Avrupa’da salgın uyarısı: Hazırlık şart
Avrupalı sağlık yetkilileri bel soğukluğu, frengi ve klamidya vakalarındaki artıştan endişeli. Ayrıca bel soğukluğu antibiyotiklere giderek dirençli hale geliyor. Türkiye’de de durum kaygı verici. Prof. Fışgın: “Frengiyi daha sık görmeye başladık.”
Avrupa Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi (ECDC) son aylarda cinsel yolla bulaşan hastalıklar konusunda peş peşe uyarılarda bulunuyor. ECDC ilk olarak Mart 2024’te cinsel yolla bulaşan enfeksiyonların durumuna ışık tutan son yıllık raporlarını açıkladı. Rapor 2022 yılında bildirilen vaka sayılarında bir önceki yıla kıyasla önemli bir artış olduğunu gösterdi. Öyle ki bel soğukluğu vakaları yüzde 48, frengi vakaları yüzde 34, klamdiya vakaları ise yüzde 16 oranında arttı. ECDC Direktörü Andrea Ammon, verileri açıkladığı bir basın toplantısında “Rakamlar, acil dikkatimizi ve eylemimizi gerektiren çarpıcı bir tablo çiziyor. Birçok enfeksiyon tespit edilemediği için bu rakamlar muhtemelen buzdağının sadece görünen kısmı” dedi.
ECDC’nin 10 Haziran 2024’te açıkladığı başka bir rapor ise bel soğukluğuna (gonore) yol açan bakterilerin antibiyotiklere karşı giderek direnç kazandığını ortaya koydu. Rapora göre Avrupa’da 2022 yılında 4 bin 396 bel soğukluğu hastası incelendi. Bu hastalarda bir antibiyotik türü olan azitromisine karşı yüzde 25,6, başka bir antibiyotik türü olan siprofloksasine karşı ise yüzde 65,9 direnç oranı bulundu. Bu oranlar 2021 yılında azitromisin için yüzde 14,2 iken siprofloksasin için yüzde 62,8’di. ECDC’nin verileri, Avrupa’da cinsel yolla bulaşan hastalıkların kontrol altına alınmasının zorluğunu vurguluyor. Peki Türkiye’de durum nedir?
Bu sorunun yanıtı için Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) Cinsel Yolla Bulaşan Enfeksiyonlar Çalışma Grubu’ndan Prof. Dr. Nuriye Taşdelen Fışgın ile görüştüm. Prof. Dr. Fışgın “Tüm dünyada her gün bir milyon kişi cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlara yakalanıyor. Türkiye de bu tehlikeden muaf değil. Özellikle uzun yıllardır görmediğimiz frengi vakaları yeniden ortaya çıkmaya başladı” uyarısında bulunuyor. Prof. Dr. Nuriye Taşdelen Fışgın ile söyleşimizde sık karşılaşılan cinsel yolla bulaşan enfeksiyonları, ciddiye alınması gereken belirtileri ve korunma yollarını bulacaksınız.
Son yıllarda cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlarda bir artış yaşanıyor mu?
Evet, ülkemizde bir artış gözlemliyoruz. Net rakamsal veriler olmasa da enfeksiyon uzmanları olarak böyle bir eğilimi fark ediyoruz. Cinsel yolla bulaşan hastalıklar tüm dünyada ciddi bir sorun. Dünya Sağlık Örgütü bu konuyu bir süredir gündemine almış durumda. Avrupa’dan da ciddi uyarılar geliyor.
Peki en sık hangi hastalıklarla karşılaşıyorsunuz?
Bakteriler, virüsler, parazitler olmak üzere pek çok etken cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlara yol açıyor.
Sık karşılaştığımız cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar arasında akıntı veya yarayla kendini gösteren enfeksiyonlar önemli bir yer tutuyor. Bazı enfeksiyonlar yalnızca akıntı yapıyor, bazılarında ise sadece ağrılı veya ağrısız yara oluyor.
Yine genital siğil (HPV) dediğimiz çok kolay ve hızlı bulaşan bir enfeksiyon var ki rahim ağzı kanserinin de sebebi. Bu enfeksiyonu da oldukça sık görüyoruz.
Cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar arasında bir diğer önemli grubu sarılığa yol açabilen hepatit B ve hepatit C virüsleri oluşturuyor.
