Yönetmen Zeki Demirkubuz Hollywood’da
Sinemamızın usta yönetmeni Zeki Demirkubuz katıldığı bir televizyon programıyla uzun zamandır süren sessizliğini bozdu. Ülkenin yarısının diğer yarısının muhbiri haline geldiğini söyleyen Demirkubuz "Nobranlaşma ve ötekine karşı faşizan olma hali çok büyüdü" diyor.
Ne söyleyeceği, gündeme dair düşünceleri, ne yapacağı her daim merak edilen bir sinemacı Zeki Demirkubuz. Ancak 2016’da vizyona giren ‘Kor’un ardından uzun bir sessizlik dönemindeydi. Buna rağmen çok sık olmasa da yaptığı çıkışlar, sonradan silmesiyle meşhur tweetleriyle bir şekilde gündeme dair söz söylüyor, yaşanan acılara, toplumsal olaylara veya gündeme uzak biri olmadığını da bir şekilde kanıtlıyordu. Elbette daha fazlasını isteyen ve bekleyenler vardı.
Tam da bu nedenle uzun süredir sessizliğini bozacağına işaret eden bir duyuru sinemaseverleri heyecanlandırdı. Yönetmen, geçen cumartesi gecesi HaberTürk’te ekranlara gelen ‘Meseleler’ programında Haluk Mertbey’in konuğu oldu. Bu sessizlik döneminde halı saha maçlarına devam ettiğini, 20-25 km’yi bulan yürüyüşlere çıktığını, çok fazla yazdığını ve fotoğraf çektiğini anlattı. Yaklaşık iki saat süren programda uzun zamandır merakla beklenen filmi ‘Hayat’ başta olmak üzere, ülke gündemine, futbola ve Beşiktaş’a dair soruları yanıtladı.
“Türkiye’deki konuşma mecraları bana çok uygun değil. Zaten özne olmak beni geren bir şey. Mesela uzun bir süredir konuşmuyordum, bu yayın için heyecanlıyım. Ama gece başlayacak yine… ‘İyi mi yaptım, kötü mü yaptım, niye gittim?’ gibi… Dolayısıyla en önemli sebebi bu. Bu mecralarda var olma işi benim her zaman yapabildiğim bir şey değil. Aslında bir parça gereklilik. Ama bir de şöyle bir yönü var, bu programlar konuştuktan sonra gece bana kötü hissettirmeyecek bir duyguda olsa… Her şeyi çok pis bir şekilde, kendimi mahvedercesine sorguluyorum. Bu sorgular beni huzursuz etmeyecek ölçüde olsa İlber Ortaylı ve Ersan Şen’e taş çıkarırım, her kanalda gezerim…”
“Son zamanlarda gece uyumadan önce Instagram’daki videolara bakıyorum. Yıllar önce BBG (Biri Bizi Gözetliyor) izlediğim programlardan biriydi. TikTok değil de Instagram hepsini güzel topluyor. Hepsi gündelik hayatımız hakkında hayat duygusunu veriyor. İnanılmaz zekice, inanılmaz gerçek şeyler görüyorum. Türkiye tam bir geçiş dönemi yaşıyor, internetle birlikte yayıncılık da değişiyor. Ama şöyle bir ortam oluştu. Türkiye’de insanların kendinden emin olma, bunu çok nobranlaşma ve ötekine karşı faşizan olma hali çok büyüdü. Herkes kendine o kadar inanıyor ve herkes gırtlağına kadar o kadar kendiyle dolu ki… Bırakalım yönetmen, film çeken bir adam olmayı… Bana her gece vahiyler gelse elimde kanıtlarım olsa, ben çıkıp bunları anlatsam bana kim inanır? Şimdi böyle olunca budala değilsen, aptal değilsen, yani söylediğin şeylerin en samimi, en canlı, en kalbi şeylerin ‘ben bunu söylüyorum ama nereye gidiyor’ demiyorsan o zaman bir şey söylemenin sebepleri baya cılızlaşıyor.”
