Fenerbahçe’den iki veda, bir merhaba!
Galatasaray, Avrupa Ligi’ndeki altıncı maçında deplasmanda Malmö’yle 2-2 berabere kaldı. Sarı-Kırmızılılar böylece organizasyondaki üçüncü deplasmanından da bir puanla dönerken ‘İlk sekiz’ hedefinin netleşmesini bir sonraki Dinamo Kiev maçına bıraktı
Lig formatıyla oynanan Avrupa Ligi cephesinde son dönemeçleri kazasız atlatırken ‘İlk sekiz’ hedefini de garantilemeyi hedefleyen Galatasaray, dün İskandinav topraklarında Malmö deplasmanındaydı. İsveç futbolunun klasiklerinden sayılan Mavi-Beyazlı ekibi bu sezon daha önce İnönü’de, Beşiktaş karşısında izlemiştik. Genç, dinamik, yer yer organize ama yaratıcılık yoksun bir görüntü çizmişlerdi İstanbul deplasmanında. Kuşkusuz kendi sahalarında daha agresif oynayacaklardı. Nitekim mücadeleye oyunu Sarı-Kırmızılıların sahasına yıkarak ve arka arkaya pozisyonlara girerek başladılar. Kimi tehlikeli atakları konuk takımın defansı tarafından savuşturulduktan sonra 25’te ev sahibi, golcüsü Erik Botheim’ın, Metehan’ın pozisyon hatasından da yararlanarak vurduğu kafayla öne geçti.
Genel manzara İstanbul temsilcisinin, Kuzey ekibi karşısında oyun hâkimiyeti kuramadığı ve baskı karşısında çaresiz göründüğüydü. Davinson Sanchez’in sakatlığıyla oyuna giren Kerem Demirbay ve kimi dokunuşlarla saha içi kurgunun değişmesi, resmi farklı hale getirdi. Nitekim Demirbay’ın isabetli ortasında ceza sahası içinde nöbette olan Jelert, Galatasaray formasıyla ilk golünü kaydederken beraberliği de sağlıyordu.
Sözün özü ilk yarıya Malmö etkin başlamış, sonrasında Sarı-Kırmızılılar sazı eline almıştı. İkinci perde de konuk ekibin hâkimiyetinde başladı. Devre başlarında Yunus Akgün organizasyonda beşinci golünü atıp takımını öne geçirirken vuruşunda tıpkı son Sivasspor mücadelesindeki sayısında kaleci Nikolic’in topu elinden kaçırması gibi İsveç temsilcisinin 17 yaşındaki üçüncü kalecisi Persson’un hatası da ön plandaydı. Bu gol 56’da gelmişti ve kalan upuzun sürede Galatasaray’ın farkı açmak için bulduğu pozisyonlar vardı. Ama olmadı, Aslan atamadığı gibi son bölümde skoru korumak adına geri çekilerek rakibi sahasına adeta çağırdı ve onlar da bu isteği geri çevirmeyerek aradığı golü buldu. Mücadele 2-2 sona ererken Sarı-Kırmızılılar Avrupa Ligi’ndeki üçüncü deplasmanından da beraberlikle dönmüş oldu.
Dünkü karşılaşma, tıpkı önceki kimi maçlar gibi hem ders niteliğindeydi hem de Okan Buruk’ın geçmişteki kimi kayıplardan bir türlü tecrübe edinmediğini gösterir nitelikteydi. Süper Lig bizim ‘iç sularımız’ ve burada hem futbolumuzun genel refleksleri hem de Galatasaray’ın diğer takımlara göre çok üst düzeyde seyreden kadrosu meseleleri hallediyor. Avrupa cephesine gelince eğer rakip ‘birinci sınıf’ etiketi taşıyorsa Okan Buruk da oyuncuları da sanki bu randevuları birer ‘vitrin maçı’ olarak görüyorlar ve üst düzeyde performanslara soyunuyorlar (geçen sezonki Bayern, Manchester United; bu sezonki Tottenham Hotspur mücadeleleri gibi). Amma velakin iş kadroları düşük bütçelerle oluşturulmuş, takım oyununu öne çıkaran, yıldızlardan ziyade fiziki mücadeleye, dayanışmaya, paylaşıma dayalı rakiplerle karşılaşmaya gelince Galatasaray bocalıyor. Hele ki o rakipler İskandinav temsilcisi olursa bu bocalama daha bir netleşiyor. Bu reflekste rakibi küçük görme türünden bir psikoloji de etken olabilir ama her seferinde aynı engellere takılmanın da üstesinden gelmek gerekiyor.
