‘Tango’ya devam…
‘Yaratıcının sancıları’ ya da ‘depresyon alegorisi’ şeklinde tanımlanacak ‘Grup Terapisi / Thérapie de groupe’ üçlemesi, kendisiyle dalga geçen bir sanatçının zekice dokunuşlarının eşlik ettiği eğlenceli bir yolculuk. "Okunması gereken bir özel çizgi roman" diyor ve tavsiye ediyorum…
Bir sanatçı için en büyük problemdir ışığını, rotasını, ilhamını kaybetmek… Çizgi roman âleminin parlak kalemi Jean-Eudes de Cageot-Goujon’un başına gelen de tam olarak budur… Bir yaratıcılık krizinin eşiğindedir ve artık ne yapacağını, nereye yöneleceğini, sanatının nereye evrileceğini bilemez durumdadır. Bir zamanların o el üstünde tutulan, deha muamelesi gören çizeri yalpaladıkça yalpalıyordur. Eşinden, çocuklarından ‘yardım’ ister; özellikle çocuklardan. Çünkü onlar gençtirler, yolun başındadırlar, farklı fikirleri, farklı yaklaşımları olabilir. Lakin arada kuşak farkı ve bakış açısı vardır.
Sürekli olarak konuk olduğu TV programının sunucusu Jean-Jacques ise ona Nietzsche’nin şu sözünü hatırlatır: “Dans eden bir yıldız doğurması için insanın içinde bir kaos olmalıdır.” Jean-Euedes sanki bu söze kulak verir ve kendince kaosun peşinde koşar; farklı ruh durumlarına girer, yolu akıl hastanesine kadar uzanır… Sonrasında yeniden ailesine kavuşurken sanatsal arayışını sürdürür, ‘asrın fikri’ni bulmaya koyulur…
Çizgi roman yazar ve çizeri Manu Larcenet, Fransız-Belçika ekolünün günümüzdeki temsilcilerinden… 1969 Issy-les-Moulineaux doğumlu yazar-çizer, lise eğitimi sonrası grafik okumuş, daha sonra da Güzel Sanatlar Fakültesi’nin yolunu tutmuş. Punk-rock icra eden bir grupta solistlik yaparken bir yandan da çizgi roman işine atılmış ve çalışmaları ünlü Fransız mizah dergisi Fluide Glacial’da yayımlanmaya başlamış. 1997-2004 arası Spirou’da da çizen Larcenet, özellikle karanlık bir dünyaya sahip olan Blast serisiyle tanınmış. Bizde ise geçmiş işlerinden ‘Brodeck’in Raporu’ (‘Le Rapport de Brodeck’) ve ‘Sıradan Zaferler’ (Angoulême’) yayımlanmıştı.
Girişte konusunu özetlediğim ‘Thérapie de groupe’ (‘Grup Terapisi’) ise bir üçleme. Tam adıyla Emmanuel Larcenet’nin bir tür alter egosu ya da kurgusal ifadesi olarak kitapta yer alan ana karakter Jean-Eudes de Cageot-Goujon yaratıcılık sorunları çeken bir çizerdir. Bu zorlu dönemde bir tür içsel yolculuğa çıkar ve hem kendi sanatsal geçmişiyle hem adeta bütün bir sanat tarihiyle hem de yakın çevresiyle, yani ailesiyle hesaplaşır. Larcenet’nin daha önceki yapıtlarında olduğu gibi yine Karakarga Yayınları tarafından okuyucuya ulaştırılan, Türkçeye de Tolga Üyken’in çevirisiyle kazandırılan üçleme, bence hem çok zekice kaleme alınmış hem de muhteşem göndermelerle donatılmış…
Bu, bir tür ‘tükenmişlik sendromu’ öyküsünde Larcenet, ilginç duraklara uğruyor ve ana karakteri ‘asrın fikri’ni ararken bir anlamda çizeri de çok çarpıcı fikirler, düşünceler sunuyor okuruna. Örneğin Rafael’in ‘Madonna ve Çocuk’ resmi üzerinden (ki metinde ‘Madonna ve Küçük Bebesi’ olarak çevrilmiş tablonun ismi) Tanrı’nın mizahla olan ilişkisine vurgu yapıyor; “Tanrı’nın da mizahı denediği görülebilir. Her zaman başarılı da değildir.” Sonrasında işin içine Cézanne dahil oluyor. Ünlü ressam geçmişin koridorlarından kalkıp geliyor ve Jean-Eudes’nin atölyesini ziyaret edip işlerini inceliyor. Çizgi roman denen sanatı pek beğenmiyor (!), “Bu resim falan değil” diyor ve ekliyor: “Yüzlerce küçük kareyi minicik resimlerle mi dolduruyorsunuz? Bu aptalca!”