“Az önce bahsettiğim o duygu hiç bu kadar güçlü olmamıştı. İnsanlar birbirlerine karşı bu kadar inançsız, kendilerinden hiç bu kadar emin olmamıştı. Bunu kötü anlamda söylüyorum. Instagram’daki sokak röportajlarını çok seviyorum. Orada bir videoda, bir adam bir konuda fikrini söylüyor. Birisi şöyle bir geçiyor oradan, o saniyede ne duymuş olabilir ki? O duyduğu bir saniyedeki kelimeyi kodluyor, üretiyor, bir yere koyuyor, karar veriyor. ‘Vatan haini’ diyor, ‘PKK’lı’ diyor. Yani bu nedir? En komiklerinden biri, adam iyi kötü fikrini söylüyor. Yazık sonra araştırdım bile adamı. Bunlar “vatan haini” diyor, laiklik üzerine bir şeyler söylüyor. Yanından biri geçiyor, ‘ağzın kokuyor’ diyor. Yani sana ne? Bunlar eskiden yoktu. 12 Eylül’de bile o cunta, generaller, polis, güvenlik güçleri insanları o kadar kışkırtmasına rağmen bu konularda bir şeyler yapmak bile ihbarcılık, muhbirlik sayılırdı ve bu aşağılanan bir şeydi. Bu ülke ne ara bu konuyu geliştirdi? Ülkenin yarısı diğerinin, diğer yarısı da diğerinin muhbiri ve ihbarcısı haline geldi?”
“Taksiye biniyorum, bir haber var. Bir konuda kimseye saygısızlık yapmadan bir şey söylüyorum. Bir bakıyorum taksici halden hale giriyor, kuruluyor. İktidar, tuttuğu parti, konu hiç önemli değil, herkes için böyle. Türkiye’de makro iktidar var ama mikro iktidarlar da en az onlar kadar zalim. İnsanların o AKP’li, o CHP’li o Alevi, o HDP’li demesi. Bu nedir ya? Yanından geçerken, duyuyor ve karar veriyor. Sen ne ara buna karar verdin? Beni en çok gidişat duruyor. Ben düşündüklerini, inandıklarının bedeli neyse ödemekten korkmadan yapabilen ve geçmişte de yapmış, bu konuda hapis yatmış, idamla yargılanmış, başka şeyler yaşamış bir insanım. Şimdi öyle bir gereksizlik duygusu geliyor ki insana… Çünkü şöyle düşünüyorsun. Mesela savunduğun partinin mensupları, yani bir anlamda arkadaşların, yani aynı düşündüğün insanlar aynı tavır içinde. Bunun iktidarı, muhalefeti kalmadı. Hiç olmasa makro iktidarın bunu yapmasının doğrudan çıkarları var, elindeki gücü ve çıkarlarını kaybetmek istemiyor. Ama mikro güçler ne ara bugüne geldi?”
(Meşhur tweeti hakkında sorulan bir soru üzerine)
“Benim de kendimi kötü ve zayıf hissettiğim bir dönemdi galiba. Fakat yine de öyle bir tweet yazacak kadar umutsuz biri değilim ben. Gördüğünüz gibi son derece canlı biriyimdir. Yaşamayı severim. Bana rağmen bir hayat sevincim var. Ben ne kadar düşüncelerimle pessimistsem, karanlık ve kötü olana ilgi duyuyorsam valla tanrı bana öyle bir kalp vermiş ki inanılmaz bir yaşama sevincim var, çok şaşırıyorum buna. Zaten çok çelişiyorum da bu durumla.”
“İyi bir devletin, sorumluluğunu yerine getiren bir devletin, depremzedeleri bir kenara bırakıyorum, diğer insanlara da kendini bu kadar suçlu hissettirmemesi gerekiyor. Ben neden suçluluk içinde kıvranıyorum? Bir şey olmuş benim bunda hiçbir suçum yok ki. Ben ülkesini sevmeyen, yaşananlardan acı duymayan bir insan da değilim. İnsanlar kıvrandı, herkes ‘ne yapabilirim’ diye kıvrandı. Sonra zaten bunun insanlara yüklenmesi bir süre sonra ters tepmeye neden oluyor. Çünkü insanlar kendi hayatlarını mı yaşayacak, kendi sorunları mı çözecek, ne yapacak? Zaten bu ülke yoksul bir ülke, bunu kabul edin.”
