ABD’deki Türkiye konulu konferansta Ermeni protestoculardan sözlü ve fiziksel saldırı
Milli takım çok genç, henüz yolun çok başında; nitekim gençliklerinin, tecrübesizliklerinin göstergesi olarak Çekya maçını sakince oynamayı çoğu kez başaramadı. Şimdi rakip Avusturya. İşimiz zor.
Malum coğrafya kaderdir! Bu toprağın en iyi ifade biçimlerinden biri kaos olduğu için ülkenin futbol takımını anlatan en uygun tanım da yine kaos olabilir. Turnuvasız geçen dönemlerin sonunda ilk kez boy gösterdiğimiz ‘Euro 96’dan bu yana ne zaman bir şampiyonaya gitsek kaosu da beraberimizde götürüyoruz. Bazen maçlar, bazen kadrolar, bazen basınla ilişkiler, bazen federasyon derken artık ‘Sosyal medya’ çağındayız ve herkesin fikrinin olduğu bu sporda bir de bakıyoruz ki gerçekten de neredeyse 85 milyon teknik direktör var ve hepsinin görüşlerini bir şekilde görüyoruz, duyuyoruz.
Euro 2024’de de aynı görüntü bir kez daha kendisini tekrar ediyor. Alınan bir galibiyetle göklere çıkarılan takım, peşi sıra gelen bir mağlubiyetle yerin dibine batırıldı, idmandan yansıtılan bir görüntüyle kaotik hava büyütüldü, teknik direktör yerin dibine sokulmaya çalışıldı. Öte yandan ülkenin atmosferine çok uzun zamandır hâkim olan ‘kutuplaşma’ gerçeği bu kez kulüp takımları üzerinden yeniden tanımlandı ve olmayan bir kriz büyütüldükçe büyütüldü… Türkiye, bu şartlar altında yer aldığı F Grubu’nun son maçına dün gece Hamburg’ta çıktı ve rakip Çekya’ydı. Üçüncü maçlar itibariyle her cephede sonraki turun hesaplarının yapıldığı, kimin kimle eşleşeceğinin de tartıldığı bir ortamda mesele çok basitti; bir puan ikincilik unvanıyla buluşmamıza ve tur atlamamıza yetiyordu. Çeklerin de hesabı netti, bir üst tura uzanmak için galibiyetten başka seçenekleri yoktu. Rakip sertti ve önemli bir futbol ekolünün günümüzdeki uzantılarıydı. Euro 76’da dönemin en güçlü takımı Federal Almanya’yı yenip şampiyon olmuşlardı, Euro 96’da final oynamışlardı ama bizim futbol kültürümüz malum, hemen rakibi küçümser, aşağılar, “Havada karada yeneriz” der geçeriz. Lakin maç başlayınca gördük ki karşımızdaki gerçekten geçilmesi zor bir engeldi…
#ÖZET | Çekya’yı son dakikada deviren Milliler son 16’da!
Rakibimiz Avusturya 🆚
🇹🇷 Hakan Çalhanoğlu’nun klas golü ve Cenk Tosun’un bitirici vuruşu…
📽️ İşte #BizimÇocuklar‘a son 16 biletini getiren maçın özeti: 👇 pic.twitter.com/S2UuR6B0kA
— TRT Spor (@trtspor) June 26, 2024
Mücadele öncesi onların oyun planı aşağı yukarı şöyle olacaktı; galibiyet gerektiği için saldıracaklar, biz de hızlı oyuncularımızla kontraya çıkacak ve böylelikle skor elde edecektik. Lakin Antonin Barak’ın maçın henüz 20. dakikasında ikinci sarıdan kırmızı görmesi bütün planlarımızı bozdu! Çünkü hücum oynama denklemi üzerimize kaldı ve “11’e 10” Çekleri çözmek zorunda kaldık. Ve tabii ki çözmekte zorlandık.
