Türkiye ile Mısır karşılıklı büyükelçilerini atadı, yani iki ülke sonunda barıştı. Ama bu atama çok sembolik bir tarihte, tam da Sisi'nin darbeyle iktidara gelişinin 10'uncu yıldönümünde yapıldı. Ertuğrul Özkök bu sembolizmi yorumluyor.
Evet hepimiz atlamışız.
Meğer gözümüzün önünde çok sembolik tarihi bir gelişme olmuş…
Ama Kılıçdaroğlu’ndan başka konu görmeyen siyaset yazarlarımız, konuşan kafalarımız, dış politika yazarlarımız…
Bendeniz…
Hepimiz atlamışız.
Dün Hürriyet’te Sedat Ergin’in yazısını okurken farkına vardım olayın.
Merakınızı fazla gıcıklamadan konuya gireyim.
4 Temmuz günü, yani geçtiğimiz salı, şu oldu.
Türkiye ve Mısır karşılıklı olarak büyükelçi atama kararı aldı.
Böylece iki ülkenin 10 yıl önce kesilen büyükelçilik düzeyindeki diplomatik ilişkisi yeniden kuruldu.
Bu da bölgenin en büyük devletlerinden ikisinin, aralarındaki düşmanlığa son verdikleri anlamına geliyordu.
Yani “Artık aramızdaki savaş bitti” diyorlardı.
Benim 10 yıldan beri savunduğum bir şey olduğu için gönülden destekledim ve destekliyordum bu kararı.
O gün çok önemli bir şeyi atlamışız.
“4 Temmuz” tarihini…
Dün Sedat Ergin hepimize hatırlattı.
Meğer 4 Temmuz, Mısır’da “Sisi darbesinin” yapıldığı tarihmiş.
Darbe 3 Temmuz öğleden sonra başlamış, 4 Temmuz sabahı tamamlanmıştı.
Yani Türkiye ile Mısır, bu “Darbenin 10’uncu yıldönümünde” el sıkışarak, aralarındaki diplomatik savaşa son verdiklerini ilan etmişlerdi.
Şimdi bu “4 Temmuz” tarihi de nereden çıktı diye sormaz mısınız…
İki ülke arasında “Diplomatik savaşların anası” o gün başlamıştı.
Biz 4 Temmuz 2013 gününden itibaren Mısır’a ve Sisi yönetimine karşı büyük bir diplomatik savaş başlattık.
Bütün dünyada Sisi aleyhtarı kampanyanın silahşörlüğünü yaptık.
Aradan geçen 10 yıl geçti..
Mısır’da ve Sisi’nin pozisyonunda hiçbir bir değişiklik yok.
O gün darbeci idiyse…
Bugün de aynı özelliği ile iktidarda.
Öyleyse değişen kim?
On yıldır Sisi’ye “Darbeci” diyen, bütün Arap alemini, dünyayı ona karşı harekete geçirmeye çalışan, Rabia işaretini kendi seçim meydanlarının sloganı haline getiren, Birleşmiş Milletler’de Sisi var diye masaya oturmayan Türk tarafı…
Şimdi, 4 Temmuz gibi sembolik bir günde, hem de Sissi’nin iktidara gelişinin 10’uncu yılı gibi yine çok sembolik bir günde büyükelçilik anlaşmasını açıklayarak bütün dünyaya şu mesajı verdik:
“Sisi artık gözümüzde meşru bir devlet başkanıdır. Ve biz darbe ile ilgili iddialarımızdan vazgeçiyoruz…”
Kafamda gazeteci olarak iki soru var.
Bugün tesadüf müydü yoksa özel olarak mı seçilmişti?
Yoksa bakanlıkta böyle bir güne rastladığını farkeden kimse olmadı mı…
Tabii son ihtimal de şu.
Özel olarak seçildiyse, bu tarihi kim teklif etti?
Rejimi değiştiren Anayasa’yı 12 Eylül günü referanduma sunan, son seçimi 14 Mayıs’a koyacak kadar sembolizm düşkünü Ankara böyle “Çok özel bir günü” nasıl kabul etti?
