İstanbul Müzik Festivali Günlüğü: Anne-Sophie Mutter sahnede
Dün İstanbul'un koşuşturmacasını bir yana bırakıp Marmara'ya bakanlar zirvesi karlı Uludağ'ı gördü. Çok sık rastlanmayan bu durum karşısında herkes fotoğraf çekmek için telefonlarını çıkardı. Oysaki eski tablolarda bu görüntü sıradandı.
Pandemi döneminde sokağa çıkma yasağı uygulanırken tüm kanallar sözleşmiş gibi bir haberi benzer anonslarla duyuruyordu. “İnsanlar eve kapanınca kirlilik azaldı, İstanbul’dan Uludağ görünür oldu” Doğru ama eksik bir haberdi bu. Zira şehir hayatının koşuşturmacasıyla etrafına bakmayı unutan İstanbullular aslında yılın belli dönemlerinde bu manzaraya eski devirlerdeki kadar sık olmasa da tanıklık ediyordu. Dün de bunlardan birini yaşadık. Düşük hava kirliliği ve nemin etkisiyle İstanbul kıyılarından Bursa’daki 2543 metre yüksekliğe sahip dağ çok net gözlemlenebildi.
İnternette kısa bir araştırmayla İstanbul’dan Uludağ’ın lodoslu, temiz ve açık bir havada görülebileceği bilgisine ulaşılıyor. Ancak başta trafik olmak üzere insan kaynaklı kirlilik nedeniyle bu doğal görüntüye genellikle lodosun etkili olduğu bahar aylarında denk geliniyor. Oysa İstanbul’a dair gravür ve tuvallere baktığımızda yüzyıllar önce bu görüntünün sıradan bir vaka olduğu görülüyor. Lale Devri ressamlarından Jean-Baptiste Vanmour’un dev tabloları bunun en güzel örneği.
18. yüzyıldaki Lale Devri’nden bir asır önce yaşayan Evliya Çelebi de İstanbul’u anlatırken özellikle güneşli havalarda Uludağ’ın net şekilde Sultanahmet ve Süleymaniye dolaylarından görülebildiğini söylüyor. Kendisinden ulaşan bir yazılı veri olmasa da benzer şekilde Çamlıca’nın yanı sıra İstanbul’un en yüksek noktası olan 537 metre yüksekliğindeki Aydos tepesinden de bu görkemli dağı görmek mümkündü.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde nüfusu neredeyse bin yıl sonra yeniden bir milyona ulaşan İstanbul Roma dönemindeki canlılığına yaklaşmıştı. Kentin nüfusu yaşanan yangınlar, depremler, kitlesel göçler gibi trajik olaylara rağmen 20. yüzyılın başına kadar pek değişmedi. Aradan geçen 300 yıl boyunca önce gravürlere daha sonrasında da tablolara bakıp kentin dönüşümünü görebiliyorsunuz. Hatta şu an Pera Müzesi’nin daimi koleksiyonunun yanı sıra Meşher’de devam eden Göz Alabildiğine İstanbul sergisinde de. İstanbul’un özellikle modernite öncesi dönemine ait gravür ve tabloları görebileceğiniz bu sergilerde sizi eski adıyla Olympos Mysos yani Uludağ da karşılıyor.
1671 yılında Fransa’nın güneyindeki Valenciennes’de dünyaya gelen Jean-Baptiste Vanmour 1737’de hayatını kaybettiği İstanbul’da uzun yıllar yaşadı. 1700’lerin başında elçi ressamı olarak İstanbul’a geldiğinde bu kente ve Osmanlı İmparatorluğu’na dair pek çok detayı resmetmişti. Böylece Paris’teki insanlar kent hakkında fikir sahibi olabilecekti. Sadece binalarını değil şehirde yaşayan insanların kıyafetlerini de resmeden Vanmour bugün bir bölümü Pera Müzesi’nde sergilenen birbirinden güzel tablolara imza attı.
Henüz üsten bakmacı oryantalist anlayışı taşımayan, tersine doğuya hayran olunan Turquerie anlayışıyla eserler veren Vanmour’un gravürlerinde saray törenleri, İstanbul’un görkemli yapıları ve arkasında da Uludağ silueti doğal bir fon oluşturuyordu.
Önümüzdeki günlerde İstanbullular lodos ve açık havanın etkisiyle Uludağ’ı yine görebilecek. Gönül bu eşsiz manzarayı daha uzun süreyle görebilmeyi arzu ederdi. Ancak bunun için herkesin üstüne düşen görevler var. Aksi takdirde şehir nüfusunun azaldığı bayram dönemleri dışında bu görüntüye kavuşmak hayal olacak.