İkinci yarının başında bulunan gol işimizi kolaylaştıracak gibiydi ama rakip eksildikçe çoğalanlar sınıfındaydı ve güçlü fizikleriyle oyuna ağırlıklarını koydular. Öte yandan takımın en önemli artısı olan gençlik burada devreye girdi ve sakin olmak yerine panik herkesi sardı. Basit pas hataları, belki bilinçaltından filizlenen oyunu geride kabul etme histerisi, el ayak dolaşma durumu derken hâkimiyet Çeklere geçti. Nitekim faul kokan bir pozisyonda beraberliği de elde ettiler. Kalan bölümlerde Türk Milli Takımı’nın sevenlerine her daim hissettirdiği o duygu yeniden geldi; öldük öldük dirildik! Zaman geçmek bilmiyor, oyunu soğutma becerimiz bir türlü Volksparkstadion Hamburg’un çimlerine uğramıyordu. Nihayetinde oyun ‘Topu alan karşı kaleye’ döndü ve iki taraf da kaptığı toplarla ileri çıkıp nakavtı getirecek yumruğu aramaya başladı. Bu arada sonralara doğru Çekler de fiziken düştü, yorgunluk emareleri gösterdi. Kaptığımız toplarda çok sayıda oyuncuyla yüklenirken aradığımız golü bulduk ve hem ilk turu altı puanla ikinci sırada kapadık hem de ilk 16’da Avusturya’yla eşleştik…
Onca eleştiri oklarının eşliğinde çıktığımız maçta Portekiz karşısında ortaya konan kötü oyun pusuda bekleyenler için fırsat doğurmuştu. Evet, teknik patron Vincenzo Montella’nın da hataları vardı ama tarihinde takımı ilk kez birinci olarak şampiyona taşımış, altıncı kez katıldığımız bir organizasyona ilk kez galibiyetle başlamış bir takımın hocasına bu denli ağır eleştiriler bana çok mantıklı gelmiyor. “Ne var, bakın İngiltere’ye, Southgate’i yerin dibine sokuyorlar” da yeterli bir done değil, çünkü onlar bu oyunun icatçısı, en pahalı lige ve kalburüstü yıldızlara sahipler. Bizim tarihimiz ise o kadar çok eksik sayfayla dolu ki? Montella nihayetinde çıkıp “Daha önce ne yaptınız da benden sürekli başarı istiyorsunuz?” dese ne cevap vereceğiz? Neyse, bunlar ayrı tartışma konuları.
Daha önceki milli maç yazılarında da belirttim, bu takım çok genç, henüz yolun çok başında; nitekim gençliklerinin, tecrübesizliklerinin göstergesi olarak dün maçı sakince oynamayı çoğu kez başaramadılar. Daha çok deneyime, daha akil olmaya ihtiyaçları var ve bunu da zaman içinde kazanacaklar.
Bizde futbol çoğumuz için hayatlarımızdaki eksiklikleri ört bas etme alanıdır. Dolayısıyla yaşlarımız ne olursa olsun duygusallığımızı ön plana çıkarır ve her daim bir ergen davranarak gencecik fidanlar üzerinde sevinçlerimizi yaşar, öfkelerimizi yansıtırız. Biz oyuna değil ‘Kazanma kültürü’ne sevdalıyızdır. Bu yüzden de hep galip gelmeyi bekler, futbolun üç seçenekli bir spor olduğunu unuturuz.
Bu psikolojik refleks oyuncularımızı da kadar, onların gelişme çizgilerinin de sekteye uğramasına neden oluruz. Örneğin Arda Güler. Son derece yetenekli, dünya çapında bir ‘yıldız adayı’. Bakın, henüz yıldız değil, adayı diyorum. Bu gencecik filizi o kadar ilgiye boğmuş, hemen zirveye oturmuşuz ki dün futbolun bir takım oyunu olduğunu unuturcasına bir performans ortaya koydu. Her topu kendi kullanmaya çalıştı, çok fazla bireysel takıldı. Ama gençtir, kendisini düzeltecek ve tekrar bir bütün parçası olacak zamanı var. Ancelotti-Montella gibi önemli durak arasında gelişen ‘İtalyan patentli’ güçlü bir hat onu tekrar rayına sokacaktır diye düşünüyorum.