Hemen söyleyeyim. Benim için hiç önemli değil.
Cesur bir adım bu.
Sanmayın ki eleştireceğim, tam aksine bütün kalbimle destek veriyorum.
Ama Sedat Ergin’in bıraktığı noktadan bir adım öteye gideceğim ve 4 Temmuz günü atılan bu adımın adını tam olarak koyacağım.
Benim için;
4 Temmuz günü atılan bu imza; Türk dış politikasının “Kızılelma” anlayışından çıkıp, tekrar “Misak-ı Milli” politikasına dönüşüdür.
Adını koymak istediğim bir ikinci şey de şu.
4 Temmuz günü atılan imza;
Türk dış politikasının “İhvan” bağımlılığından kurtulup, tekrar “Ulusal çıkarlar” anlayışına dönüşüdür.
Bunun sonu da şudur:
“Dış politikada Ahmet Davutoğlu hayalciliğinin bitip, tekrar ‘Yurtta Sulh, Cihanda Sulh’ anlayışına dönüş.”
Şu gerçek artık bütün açıklığıyla karşımızda.
Cumhurbaşkanı Erdoğan kendini ne zaman “İhvan eksenli” dış politika anlayışından kurtardıysa, o zaman dış politikada olağanüstü başarılara imza atıyor.
Mesela Rusya-Ukrayna Savaşı’ndaki tutumu…
Olaya tamamen Türkiye’nin ve Türk halkının çıkarları açısından bakıyor ve gerçekten başarılı.
Mesela İsveç’in NATO’ya alınması…
Ama ne zaman çocukluk hayallerine, İhvan duygusallığına girdiyse, Türkiye açısından sonu son derece ağır hezimetlerle karşılaştık.
Mesela Suriye…
Orada Müslüman Kardeşler iktidara gelir duygusuyla, sınırımız dünyanın bütün direnişçi fanatiklerine açıldı.
Sonuç tam bir felaket oldu.
Sınırımız Peşaver’e döndü.
Türkiye’nin altından kalkamayacağı bir göçmen sorunu ortaya çıktı.
Mesela Körfez ülkeleriyle ilişkiler.
Türkiye’nin menfaatleri hiç dikkate alınmadan sırf Müslüman Kardeşler’e destek olmak için Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ile düşmanlık yaratıldı.
Mesela Mısır…
Sırf orada Müslüman Kardeşler’in lideri Mursi başkan olacak diye Mısır halkının da büyük kısmını karşımıza aldık.
Mesela Sudan…
Hepsi Türkiye açısından felaketle sonuçlandı.
Akdeniz’de tek başımıza kaldık.
Şimdi bu İhvan enkazı yavaş yavaş kaldırılıyor ve Türkiye dış politikasında Cumhuriyet’in kurduğu fabrika ayarlarına dönüyor.
Dışişleri’nin başında gerçekçiliği ve konuşmaktan çok iş yapmasıyla tanıdığımız bir insan var.
İhvan ve Müslüman Kardeşler, bugün bütün İslam aleminin siyaset ufkundan silindi.
Dolayısıyla Türkiye’nin de bu İhvan ümmeti hayalinden kurtulması çok iyi oldu.
Bu ülkenin sağlam ve milli çıkarlara uygun dış politikasının çok başarılı mimarları olan eski sefirler, büyükelçiler yıllardır “Monşer” diye küçümsendi aşağılandı.
Madem Sissi ile barışacak bir noktayla gelebildik…
Artık o insanlara da başka türlü bakma zamanı geldi.
Çünkü “4 Temmuz Mutabakatı” bize onların Orta Doğu politikalarının doğru olduğunu bir kere daha gösterdi.
24 Aralık 2024 - Başörtülü kadının kelepçelendiği gece Ankara ve Manisa’da yaşanan üç olay
21 Aralık 2024 - Bu 32 blucin efsanesinden kaçını tanıyorsunuz?
20 Aralık 2024 - 6 Aralık akşamı Fahrettin Altun’un adamları CNN rejisini neden aradı?
19 Aralık 2024 - Bir Türk YouTuber’ın en derin mağara rekoru: Tam 185 milyon