Zeki Demirkubuz: Rıza Çalımbay tüy dikti!
Beyoğlu Sineması'nda filmleri gösterilen yönetmen Zeki Demirkubuz önceki gün 'Yazgı'nın başrol oyuncusu Serdar Orçin ile söyleşiye katıldı. Hıncahınç dolan söyleşide Demirkubuz 'Yazgı'yı çektiği için nasıl sert eleştirilere maruz kaldığını anlattı.
Yağmurlu bir cumartesi günü. İstiklal Caddesi’ndeki Beyoğlu Sineması her zamankinden daha kalabalık, hatta açılışından beri belki de hiç olmadığı kadar kalabalık. Upuzun bir kuyruk var sinemanın içinde. Ellerinde kitaplar, afişler ve fotoğraflar olan gençler yoğunlukta. Kulak kabartıp yan masaları dinliyorum. Çalışan bir genci yakalıyor kulaklarım. Muhtemelen daha dünyaya gelmediği zamanlarda -2001’de- vizyona giren ‘Yazgı’nın vizyona girdiği tarihi hatırlamaya çalışıyor.
Bir yandan da herkesin gözü kapıda, yönetmen Zeki Demirkubuz’u bekliyorlar. Zira Beyoğlu Sineması Ayın Yönetmeni bölümünün konuğu o. Yönetmenin ‘Yazgı’, ‘Bulantı’, ‘Yeraltı’, ‘Hayat’ filmleri bu ay sinemada gösteriliyor. 11 Mayıs’ta ‘Yazgı’ filminin gösteriminden önceyse Demirkubuz ve filmin başrolü Serdar Orçin’i izleyicilerle buluştu. 10Haber sinema yazarı Olkan Özyurt’un moderatörlüğünde ikili bir araya geldi, ‘Yazgı’dan ‘Hayat’a Demirkubuz sineması konuşuldu.
Demirkubuz son dönemde Nuri Bilge Ceylan’la polemiğe girmekten kaçınmamasıyla da gündemde. Söyleşinin başında da salonun ‘enerjisini’ yükselten bir giriş yaptı zaten. Gülerek sinema yazarlarıyla pek arasının iyi olmadığını söyledi: “Olkan istisnadır. Birkaç isim daha var. Uğur Vardan, rahmetli Murat Özer… Organik tüm ilişkilerimi de kestim. 20 senedir mesela ne semtlerine ne de törenlerine uğruyorum. Onlar da zaten ödülleri Nuri Bilge’ye ya da bir başkasını bulup ona veriyorlar.”
Beyoğlu Sineması sinema tarihimiz için önemli bir adres, bir nevi merkez üssü. Elbette Zeki Demirkubuz için de öyle. Filmlerine hazırlanırken Beyoğlu Sineması’nın kafesinde hazırlık yaptığını anlattı, bu sinemanın kendisi için de çok özel olduğunu söyledi.
Özyurt, ‘Yazgı’ ve ‘İtiraf’ Cannes Film Festivali’nin Belirli Bir Bakış bölümüne seçildiğini, böylece Demirkubuz’un aynı bölümde iki filmi gösterilen tek yönetmen olduğunu hatırlatmasının üzerine topu bir kere daha Ceylan’a gönderdi Demirkubuz: “Ötekilerinin başarılarının yanında bunun bir önemi yok.”
“Yazgı’, ‘Hayat’a kadar benim en samimi ve en sevdiğim filmimdi. Bir sürü acemilik ve hatalar var. Ama ahlaki olarak yapılma nedeni olarak inanılmaz masum bir filmdir. Olabildiğince basit ve yalın ifade ediyor insanın içinde bulunduğu durumu. Ahlaklı bir filmdi. Bundan kastım da bir antikahramanı merkeze almak, anlaşılmayı göstermeye çalışmak.”
Bu filmi 2001’de ‘İtiraf’la birlikte çektim. Sinema çevreleri, eleştirmenler, entelektüel çevre hemen hepsi aşağıladı. Mesela bir yönetmen şöyle demişti: “Ya Zeki, sen yıllarca hapis yatmış, işkence görmüş adamsın. Böyle ‘Yazgı’, ‘Bekleme Odası’ falan niye uğraşıyorsun?”