Onun dışında yine Türkiye ve tüm dünyada HIV artışta. Bugün tüm dünyada HIV’li kişilerin sayısının 40 milyona ulaştığını biliyoruz.
Cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar her zaman belirti verir mi?
Özellikle akıntıyla seyreden cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar erkeklerin neredeyse yarısında hiçbir şikâyet yapmıyor ne yazık ki. Enfeksiyonu olan kişilerde partner tedavisi de gerekli. Ama hastalığın bulguları bazen ortaya çıkmadığı için bu kişiler tedavisiz kalıyor ve enfeksiyonu yaymaya devam ediyor. Dolayısıyla tanı almayan, buzdağının bir de görünmeyen kısmı var.
Bir de cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar sadece akıntıyla seyretmeyebiliyor. İdrar yaparken yanmaya yol açtığı için bu hastalıklar çoğu zaman idrar yolu enfeksiyonu sanılıyor. Etkene yönelik tedavi verilmediği için yine kişi enfeksiyonu bulaştırmaya devam ediyor.
Ayrıca sifilis (frengi) belirtilerinin ciddiye alınmamasıyla ilgili sorundan söz edebilirim. ‘Şankr’ dediğimiz yara sifilis işareti. Fakat yara ağrısız olduğu için önemsenmiyor ya da fark edilmiyor. Dahası bir süre sonra yara kendiliğinden iyileşiyor ve iz de bırakmıyor. Hastalık da ileri evrelere geçiyor.
Sifilisdeki yara cinsel ilişkinden ne kadar süre sonra ortaya çıkıyor?
Cinsel ilişkiden ortalama üç hafta sonra ortaya çıksa da bazen bu süre üç ayı bulabiliyor. Sert, yuvarlak ve genellikle tek olan yara, bakterinin temas ettiği bölgede görülüyor. Heteroseksüel bir ilişkide yara vajende veya peniste oluyor. Fakat anal seks yapanlarda anüste, oral seks yapanlarda ağızda çıkabiliyor. Yara genellikle birkaç hafta içinde iyileşiyor. Bu arada hastada HIV/AIDS varsa yara birden fazla sayıda olabiliyor.
Erken evrede gerekli tedavi verilmediğinde ‘ikincil dönem’ dediğimiz aşamaya geçiliyor. Bu evrede vücudun çeşitli yerlerinde döküntüler olabiliyor. Özellikle meme altında ve genital bölgede gri lezyonlar sık gördüğümüz belirtiler arasında. Tabii bu dönemde ateş de ortaya çıkabiliyor. Fakat ateşi bazı hastalar fark etmiyor, bazıları da “Grip oldum galiba” diye önemsemiyor. Kısa bir süre sonra ateş de kayboluyor.
Sonraki aşama artık sifilisin vücutta sessiz olarak kaldığı dönem. Sessiz dönemde sifilisin sinir sistemi, kalp ve başka birçok organa zarar verme potansiyeli yüksek. Örneğin kalp damarlarını etkileyerek kalp yetmezliği, ani kalp durması gibi problemlere, eklemleri tutarak kronik ağrılara, beyni etkisi altına alarak menenjit, inme gibi hastalıklara neden olabiliyor. En önemli konulardan biri de sifilisin anne karnında bebeğe geçebilmesi ve bebekte ciddi kalıcı hasarlara yol açabilmesi.
ECDC’nin geçen mart açıkladığı rapora göre sifilis vakaları 2022 yılında bir önceki yıla göre yüzde 34 artış göstermiş. Türkiye’de durum nedir?
Sifilisin hem birinci hem de ikincil dönemindeki hastaları daha sık görmeye başladık. Özellikle döküntüsü, meme altlarında ve genital bölgede gri lezyonları olan hastalara son yıllarda çok sık rastlıyoruz. Uzun yıllardır bu tür vakalarla karşılaşmıyorduk. Dolayısıyla sifilis vakalarının sayısında artış olduğunu tahmin ediyoruz.
Peki akıntıyla seyreden cinsel yolla bulaşan hastalıklar hangileri?
En sık bel soğukluğu ve klamidya enfeksiyonları karşımıza çıkıyor. İki hastalık da kadın ve erkekte idrar yolunda, ayrıca kadında rahim ağzında enfeksiyon yapıyor. Bel soğukluğu daha koyu ve bulanık, klamidya ise daha saydam ve sümüksü bir akıntıya yol açıyor.