Dünkü gollerden birinde Hakan Çalhanoğlu’nun imzasının olmasına çok daha sevindim, eski yuvası Hamburg’ta bu sevinci yaşaması ayrı bir parantezdi. Ama ondan öte maç öncesi basın toplantısında gözyaşlarını dökecek kadar baskı uyguladığımız bir isim olması ve nihayetinde kendini bir şekilde göstermesi de önemliydi. Diğer golde de Cenk Tosun imzası vardı. Montella’nın belki kendi takıntısı, Hırvatistan maçında uyguladığı plan tutmuştu ve çok uzun süredir takım klasik golcü hüviyetine sahip bir isimden yoksun olarak sahaya çıkıyor. Futbolda durum değerlendirmesi kolay, galip gelindiğinde sorun yok, mağlubiyette ise olmayan isimler üzerinden değerlendirme yapılıyor. “Takım yenildi o halde elde kimi forvetler var, niye oynamıyorlar?” Neyse, dün Cenk sahne aldı, bence gole kadar ileride top tutma özelliğini pek gösteremedi ama klasik forvet vuruşuyla sonuç alarak galibiyete imza attı. Bu arada oynamayanlar üzerinden eleştiri meselesine şu pratik örnekle bir kez daha hatırlatmak isterim; Portekiz maçına Montella tefe konulurken “Elinde Arda gibi, Kenan gibi isimler var, niye oynatmıyorsun?” dendi. Dün Portekiz’in çok daha altında bir kalibreye sahip Çekya karşısında iki oyuncu da forma giydi ama işler hiç de öyle beklendiği gibi olmadı.
Çekler karşısında birçok eksik görüntüye rağmen takımın her parçası elinden geleni sahaya döktü, imkânları, yetenekleri ölçüsünde mücadele etti ve nihayetinde zor da olsa galibiyet geldi. Bir ‘Terminatör’ edasındaki Barış Alper Yılmaz, dün yine o muhteşem fiziğiyle ayakta kaldı, Çeklere çok zor anlar yaşattı, rakipler için her zaman gerçek bir sorun olduğunu bir kez daha hatırlattı, gösterdi.
Şimdi rakip Avusturya. İşimiz zor, başlarında ‘Post-modern futbolun’ icatçılarından Ralf Rangnick var ama bence yine de kimi diğer rakiplerin yanında geçebilme ihtimali yüksek bir viraj. Alpler’i geçmemiz ve çeyrek finale yükselmemiz dileklerimle.
Bu arada bir not düşmezsen kendimi eksik hissederim; dünkü Rumen hakem Istvan Kovacs’ın yediğimiz goldeki kaleciyi şarjı görmemesi hariç maçı iyi yönettiği kanısındayım. Ki o pozisyona bile bir şey diyemem, Mert’in topa tam hâkim olmadan elinden kaçırdığına hükmetti sanırım. Ama iki taraf için de mesafeliydi ve gördüğünü çaldı. Bizimkilere sarı kart çıkartırken maçı nakleden spikerimiz o klasik hastalığımıza yakalandı ve Istvan Kovacs’ı hedef göstermeye çalıştı. Bunu yaparken de “Ben aslında hakeme eleştirmem ama” savunusuna sığındı. Rakibi maçın 20. dakikasında eksik bırakacak kartı gösteren bir hakem niye bize karşı olsun? Oyunu tutamadığımız ve gereksiz kartları gördüğümüz aşamalarda yine suçu başkalarında bulmak bizim o klasik reflekslerimizden biri. Dün maçı bu hallere getirmemek kendi elimizdeydi ve nihayetinde yine kendi çabalarımızla galibiyete uzandık. Hakemi hedef göstermek nafileydi bence.