüyor, bir şey mi yapacak bu adam diye. Heykel orada Güneş, ben Dünya, bekçi Ay rolünü oynayarak dolaşıyoruz. Millet de durmuş bizi seyrediyor, diğer ziyaretçiler”
Bir süre sonra fark ettim durumu, bıraktım, gittim. Kataloğu aldım, katalogdan fotokopiyi çektim. Ondan sonra Antalya Müze Müdürü Kayhan Dörtlük’e gönderdim faksla. On dakika sonra telefon ettim. “Kayhan” dedim, “Bu senin müzeden mi?”, “Abi nasıl bilmezsin. Kapıda duran yarım heykel var ya altı, bu onun üzeri. Arkadaşlarla konuştuk, tıpatıp bu” dedi.