Bir de ‘mikoplazma genitalium’ dediğimiz tekrarlayan, tedavisi daha zahmetli ve uzun süren bir enfeksiyon var. Berrak, beyazımsı veya hafif sarı renkte akıntıya neden olabiliyor.
Onun dışında Trikomonas vaginalis dediğimiz bir parazitin neden olduğu hastalığa sık rastlıyoruz. Köpüklü, kötü kokulu, sarı-yeşilimsi akıntıyla seyreden bu enfeksiyonun belirtileri kadınlarda daha belirgin.
Tropikal bölgelerde görülen akıntılı enfeksiyonlar da var ama onları ülkemizde sık görmüyoruz.
Biraz da HPV hakkında bilgi verir misiniz?
Öncelikle cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar arasında en kolay bulaşanı HPV. Temasla bile geçebiliyor. Ayrıca oldukça yaygın görülüyor. En önemli belirtisi genital bölgede ortaya çıkan siğiller.
HPV’nin birçok tipi var ve belli tipleri çok net bir şekilde kanserle ilişkili. Kadınlarda rahim ağzı kanserine, erkeklerde penis kanserine yol açabiliyor. Yine her iki cinste anal bölgede anüs kanserine ve nazofarenks kanserine (burun ve boğazın arkasındaki bölgenin kanseri) neden olabiliyor. Bu nedenle HPV geçirenlerde özellikle HPV’nin kanser yapıcı tiplerine (en bilinilenleri HPV-16 ve HPV-18) karşı tarama yapılması önemli.
HPV’de ortaya çıkan siğiller çeşitli tıbbi işlemlerle yok edilse bile virüs hücre içinde yaşayamaya devam ediyor. Dolayısıyla hücre içinde kanser oluşturma ihtimali yine de var. O yüzden oldukça önemli bir virüs. Neyse ki HPV’nin aşısı var, aşılanarak hastalıktan korunmak mümkün.
HPV aşıları kaç yaşından itibaren yapılabilir?
Cinsel aktif olmadan önce kız ve erkek çocuklarına 11-12 yaşından itibaren öneriliyor. Üst yaş sınırı için eskiden 20’li yaşlar olarak belirlenmişti. Şu anda aşı kararını kişiye göre değerlendiriyoruz. Gerektiğinde 45 yaşına kadar HPV aşısı önerebiliyoruz.
HPV aşısı üç doz öneriliyor. Sıfırıncı doz dediğimiz ilk aşıdan sonra ikinci aşı bir-iki ay sonra yapılıyor. Üçüncü aşı ise altı ay sonra uygulanıyor.
HPV’nin onlarca tipi var. Aşı elbette siğilden de koruyor ama temel amaç kanser yapıcı siğillerin önlenmesi. HPV aşısı en çok kanser ile ilişkilendirilmiş HPV tiplerine karşı koruyucu.
Cinsel yolla bulaşan enfeksiyonların yol açtığı sorunlara dönersek, sifilis ve HPV’nin komplikasyonlarından söz ettiniz. Peki bel soğukluğu, klamidya gibi enfeksiyonların sonuçları neler olabilir?
Cinsel yolla bulaşan enfeksiyonların onlarca olumsuz etkisi var. Örneğin kadınlarda ‘pelvik inflamatuar hastalık’ dediğimiz hem tüplerde hem rahimde kişinin hastaneye yatmasını gerektirecek kadar ağır, ateşle seyreden enfeksiyonlara neden olabiliyor.
Yine cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar tüplere zarar verip kısırlığa yol açabiliyor. Ayrıca anneden bebeğe geçebiliyor, bebeğin ölümüne varacak kadar çok ağır tablolara neden olabiliyor. Erkekte de kısırlık, prostat iltihabı ve idrar yolu enfeksiyonları gibi ciddi sonuçları var.
Bir diğer önemli konu şu: Cinsel yolla birden fazla hastalık da geçebiliyor. Örneğin bel soğukluğu geçiren bir kişi aynı zamanda hayat boyu kronik enfeksiyona neden olabilen Hepatit B, Hepatit C veya HIV gibi enfeksiyonları da kapmış olabiliyor. Hatta cinsel yolla bulaşan enfeksiyonu olan kişilerde diğer cinsel yolla bulaşan enfeksiyonların bulunma ihtimalinin dört kat arttığını gösteren çalışmalar var. Yani cinsel yolla bulaşan enfeksiyon sadece bir antibiyotikle tedavi ettiğimiz, basit bir enfeksiyon değil aslında. Kocaman bir grup. Her enfeksiyon farklı bir sonucu doğurabiliyor.
