Can Atalay 10 Ekim davasından beraat etti
10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Gününün 2024 teması 'Ruh sağlığını hep birlikte öncelik haline getirelim.' Taşları yerli yerine koymak için psikiyatri uzmanı Dr. Cengiz Arca'ya kulak veriyoruz.
Ruh sağlığını öncelik haline getirmek için sebebimiz hiç de az değil. Ruh sağlığı sorunu yaşayan insan sayısı azalmıyor, artıyor. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 2022 verisine göre dünya çapında 280 milyondan fazla insan depresyonla mücadele ediyor. Buna anksiyete bozukluğu ve diğer hastalıklar da eklenince sayı 970 milyon, kabaca bir milyar kişiye ulaşıyor.
Covid-19 pandemisinin ardından ruh sağlığı sorunları belirgin bir artış gösterdi, öte yandan ergen, genç ve genç yetişkinlerdeki sıkıntılar alarm verici boyutta. Bu durum ruh sağlığı hizmetlerine erişimin önemini bir kez daha vurguluyor. Buna rağmen düşük ve orta gelirli ülkelerde ruh sağlığı harcamaları hâlâ oldukça sınırlı.
Psikiyatri uzmanı Dr. Cengiz Arca ruh sağlığıyla ilgili dört temel konuda sorularımızı yanıtladı.
Psikiyatrik hastalıklarla ilgili insanların son zamanlarda daha fazla bilgi sahibi olduğu kesin. Bundan memnun olduğumu da söylemek isterim. Fakat bazı durumlarla karşılaşıyorum ki bilgi sahibi olmanın psikiyatrik hastalığı olan kişilere iyi gelip gelmediği konusunda kafam karışıyor.
Psikiyatrik hastalıkların, başta depresyon ve anksiyete bozuklukları olmak üzere, oldukça heterojen görünümleri vardır. Yani bir odada birbirine pek benzemeyen yüz depresyon hastası bulunabilir. Bu durum, psikiyatrik hastalıklardaki geçerlilik sorununa işaret eder.
Psikiyatrik hastalıklar, doğada bulunan ve herkesin apaçık gördüğü, tanımı ve tasviri konusunda herkesin uzlaştığı “şeyler” değildir. Elime bir taş alıp etrafımdakilere “Bu nedir” diye sorduğumda “Taş” cevabını alacağıma eminim. Çünkü taşın ontolojik (varlık bilimi) açıdan bir varlığı ve değişmezliği vardır. Psikiyatrik hastalıklar ise çeşitli zamanlarda araştırmalarla birlikte kriterleri değişen hastalıklardır. Bu değişim, çağın ve insanın değişimini yansıtır.
Binlerce yıl önce görülen depresyona benzeyen depresyonlar da olmakla birlikte, bugün daha farklı depresyonlar da görüyoruz. Yani depresyon tanısı zaman zaman yeniden inşa ediliyor ve revize ediliyor. Bu anlattıklarım karışık gelebilir, ancak sürekli değişen bir şeyden sabitlik ve istikrar çıkarmak mümkün değildir. Ruh sağlığı alanında çalışmayan insanlar, bu konulara bir miktar yabancı olabileceklerinden, hastalıklarla ilgili karşılaştıkları durumlara duydukları ya da okudukları bazı şeylerle bir açıklama getirme çabasında olabilirler. Bu çaba elbette anlaşılır. Her insan, etrafında olup bitenlere bir açıklama getirmek ister. Ancak iyi niyetle yaptığımız bazı saptamalar, kafaları daha da karıştırabilir. “Sen depresyona girdin” dediğimiz bir kişi, sevgilisinden birkaç gün önce ayrılmasının yasını tutuyor olabilir. “Depresyonda değilsin bence, bak ne güzel sohbet ediyorsun işte” dediğiniz bir başkası depresyon belirtilerini maskeliyor olabilir.
Her iki durumda da insanların ıstıraplarını görmezden gelmiş oluyoruz. İnsana düşen bir tek görev varsa bu ıstırabı fark etmektir. Her ıstırabın bir ismi olmak zorunda değildir. Anlamak ve yanımızdaki kişiye kapsayıcı bir tutum sergilemek yapabileceğimiz en kıymetli şeydir. Bir hastalığın varlığı ya da yokluğu hakkında kısa sürede verilen kararlar, insanların yeterince anlaşılmadıklarını, önemsenmediklerini hissettirebilir ve bu yaşanan acıyı katlayabilir.
Gündelik sorunlarla psikiyatri semptomlarının yan yana gelmesine çok sık rastlıyorum. Biz buna “psikiyatrileştirmek” diyoruz. Yani her türlü sosyal olayı psikiyatri terminolojisi ile açıklamak ne yazık ki bir alışkanlık haline geldi. İnsanlar bir şeyleri iyi yapmak isteyebilir; illa ki mükemmeliyetçilik olması gerekmez. İnsanlar bazı davranışlarında tutarsız olabilir; bu onları bipolar yapmaz. İnsanlar bazı konularda şüphelenebilirler; bu onları şizofren yapmaz. Bu durum, bu hastalıklardan muzdarip insanları yaralamakta ve damgalamayı artırmaktadır.
Psikiyatride olan hastalıkların tamamı çok öncesinde de vardı. Bunu eski kaynaklardan görüyoruz. Ancak önce tarım toplumuna geçiş, sonra da sanayi devrimi, insan yaşamında büyük değişimler yarattı. Bu dönemeçlerin ardından bazı hastalıkların görülme sıklığının arttığı düşünülüyor. Sosyal medyanın hayatımıza girişi daha yeni sayılır. Elbette etkisi vardır, ancak bir kişide biyolojik açıdan bir zemin yoksa sadece bir reels videosu izlediği için bir yeme bozukluğu olacağını düşünmüyorum. Ancak psikiyatrik hastalıklarda kişi çevresinde olup bitenlere son derece duyarlıdır. İnternette karşısına çıkan bazı şeyler semptomlarını alevlendirebilir.
Öncelikle insanların bu hizmetlere erişimini kolaylaştırmak için çaba gösterirdim. Bu yalnızca profesyonellerin sayısını artırmakla olmaz. Çalışmalar, eğitim düzeyi yükseldikçe ruh sağlığı hizmetine erişimin arttığını gösteriyor. Yani hizmetin ucuza ve daha kolay bir şekilde sunulması yetmiyor. Ruh sağlığı konusunda ve genel anlamda iyi bir eğitimin verilmesi gerektiğini düşünüyorum.