Arzuladığımız şeyleri elde etmek için sıkıntı çekerken ya da dertlerimiz varken biri “Sağlıklı bir şekilde yürüyebilmenin keyfini çıkar” dediğinde bu bizim gerçekliğimizle uyuşmuyor. Hatta bizi kızdırıyor!
Kızıl Goncalar’da Hande ve Suavi’nin barışma sahnesi, önemli bir konu hakkında düşünme fırsatı veriyor bize. Suavi Bey, “yetmez ama evet”çi tavrı nedeniyle kızıyla yıllardır konuşmuyor. Hastalığından dolayı da yürüyemiyor. Barışma sahnesinde şöyle diyor Suavi:
“Bacaklarım tutmadığında, en güzel hatıram yürüyebildiğim en son gündü. Gömleğimi ilikleyemediğimde giyinip kuşanıp aynanın karşısına geçtiğim son gün geldi aklıma. Kaybettiğim her şeyden sonra dedim ki, sen iyiymişsin öncesinde.”
Neden kaybetmeden önce değer bilmiyoruz? Gelin neden böyle oluyor ya da neler yapabiliriz konularına girmeden önce böyle bir hayat nasıl olurdu diye hayal edelim. Kaybetmeden önce değer bildiğimiz bir hayat nasıl olurdu sahi?
Üniversitedeyiz diyelim, sorumluluklarımızın az olduğu, arkadaşlıklarımızın dolu dolu yaşandığı yıllar. Yeni şeyler öğrenmek için güzel bir ortamın sunulduğu yıllar. Bu yılların sunduklarını bilerek yaşamak nasıl olurdu?
Örnekler saymakla bitmez. Müzik dinliyor olabilmek, sağlıkla yürüyebiliyor olmak, yeni şeyler öğrenebilmek, sevdiklerimizle beraber olabilmek, gülebilmek, oyun oynayabilmek, çalışabilmek… Bunları yapabilmenin mutluluğuyla yaşasak anımızı, nasıl olurdu?
Niye böyle olmuyor? Yani niye kaybetmeden kıymetini bilemiyoruz?
Olmuyor çünkü dertlerimiz var. Bu dertlerimiz gerçek. Olmasını istediğimiz ve olmayan şeyler var. Gelecek kaygımız var. Bunca dertliyken, bunca koşturmacadayken, arzuladığımız şeyleri elde etmek için çokça çalışırken ya da bunca sıkıntının içindeyken biri “Sağlıklı bir şekilde yürüyebilmenin keyfini çıkarabilirsin” dediğinde bu bizim gerçekliğimizle uyuşmuyor. Bizi istediğimiz şeylere yaklaştırmıyor. Derdimize deva olmuyor. Haliyle bir kulağımızdan girip ötekinden çıkıyor. Tam tersine kızıyoruz: “Onların keyfi zaten yerinde, bizim gibi dertleri yok ki, onlara konuşması kolay…”
Halbuki elimizde olan şeylerin kıymeti ile dertlerimiz birbirini dışlamıyor. İkisi aynı anda varlar. Şimdi güzel bir serpme kahvaltı masası düşünün. Garip bir şekilde kafanızı zeytin tabağının içine girecek kadar yaklaştırmışsınız. Masayı görmeniz mümkün değil. Sadece zeytinleri görürsünüz. Sağa bakıyorsunuz zeytin, sola bakıyorsunuz zeytin, hep zeytin. Zeytin dışında olan şeyler anlatıldığında, yok diyorsunuz, benim hayatımda yok. Halbuki masaya rahat bir şekilde bakabilseniz, büyük bir zenginliğin varlığını görürsünüz.
Meditasyon sırasında bizi girdabına sürükleyen bir çok düşünce, duygu ve his gelebilir. Böyle anlarda “hmm, yargılayıcı düşüncelere dalmışım, nefesime döneyim” dediğimizde, aslında kafamızı soktuğumuz zeytin tabağından kaldırıp mesafeyle bakmanın pratiğini yapıyoruz. Varlığından minnet duyduğumuz şeyleri bilinçli bir şekilde hatırladığımız birkaç dakika, içten söylediğimiz bir teşekkür, masanın hepsini görmek için bizi eğiten anlar oluyor.