Antibiyotiklerle tedavi edebildiğimiz hastalıklarda bile artık ciddi sorunlarımız var. Son yıllarda bilim dünyasının en çok tartıştığı şey antibiyotik direnci. Tüm dünyada her gün 1 milyon insanın sifilis, bel soğukluğu, klamidya gibi hastalıklardan birine yakalandığı tahmin ediliyor. Bir de onların partnerleri var. Hatta bazı kişiler çok partnerli. Cinsel yolla bulaşan enfeksiyonların ne kadar büyük etki alanın olduğunu buradan hesap edin. Yanlış tedavilerin verilmesi, partner tedavisinin yapılmaması, enfeksiyonun durmadan tekrarlaması gibi sebepler antibiyotik direnci gelişmesine yol açarak artık bu hastalıkların tedavisinde yetersiz kalıyor.
Kendi pratiğinizde antibiyotik direnciyle karşılaşıyor musunuz? Türkiye’de bu konuda herhangi bir çalışma var mı?
Son yıllarda yapılan bildiğim bir çalışma yok. Fakat özellikle ‘mikoplazma genitalium’ enfeksiyonunda tedavinin kolay olmadığını ve daha uzun sürdüğünü gözlemliyoruz. Bazen farklı antibiyotikler kullanmak zorunda kalıyoruz. Bizim ülkemizde ne yazık ki antibiyotik çok sık ve gereksiz kullanılıyor. Dolayısıyla antibiyotik direnci için yeterli sebebimiz var.
Tedavide kullanılan antibiyotik seçiminden önce mutlaka kültür ve antibiyogram testleri yapılmalı mı?
Evet, bu testler enfeksiyona neden olan bakterinin türünü belirleyip hangi antibiyotiklerin etkili olduğunu gösteriyor. Özellikle bel soğukluğuna yol açan bakteriyi saptamak için akıntının doğru yöntemle alınıp hemen laboratuvara gönderilmesi gerekiyor. “Hemen” dememin sebebi nazlı bir bakteri olmasından. Bu bakteri, çevresel değişikliklere ve uzun süre dış ortamda kalmaya karşı hassas. Doğru sonuçların elde edilebilmesi için numunenin hızlı bir şekilde laboratuvara ulaştırılması gerekiyor. Hasta uygun bir yöntemle örneği kendi de alabiliyor. Eğer bakteri, kültürde üretilirse ona göre bir antibiyotik veriyoruz.
Klamidya, ‘mikoplazma genitalium’ gibi hastalıklarda kültürle değil, bakteriyi NAAT dediğimiz farklı bir yöntemle gösteriyoruz. Daha sonra uygun antibiyotiği veriyoruz.
Tabii hastada ‘pelvik inflamatuar hastalık’ dediğimiz yüksek ateşle seyreden, enfeksiyonun kadının genital sistemine yayıldığı bir tablo varsa hızlıca antibiyotik başlamak lazım. Bu hastalıkta kültür, duyarlılık testleri yapılabilir ama sonuçlar beklenmeden tedavi uygulanmalı. Çünkü ciddi ve acil bir durum. Fakat pelvik inflamatuarı olan hastalar zaten hastaneye yatmak zorunda kaldığı için bu hastalığı ayrı değerleniyoruz. Bu özel durum dışında cinsel yolla bulaşan enfeksiyon belirtisi olan bir hastanın uzmanlaşmış bir hekime giderek hem kültürünün hem de duyarlılık testinin yapılması çok daha uygun bir yol.
Cinsel yolla bulaşan hastalıklarda hangi branştan hekimlere başvurmak gerekir?
Kadınlar genellikle jinekoloğa, erkekler ise ürolojiye gidiyor. Fakat biz enfeksiyon hastalıkları ve klinik mikrobiyoloji uzmanları bu hastaları görmek istiyoruz. Çünkü az önce de söylediğim gibi kişide cinsel yolla bulaşan bir enfeksiyon varsa HIV, Hepatit gibi diğer enfeksiyonlar da olabilir. Dolayısıyla onların da testini yapıyoruz.
