Meditasyon, hayatın fırtınalı anlarında da bir sığınak olabilir mi? Sükûnetimi kaybettiğim zamanlarda hangi tekniği kullanarak meditasyon yaptığımı bu yazıda detaylarıyla anlatacağım. Yine bir Pixar filmi ve Leonard Cohen dizeleri eşliğinde...
Amerika’ya ilk taşındığım zamanlardı. Bir sabah telefon çaldı ve evi dört saat içinde boşaltmam gerektiğini öğrendim. İşler nasıl o noktaya geldi, orasına hiç girmeyeyim. Amerika’da taşıma işleri nasıl yapılır, hiçbir fikrim yoktu. Evin içinde bir o yana, bir bu yana yürüyordum. Aklım beni bir o işe, bir bu işe yönlendiriyordu. Sonuç olarak aslında hiçbir iş yapmıyordum ama muazzam bir enerji harcıyordum. Şimdilerde böyle bir durumda bulursam kendimi, önce oturup meditasyon yapıyorum. Peki siz, üzerinize birçok iş çullandığı bir anda meditasyon yapmaya ne dersiniz?
Sadece stres olduğumda değil, öfkelendiğimde, üzüldüğümde, korktuğumda, incindiğimde ve benzeri birçok zor durumda da ilk olarak meditasyona başvuruyorum. Böyle zorlu anlarda en sık kullandığım tekniğin adı RAIN. Tara Brach’ın bir eğitiminde öğrenmiştim. Gelin bu dört aşamalı tekniğe daha yakından bakalım:
O anda ya da o günlerde bizi rahatsız eden bir konuyu fark etmek. Belki bu aşama size kolay görünüyordur, inanın benim için zor bir aşama. Kısacası korkarken korktuğumu anlamam, üzülürken üzüldüğümü anlamam, stresliyken stresli olduğumu anlamam benim için yepyeni bir öğrenme olmuştu. Sizler anlayabiliyor musunuz?
O konunun içimizde yarattığı her duyguya ve düşünceye izin vermek. Fark etmek kadar, izin vermek de beni oldukça zorlayan bir aşamaydı. Eğer izin verirsem, kendimi koruyamam gibi geliyordu. İzin vermenin, olayın olmasını onaylamak olmadığını algılayınca rahatladım. Olayların içimizde yarattığı duygu, düşünce ve his cümbüşüne izin veriyorum aslında. Hatta izin vermek istemeyen halime de izin veriyorum. Öfkenize, kıskançlığınıza, arzularınıza, kırılganlığınıza, bağımlılığınıza, korkunuza, vb izin veriyor musunuz?
Bu aşama merakla bakmak aşaması. Bir çocuğun dünyaya olan merakına benzer bir merakla içimdeki cümbüşe bakıyorum. Vücudumda nasıl tepkiler oluyor? Aklımdan neler geçiyor? Hangi duyguları hissediyorum?
Son aşama bakım vermek, ihtiyacı karşılamak, onarmak. Önceki aşamalar sayesinde, içimi yakan konuya dair farkındalığım artıyor. Acıya dair çok yönlü farkındalığım, acının merhemi olan şefkatimi besliyor. Şefkatli bir bakış ile acımın benden talep ettiği ihtiyacı daha net görebiliyorum. Adımlarımı ona göre atıyorum.
“Bakım verme” aşaması için güzel bir örneği beklenmedik bir yerde buldum: bir Pixar animasyonu “Soul”. Görsel ve müzikal bir şölen sunan “Soul”, hem çocuklar için büyülü bir macera, hem de yetişkinler için derinlemesine bir öz-keşif fırsatı. Konumuza dönecek olursak (Spoiler Uyarısı), filmdeki baş karakterlerden bir ruh, öfkesinin sonucu olarak hem kendisine hem de çevresine zarar veren bir canavara dönüşür. Canavarın içine doğru yapılan yolculuk, kendini yaşamaya değer bulmayan bir çocuğa ulaşır. Bundan sonrası şefkatli bir dokunuş ile dönüşümdür.
Tara’nın derslerinde altını çizerek anlattığı bir konudan bahsederek bitireyim. Bazen ertelemek bilgece bir tavırdır. Eğer gündeme aldığım konu, üzerinde çalışamayacağım şiddette bir duygu yaratıyorsa, o konuyu çalışmıyorum. Onun yerine daha hafif ama yine de can sıkıcı başka bir konuyu seçiyorum. Matematiği öğrenmeye en karmaşık konulardan başlamayız. Ruhsal konulara da öyle bakarak, kendi ‘müfredatımızı’ kendimiz yazabiliriz.
Leonard Cohen, Anthem şarkısında çatlaklar arasından sızan ışıktan bahseder. Meditasyonun sağladığı içsel ortam, çatlaklara merakla bakarak ışığı görebilmeme yardımcı oluyor.
Ring the bells that still can ring (Çanları çalın, hala çalabiliyorken)
Forget your perfect offering (Kusursuz önerileri unutun)
There is a crack, a crack in everything (Her şeyde bir çatlak vardır)
That’s how the light gets in (Işık içeri böyle girer)
Not: Zor zamanlardan geçerken yardım istemek, kendimize yapabileceğimiz büyük bir iyilik olabilir. Ülkemizde, bize yardım edebilmek için önemli eğitimlerden geçmiş birçok iyi psikolog/psikiyatr var.