"Hayat" Sinop'ta başladı. pic.twitter.com/E9DeqROyaa
— Zeki Demirkubuz (@ZekiDemirkubuz) October 2, 2021
“Filmle ilgili ne olacak ben de bilmiyorum şu an. Çekimler başlayalı iki sene olacak. Zaten 14 ay kurgusu sürdü. Film geçen kasımda bitti. Özellikle bu tür filmleri bir ay sonra vizyona sokamıyorsunuz. Ben herkesin merak ettiği, filmini beklediği biri değilim. O nedenle bu filmin kendini güçlü şekilde duyurması için önce büyük festivallere, Avrupa festivallerine göndermek lazım. Oralardan birine seçildiği zaman onun bir havası oluyor. Biraz bunu düşünerek, iyi ihtimalleri düşünerek mayıs, haziranda olur mu acaba diyordum ama Berlin ve Cannes Film festivalleri filmi almadı. Ben de bir an önce girmesini ve diğer projelere bakmak istiyorum. En erken eylül ekimi bekleyeceğiz.
“Kibirli değil ama gururlu bir insanım. Bu PR işlerini bilip de yapamıyorum, yapmak istediğim zaman bile yapamıyorum. Ama şunu söyleyebilirim. Festival seçici ekipleri, onlar sevmediler ki almadılar herhalde, ama filmi post prodüksiyon sırasında izleyenler inanılmaz beğeniyor. Benim filmografimi bilenler en iyi filmim olduğunu söylüyor. Ben de inanılmaz etkileniyorum. Çok emek verdim. Hem senaryo aşamasına. Geçmişe dönük hikayesi olan bir filmdi. Oyunculukları inanılmaz beğeniyorum. İyi bir oyuncu kadrosu oldu. Hep aynı filmi çeken, aynı şeyleri sayıklayan biriyim. Öyle büyük sürprizleri yok. Ama her film aynı temaları, meseleleri anlatmasına rağmen biri daha güçlü oluyor, biri daha yakın geliyor, biri daha uzak geliyor.”
“35 yıl olmuş ya… Merzifon’un bir köyün yol kenarında, bakkal bekleyen bir kızla birkaç dakikalık yaşadığım bir durum. 35 yıl boyunca korumuşum. İnsanlar yaşadıkları zulümleri, işkenceleri, yaşadıkları ihanetleri unutuyor. Ben bunu unutmamışım, taşımışım bunca yıl o kız ne yapıyor diye. Yani bu kadar düşündüğüm, taşıdığım, incelte incelte süzdüğüm şeyleri ben de paylaşmak isterim.”
En mutlu olduğum yerde, en sevdiğim insanlarla… pic.twitter.com/67wohnh7PG
— Zeki Demirkubuz (@ZekiDemirkubuz) January 25, 2022
“İnanılmaz boşum. Teknik olarak birkaç yıl film yapmak dışında boşum. Haftada bazen dört gün üst üste halı sahada futbol oynadığım günler oluyor. Çok basit bir gündelik hayatım var. Premier lig maçlarını asla kaçırmıyorum. Liverpool’u seviyorum ama özel bir duygular olmadığı için çok da önemli değil. Arsenal iyi gidiyor… Eğer beni alacak bir maç varsa, dünyanın en önemli işi de olsa bırakır giderim. Futbolla bambaşka bir bağım var, beni temizliyor.”
“‘Roma’, büyük ihtimalle sinema tarihinin en iyi filmi. Tarkovski filmlerini düşünüyorum, büyük ihtimalle öyle. İki kere izledim, bir yandan korkuyorum da üçüncü dördüncü sıraya düşer diye.”
“Beşiktaş, futbol beni temizliyor, beni hayatta tutuyor. Hafta sonlarını heyecanla bekliyorum. Bu kadar masumca beklediğim başka bir şey yok. Bu duygu, bu durum beni temizliyor. Beşiktaş maçını izlerken çekirdek yemem, yemek yemem, işçi normalde de içmem ama maç sırasında asla içemem. Kimseyle izlemek bile istemem. Ayin gibi izlemek isterim. Hiçbir şeye o kadar sinirlenmiyorum artık maç izlerken. Dünyanın en güzel şeyi Beşiktaş’ın attığı goldür, dünyanın en kötü şeyi Beşiktaş’ın kalesine giren goldür. Ulan diyorum bu nasıl bir şey, ama hayat böyle bir şeydir. Hayattasın bir maçı daha izleyebiliyorsun.”