Gerekli gördüğümüzde hastayı zaten kadın doğuma göndererek yardım alıyoruz. Enfeksiyon hastalıkları uzmanı doğru danışmanlık, hastalığın doğrulama testi gibi birçok görevi de üstleniyor. Başka branşlarda bazen bir hastaya antibiyotik başlanıyor, belirtiler hafifliyor ama eş tedavisi verilmiyor. Kişi aynı partnerle tekrar devam ettiği için gene enfekte oluyor. Dolayısıyla bu tür süreçlerin yaşanmaması için enfeksiyon hastalıkları uzmanına başvurmak önemli.
Cinsel yolla bulaşan hastalık belirtileriyle size başvuran hastaların cinsiyet dağılımında belirgin bir farklılık gözlemliyor musunuz? Bir de hangi yaş grupları daha sık size başvuruyor?
Akıntıyla seyreden hastalıklar kadınlarda daha gürültülü olduğu için kadınlar daha sık geliyor. Erkeklerin yüzde 50’sinde hiç belirti olmayabiliyor. Aslında hastalığı genellikle erkekler yayıyor. Kadının genital bölgesi mukozadan oluştuğu için daha hassas. Dolayısıyla bu enfeksiyonlar hem daha kolay bulaşıyor hem de belirtiler daha belirgin oluyor. Ama erkekler biraz daha korunmalı çünkü penis deriyle kaplı. Tabii erkekle seks yapan erkeklerde cinsel yolla bulaşan enfeksiyonların bulaş riski daha fazla çünkü mukozal temas daha yaygın.
Yaş gruplarına gelince… Daha çok gençler başvuruyor. Özellikle HIV’de yaşın aşağıya doğru çekildiğini gözlemliyorum.
Cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunmak için önerileriniz neler olabilir?
Öncelikle aşıyla önlenebilir hastalıkları aşılanarak önlememiz gerekiyor. Bunlardan biri HPV aşısı. Cinsel yaşam başlamadan çocukların aşılanması çok önemli.
Cinsel yolla bulaşabilen Hepatit B’nin de aşısı var. Hepatit B, siroz ve karaciğer kanserine kadar ilerleyen bir enfeksiyon. O nedenle mutlaka aşı yaptırmak lazım. Yine erkeklerle seks yapan erkeklerde oral yolla Hepatit A riski yüksek. Hepatit A’nın da aşısı var, riskli gruptakilere mutlaka bu aşıyı öneriyoruz.
Bunların dışında kalan cinsel yolla bulaşan hastalıkların ne yazık ki aşısı yok. Onlardan korunmak için prezervatif öneriyoruz.
Bir de HIV tedavisinde kullanılan haplar, virüsün bulaşmasını önlemek için şüpheli temas öncesi veya sonrasında koruyucu olarak kullanılabiliyor. Bu uygulama henüz ülkemizde onay almadı. Ama özellikle çok partnerli kişilerde ve partnerin sağlık durumu bilinmediğinde koruyucu ilaçların kullanılması tüm dünyada öneriliyor.
Cinsel yolla bulaşan hastalıklar tuvaletten bulaşabilir mi?
Bel soğukluğu, klamidya, mikoplazma genitalium, hepatit, HIV gibi hastalıklar tuvaletten geçmez. Bunların geçmesi için doğrudan cinsel temas ve enfekte vücut sıvılarıyla (kan, meni, vajinal sıvı gibi) temas gerekir. Bir kısmı anneden bebeğe de geçebilir.
Tuvaletten veya havludan bulaş daha çok HPV için konuşuluyor. Ama bu konuda çok net bir verimiz yok. Bu bir tartışma konusu.
Bu arada “HIV öpüşmekle geçer mi?” sorusu da çok sık soruluyor. Normalde geçmez ama ağzınızı kanatacak şekilde bir öpüşme olursa ve kişinin viral yükü yüksekse evet, bulaşabiliyor.
HIV ile ilgili küçük bir not daha düşmek istiyorum. Günümüzde HIV artık kronik bir enfeksiyon ve HIV’i etkili bir şekilde tedavi edebiliyoruz. Anneden bebeğe geçişi yüzde 1’in altına düşürdük. Fakat HIV hâlâ vücudu yaşlandıran bir virüs. O nedenle doğru takip ve tedavi çok önemli. “Ben HIV oldum ama ilacımı aldığım sürece sorun yok” diye düşünmemek lazım. HIV’in yaşlandırıcı etkisini göz önünde bulundurarak bu kişiler daha bütüncül bir yaklaşımla takip edilmeli.