“Her insanın annesinin ölümü o insanı biraz rahatlatır. Kulağa çok korkunç geldiğinin farkındayım ama öyle. Birinin bunu söylemesi lazım. Bunu Fransız bir yazar Camus söyleyince tabii uzak, soyut ve dolaylı geliyor buraya. Ama bizden biri, Musa adında bir çocuk söyleyince insanlar şaşırdı tabii. Hümanizm çok değerli bir şey ama insana dair bir şey anlatmaz.”
“Serdar Orçin ile tanışmasaydık bu film gerçekten eksik kalırdı. Biz Serdar’la bir barda tanıştık. Beyoğlu’nda ‘Cambaz’ diye küçük bir bar vardı. Bir arkadaşım beni oraya davet etmişti. ‘Üçüncü Sayfa’ filmini çekecektim. Kimsenin tanımadığı genç bir oyuncu arıyordum. O barda da konservatuar oyuncuları takılıyordu.
Bir gün gittim, gözüm barın köşesindeki bir gence gitti. Karanlıkta kalmış, tek başına. Görür görmez Rıza Sönmez’e kim olduğunu sordum. ‘Müjdat Gezen’den öğrenci. Çok efendi, iyi bir insandır’ dedi. O kadar. Film altı ay sonra çekilecekti. Ben o ifadeyi ve kalenderliği unutmadım. Öyle bir disiplin ve sorumluluk duygusu var ki… ‘Üçüncü Sayfa’da o kadar iyi hissettim. Birlikte dört filmde çalıştık, az değil. Yönetmenin işini inanılmaz kolaylaştıran bir oyuncu. Bir insan bu kadar mı iyi çalışır. Hiç sorun yaşamadık…”
“Bekir gibi ezik, saçma bir adamı merkeze koyan bir film yapmak daha önce yapılmamış bir şeydi. ‘Kader’i vizyona girince 30 bin kişi izledi. Çok iyi bir rakam bence. Ama korsanda çok izlendiğini biliyorum. Şu an birkaç komedi filmi dışında Türkiye’nin en çok izlenen filmi olabilir. Ki bazı korsancılar da böyle olduğunu söylüyor. ‘Kader’ de ‘Masumiyet’ de gerçekten iyi filmler. İzlediğimde hâlâ gözlerim doluyor.”
2009’da vizyona giren ‘Kıskanmak’ Demirkubuz’un son filmi olabilirdi. Yönetmen bir dönem bu kararı aldığını, ama sonradan vazgeçtiğini söyledi. ‘İyi mi yaptım kötü mü yaptım bilemiyorum’ diye salonu güldürdü:
“Şimdi hatırladım. Bir gün Olkan’ı aradım, bir söyleşiye katılacaktım. Orada sinemayı bıraktığımı açıklayacaktım. ‘Kıskanmak’ gerçekten önemli bir işti. Ama o dönem kıymeti bilinmedi, ağır eleştiriler yapıldı ya da başka olaylara odaklanıldı. İşte kötü insan olmak, haset sahibi olmak kendini böyle dışa vurur. Zaten o güne kadar pek bağım yoktu ama artık hiçbir bağım kalmasın istedim, ‘Sinemayı bırakacağım’ dedim. Fakat söyleşide bambaşka bir konu ve insanlar vardı. Orada sırası olmayan bir şeyi söyleyerek dikkat çekmek istemedim ve söylemedim. Sonra sinirim mi geçti ne oldu bilmiyorum…”
“Yazgı’daki ‘Musa’nın en büyük önemi nedir? İnsanları delirten, insanlara acı veren, hiçbir olayın onun için bir değeri olmaması. Bu filmi daha iyi çekmeyi çok isterdim. Zaten ‘Bir daha mı çeksem falan’ diyorum. Adamın acı çekip çekmediği bile belli değil. Belki çok acı çekiyor. Ama belki de çaresizliğini ve bir şey yapamayacağını bilmeyi son derece namuslu bir biçimde yaşıyor. Bunu bilmiyoruz.”