Larcenet’nin üç kitap boyunca bizi ana karakteri eşliğinde çıkardığı bu yolculuktaki en enfes tarihsel ve sanatsal ziyaretlerden biri de ‘Western’ dönemindeki kısa gezinti olmuş. Altı sayfaya yayılan ama toplam hacim olarak beş sayfa gibi görünen bu siyah-beyaz bölümde ‘Altına hücum’ yerine ‘Sanata hücum’ (!) dönemi işlenmiş. Karakterimiz elinde kazmasıyla ‘Sanat madeni’nde kazıya başlıyor ve nihayetinde aradığı ‘Sanat fikri’ni buluyor. Lakin etraftaki kimi kovboylar (ki isimleri ‘Buffalo Klee’, ‘Bloody Modigliani’, ‘Vince ‘Cyco’ Van Gogh’, ‘Gus ‘The Butcher’ Klimt’ ve ‘Shotgun Gauguin’) bu nadide parçayı ona bırakmıyorlar. Söz konusu ara öykünün finali de ‘The Hand’ ibaresiyle sona ediyor. Peşi sıra arayışın rotası Himalayalara ve bu yüksek zirvelerde herkesten ve her türlü sosyalleşme biçiminde uzakta yaşayan rahipleri uzanırken burada da “Yol zor değil, zorluk yolun kendisi” kıssadan hisseyi sahaya (sayfalara) sürülüyor.
Tanrı, Nietzsche, Cezanna, Van Gogh, Monet, Rembrandt, Caravaggio, Klimt, Modigliani, Klee derken son derece zevkli bir sanatsal ve entelektüel yolculuk ‘Grup Terapisi üçlemesi’. Jean-Eudes’nin konuk olduğu televizyon ekranında sunucu Jean-Jacques’la yaptığı konuşmalar, açıklamalar, genç kuşak çizerlerle katıldığı program, onları kitaplarının yüksek rakamlı satışları, ekrandan geçen altyazıların komikliği derken Manu Larcenet kayıtsız kalınamayacak bir esere imza atmış. Öykü aynı zamanda sanatçının bir baba, evin üyesi bir birey olarak da portresini, çocukları ve eşiyle olan tatlı-sert didişmelerini, öte yandan oğlu üzerinden de kuşak çatışmalarını karelerine taşımış.
Lancenet, RadioFrance’taki söyleşisinde “Kendinizi de kitabının ana karakteri gibi eski ışıltılı yerini kaybetmiş bir sanatçı olarak görüyor musunuz?” mealindeki soruya şu cevabı vermiş: “Başarıyla anılırsınız, medyada yer bulursunuz ama eve döndüğünüzde yalnızsınızdır. Ben sanatsal ilhamın yokluğundan ziyade hayatın sonluluğunu sorguluyorum.” Bu cevap, bence ‘Grup Terapisi’nin otobiyografik yanına ilişkin de çok şeyler söylüyor.
‘Yaratıcının sancıları’ ya da ‘depresyon alegorisi’ şeklinde de tanımlanacak bu çalışma, kendisiyle dalga geçen bir sanatçının zekice dokunuşlarının eşlik ettiği eğlenceli bir yolculuk. Ayrıca kitap sanat tarihine ilişkin hınzırca bakışlar, yaramaz bir çocuğun ruh durumundan çıkmış zıpırlıklar içeriyor. Okunması gereken bir özel çizgi roman diyor ve tavsiye ediyorum…