Evet, dün Galatasaray sahaya kimi önemli eksikliklerle çıktı, üstüne üstlük Sanchez de mücadelenin ilk bölümünde sakatlandı. Ama bu tür durumlarda takımın kendi gücü, oyun hafızası, yedek kuvvetleri devreye girer. Daha önce de birkaç kez altını çizdim; Okan Buruk futbolculuk kariyerinde önemli bir Serie A deneyimi yaşadı, dolayısıyla ‘Katenaçyo’nun havasını, ruhunu tattı. Teknik direktörlük serüveninde de Türkiye’de defansıyla ayakta durmak zorunda olan ‘Anadolu takımları’nda görev yaptı. Ama bütün bu tecrübelerine rağmen Galatasaray’da halledemediği başlıca sorun savunma hattı görünüyor. Sarı-Kırmızılılar çok kolay gol yiyor, dün üstelik sonlara doğru skoru tutmak için yaptığı hamleler de işe yaramadı.
Malmö maçının en önemli kazanımı ise sanırım attığı golle özgüveni yerine gelen Elias Jelert oldu, genç Danimarkalı kaydettiği beraberlik sayısından sonra oyunda çok daha fazla göründü, rol üstlendi. Ben Metehan’ın ise biraz daha pişmesi gerektiği kanaatindeyim ama bu tür maçlarda forma giyerek piştiğini görmek mümkün tabii ki. Batshuayi ise takımın en zayıf halkası belki de, umursamaz bir tarzı var ve sürekli uygun pozisyonları harcıyor, basit bir çevre kontrolüyle üstesinden geleceği ofsaytta kalma sorununu bile halletmemekte ısrar ediyor. Belçikalı eline geçen fırsatları değerlendirse fark açılacaktı ama bunu başaramadı ve bir anlamda rakibin de skor olarak oyunda tutunmasını sağladı.
Sonuçta dün Galatasaray, doğru dürüst yaratıcı bir futbolcuyu kadrosunda barındırmayan, bu niteliğe sahip tek ismi eski bir ‘futsal’ oyuncusu Taha Ali (o da dün ikinci yarıda sahne aldı) olan ama eksikliklerini takım oyunu, mücadele gücü ve yardımlaşmayla çözen Malmö karşısında galip gelemedi. Bir başka deyişle de Volvo’nun, IKEA’nın, Abba’nın ve de tabii ki Ingmar Bergman’ın (meraklısına: başlıktaki ‘Kuzey Işığı’ onun bir filmine göndermedir) memleketinden bir puanla dönerek ‘İlk sekiz’ hedefinin netleşmesini evinde oynayacağı Dinamo Kiev randevusuna bıraktı.
Elde edilen sonuçlar itibariyle Sarı-Kırmızılılar keyifli ve başarılı bir sezon geçiriyor. Takım son yenilgisini Şampiyonlar Ligi play-off turu rövanşında Young Boys karşısında aldı ve dünkü mücadeleyi de dahil edersek son 18 maçında mağlubiyet yüzü görmedi. Bu bardağın dolu tarafı; boş tarafı ise şöyle: Avrupa Ligi’nde nispeten kolay bir fikstürle ‘Altıda altı’ yapma ihtimali yüksekti; çünkü sekiz maçlık serüvende Galatasaray’ı zorlayacak iki rakip vardı; Tottenham ve Ajax. İlk engeli aştılar, ikinci engel ligin son haftasında.
Bence Okan Buruk’un ve futbol kamuoyumuzun hesaplaşması gereken nokta şu: Bütçeleri çok çok altımızda olan, yıldızlardan yoksun takımlara karşı (Riga, AZ Alkmaar ve Malmö) niye takılıyoruz, kurduğumuz ışıltılı kadrolar bu kâğıt üzerinde kolay görünen dönemeçleri niye aşamıyor? Buruk Galatasaray kariyerinde onca başarısına karşın bence bu sorunu aşmayı şu ana kadar başaramadı, umarım diğer maçlarda edinemediği tecrübeyi dün geceki Malmö sınavıyla edinmiştir. Hoş artık takımın önünde ‘küçük bütçeli’ zor bir viraj (!) da kalmadı, RAMS Part’ta alınacak Dinamo Kiev galibiyeti muhtemelen ‘İlk sekiz’in garantilenmesi anlamına geliyor. Sonraki rakipler de Avrupa Ligi dahilinde çizginin üstündekiler olacak gibi…