Ama Boğaziçi’nde eğitim görmüş sinema yazarları bu film için bana ‘faşist’ dedi. Film Allah’tan o kadar popüler olmadı. Popüler olsa ‘Yabancı’ romanındaki Meursault karakteri gibi idam edilebilirdim. Filmde Musa ‘Siz beni üç çocuğu katlettiğim için mi yoksa annemin ölümüne üzülmediğim için mi yargılıyorsunuz’ diye soruyor ya… Gerçekten ben sanatçı olduğum için mi yoksa böyle bir film çektiğim için mi yargılanıyorum? Bana bunu sorgulattılar.”
Söyleşinin vesilesi ‘Yazgı’ filmi olsa da konu elbette Demirkubuz’un son filmi ‘Hayat’a da geldi. Yönetmenin uzun süre sonra sessizliğini bozduğu filmi vizyona girmeden önce Demirkubuz bu filmi 35 yıldır zihninde taşıdığını, kariyerindeki en önemli film olduğunu söyledi her fırsatta. Filmi nasıl yazdığını kendine de şaşırdığını söyleyerek anlattı:
“‘Hayat’ı nasıl yazdım? Başlangıç itibariyle 35 yıl, teknik olarak yedi sekiz yıl ama son iki yıl gece gündüz aklımdaydı, hiç çıkmadı. Ben mesela bazı geceler akıl hastası olup olmadığımı düşünüyorum. Bazı şeyler öyledir. Söylenenin aksine bu meslek aslında dışarıya bakmaktan çok kendine, içine bakmakla ilgili.”
Serdar Orçin ise Demirkubuz’la çalışmanın kariyerini çok önemli bir şekilde dönüştürdüğünü, o dönem Demirkubuz senaryosunun eline gelmesinin bile büyük bir piyango olduğunu anlattı:
“Bir barda da olsa Zeki Abi ile karşılaşmak benim şansımın dönüm noktasıydı. Kaşım gözüm için değil de başka özelliklerim için beni diğer filmlerine alması benim için çok önemliydi. Çünkü o yıllarda Türkiye’de çok az sayıda bu tarz film çekiliyordu. Onlardan birinin önüne gelmesi, piyangonun size çıkması gibi bir şey.”
2000’lerde çektiğimiz bu filmin hala büyük bir etkisi var. O film çekildiği zaman daha doğmamış olan çocuklar sinema okudu, yeni kuşak yönetmenler oldular. Herhangi bir proje için konuştuğumuzda bana söyledikleri ilk şey hep aynı oluyor: ‘Abi ‘Yazgı’ mükemmel bir işti’. İşte bu filmin böyle bir etkisi var ve bu etki devam edecek.
Bu arada ilginç bir not. Serdar Orçin Yazgı’daki ‘Musa’ karakteriyle Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ‘Umut Veren Erkek Oyuncu’ ödülünü kazandı. Çakışan oyun takvimi nedeniyle ödülünü kendisi teslim alamadı. Festival yönetimi ödülü bir şekilde Orçin’e teslim edecekti ama o da olmadı. Biz de buradan soralım: Serdar Orçin’in Altın Portakal Ödülü nerede?
Söyleşi bitti ama kalabalık dağılmadı. Demirkubuz biraz da çekinerek fotoğraf işini yapmasak olmaz mı diye sesini duyurmaya çalışıyordu. Sonra kimi Beşiktaş formasını (söyleşide konunun Beşiktaş’a gelmemesi bir miktar şaşırttı, herkes sinefilmiş!) kimi bazı kitaplarını, kimi de ‘Yazgı’nın afişlerini imzalattı. Büyük bir çoğunluğu üniversite öğrencilerinden oluşan kalabalık da bir şekilde kendi karesini yakalamaya çalışıyordu.
Çıkarken yine kulaklarım yan masalardaydı.
Biraz önce imza için kalemimi isteyen gencin arkadaşına şu sözleri de günün özetiydi: “‘Yazgı’ hâlâ en sevdiğim Demirkubuz filmi!”