Euro 2024’te boynuzlar kulağı geçti!
Bu kadar kaosun, kokuşmuşluğun, adaletsizliğin ortasında yeni yıldan ne bekleyebiliriz? Futbol ligleri batık da belki biraz Olimpiyatlar, biraz da Euro2024 umut vadedebilir. Peki güvenebilir miyiz bu ülkeye? Net konuşuyorum: 2024 kötü geçecek.
Bu yazı yeni yıl dilekleri için yazılacaktı. Geride bıraktığımız yılın pek de yazılacak yanı yok oysa. Yaka silktik, oyundan soğuduk, hayata küstük. Bir 10-15 günü çıkarın, geriye sadece dert tasa kalır. Tamamen de yemeyelim hakkını, futbol olmayan sporlara bakınca insana bir ferahlık gelmedi değil. Kadın Milli Voleybol Takımı var bir kere. Yok o bir kere değil, en az dört kere var. Bir üç gün Mete Gazoz kutlamalarını ekleyin. Alperen Şengün de birkaç günümüzü kurtarır. Hadi Olimpiyatlara ilk kez takım kotası alan jimnastikçilerimiz ve Arda Güler için çentik atalım biraz da… Neresinden toplarsanız toplayın bir işe yaramaz. Ve asla 40 yapmaz. Çünkü futbol var.
Şampiyonluk gününde, şampiyon takıma verdiği mutluluk dışında her hafta birilerini mutsuz eden bir spordan bahsediyoruz. Öyle bir domine ediyor ki her şeyi, sporun kendisinden zevk almak imkânsız hale geliyor. O yüzden geçmişe bakarak kendimizi karamsarlaştırmanın alemi yok. Aklın ve duygunun kötümserlik çukurundan çıkması epey zor. Biraz iradeye alan açalım, belki önümüzdekinden bir şey çıkar dedim ve önümüze bakmaya karar verdim. Gelin görün ki önümüz de pek aydınlık gözükmüyor! Böyle başlayan, böyle sürüp giden şey nasıl değişir ki?
Daha önce de böyle miydi? Bu kadar karamsar mıydık? Bunu düşünerek eski yazılara giriştim bi’. Sonuçta benzer yazı konularında kendi sözünün takipçisi olmak güzel. Eski yazıları dallamak, aralarında gezinmek de pek bir zevkli. Değişen ne oldu, ruh hali ve tespitler yıllar içinde nasıl salındı, bir bakayım dedim. Gördüm ki müthiş bir tutarlılık var! İnişli çıkışlı olmakla eleştirilir ya memleket, gelip buraya baksınlar. İstikrar abidesi! Her geçen gün daha kötüye gitmekle yeminli!
2006 yılbaşında şöyle yazmışım: “Peki ya memlekette olan biten? Olanlar kötüydü ve biten çok şey vardı ne yazık ki! Avrupa’da neredeyse sıfırı tükettik, tartışmayla kendimizi bitirdik, hep beraber her şeyden yaka silktik. Bir seçim var önümüzde. Futbolun dümenine kim oturacak diye bekliyoruz. Var mı yeni bir yüz? Var mı sportif başarı dışında yeni bir şey vaat eden? Siyaset edenlerin süngüleri altında geçecek bu seçimde futbol adına ufuk açacak bir patika olsun çıkabilir mi? Oyunun iyiliğini, selametini arayan bir tek oy var mı?”
2016’da ise daha pandemi görmeden şöyle bir karamsarlığın içine düşmüş kalemim: “Time’da Yılın İnsanı’nı seçiyorlar ya, Azrail’i seçmeyi önermişler. Haksızlar mı? Son yılların pek matah olduğu söylenemez ama 2016 çıtayı çok yükseğe koydu. Felaketler, kıyımlar, acılar, dertler, kayıplar dünya karması oluşturup atak üstüne atak yaptı. Hiçbir hattı savunamayacak kadar aciz durumlara düştük, gol üstüne gol yedik. Artık hepimiz iyi biliyoruz; şu ana dek bildiğimiz dünyanın sonu geldi. Artık yeni bir çağ başlıyor. Sporda durum daha da feci.”
Oysa futbol bile güzel başlamıştı sezon başında. Açık söyleyeyim gözlerime inanamamıştım. Genç yetenekler ihraç ediliyor, artık gelmez denen yıldızlar geliyor, şampiyonluğa oynamayan takımlar güzel kadrolar kuruyor, kariyerli ya da geleceği parlak teknik adamlar transfer ediliyordu. En önemlisi Türkiye’de futbolun lokomotiflerinden iki takım harika kadro kurmuşlardı ve müthiş bir rekabet bizleri bekliyordu. Ama daha sezon bitmeden ne oldu? Bir anda ‘kaos sistemi’ bir devreye girdi ve gene girdaba sürükleniverdik. Tamam, yılın son günlerinde Suudi Arabistan meselesiyle bir yüzler güldü. Ama onun da devamı gelecek gibi durmuyor. Tersine, yoğun bir kaygı bulutu sardı yine gökyüzünü. Yetmedi bir de ekonomik kriz iyiden iyiye baş gösterdi. Altımızdaki zemin artık eskisinden de kaygan.
Böyle bir durumda nasıl bakacağız yeni yıla? Umutlanabileceğimiz bir Olimpiyat Oyunları var Paris’te, bir de iyi bir takımla gideceğimiz Euro 2024. Evet, yaz aylarında içimiz ısınabilir. Peki güvenebilir miyiz bu ülkeye? Bu ortama? Bu kültüre?.. Şöyle bir baktım da her yeni yıl yazısının sonunu birtakım alavere dalavereyle umuda bağlamışım eskiden. Bu sefer öyle yağma yok. 2024 kötü geçecek. Teselli olamayacak kadar az güleceğiz. Bu gerçeği kabullenelim.
Ocak 2008’den bir alıntıyla bitireyim: “Eğer acımasızlaşan futbol sektörüne karşı sosyal güvenlik hamleleriyle hız tümsekleri oluşturmazsak, fizik mücadeleden kaçarsak, omuz omuza koşmazsak futbolun efendileri arkadan müdahalelerini daha da artıracak. Bu yüzden hepimiz birbirimizin kademesine girmeliyiz. Yoksa bu gidişle daha çok gol yeriz.”
2024’te gol yememe ihtimalimiz var mı sizce? Bence yok. O yüzden benim tek dileğim var: 2025 Ocak ayında bu yazıyı yazdığım için özür dilemek. Nokta.