Yeni tiyatro sezonu gümbür gümbür geliyor!
İstanbul, İzmir ve Muğla’daki açık hava sahnelerinde bu hafta izleyebileceğiniz oyunları içeren seçki, sizi yıldızların altına davet ediyor. 25’inci yıllarını 50’inci oyunla taçlandıran Kumbaracı50 ekibine ise özel bir selam yollayalım!
İsveç tiyatrosunun parlayan yıldızı, İran asıllı kalem Athena Farrokhzad’ın yazdığı oyun, bildiğimiz ‘Medea’ miti üzerine yazılmış yepyeni ve kışkırtıcı bir metin. Seyirciye zihin jimnastiği yaptıran türde bir iş. ‘Kadın’ ve ‘ahlak’ kavramlarına dair akıl açıcı bir tartışma… Yazarı metni tariflerken bir kadın, bir mülteci ve bir anne olarak, bu bakışla Medea’yı anlamaya çalıştığını söylüyor. Farrokhzad ile oyunun yapımcısı Galata Perform’un davetlisi olarak İstanbul’a yaptığı ziyaretlerde bir araya gelme şansım oldu. Kendisi dünyaya, hayata bakışını, adalet anlayışının filtresinden geçirerek müthiş bir şekilde yazıya ve söze döken bir kalem. Türkiye’nin çağdaş yönetmenlerinin önde gelen isimlerinden olan Yeşim Özsoy’un rejisiyle izleyeceğiniz oyunda iki başarılı oyuncudan Şenay Gürler ‘Medea’yı, Özgün Çoban ise ‘Ahlak’ı temsil ediyor. Tarihin akışını durdurmak, dünyanın kaderine hükmetmek istiyor bu kez Medea. Kadınlara yüklenen sonsuz zorunlu ödeve karşı; işe, ‘öyküyü anlatmaya devam etmesinler diye koroyu öldürmekle başlamaya’ karar veriyor. Kafanızda sorularla çıkacaksınız diye tahmin ediyorum.
🔴 4 Temmuz Perşembe, 22.00’da Zai Yaşam, Muğla’da; 5 Temmuz Cuma 21.00’de UrlaDam, İzmir’de.
Performansıyla tiyatro takipçileri arasında dilden dile dolaşan genç oyuncu Berfin Ertan’ın, metni de kendisine ait olan oyunu. Ertan, performansıyla adını bu sene Afife Tiyatro Ödülleri’nde ‘Yılın En Başarılı Genç Kuşak Sanatçısı’ adayı olarak yazdırmıştı. Mezuniyet projesi olan oyununu, danışmanı Hakan Emre Ünal ile birlikte yöneterek sahneye çıkaran genç yetenek, kuir bir anlatı kuruyor oyununda. “Bir büyüme ve öğrenme serüveni” olarak tanımladığı oyun, Rumların ve Türklerin bir arada yaşadığı bir adayı mesken tutuyor.
🔴 5 Temmuz Cuma, 21.00’de Bodrum Gümüşlük Akademisi’nde.
Şamil Yılmaz’ın kaleminden, Sezen Keser’in tüyleri diken diken eden tek kişilik performansıyla sıra dışı bir ‘dansöz’ hikâyesi. Dansöz Meryem’in tutkuyla bağlı olduğu dans eyleminin altında kadim bir bilgelik yatıyor. İnsan bedenine bakışa dair ve güçlünün, erk sahibini zayıf olan üzerinde kurduğu tahakküme dair de güçlü bir anlatı barındırıyor içinde oyun. Sezen Keser ince ince işlenmiş bu yoğun metni, dans eden bedeni ve seyredeni içine çeken bakışlarıyla ayağa kaldırıyor, hareketlendiriyor. Dizilerde gördüğümüz pavyon hikâyelerine benzemeyen bir Ankara pavyonu hikâyesi.
🔴 2 Temmuz Salı, 21.00’de Bodrum Gümüşlük Akademisi’nde.
Hayat hikâyelerden ibarettir aslında ve hikâyeyi görmesini bilenler için ömür denilen süre çok daha coşkulu, kalp çarpıntılı, ışıltılı geçer. Küçüklü büyüklü hikâyeleri, hayatın garip tesadüflerini, bazen tek bir an’a sığan sürprizlerini görebilmek bir şans. Gördüklerini biriktirip başkalarıyla paylaşabilmek, anlatabilmekse üstüne eklenen bir meziyet, bir nevi doğuştan gelen yetenek. Ercan Kesal hayatın ve anların içinde bazen apaçık duran bazense gizlenen hikâyeleri görmeyi de paylaşmayı da enfes şekilde yapabilen, o yetenekli insanlardan biri. Anadolu’nun farklı köşelerinde rastladığı kimisi yerel koşullardan kimisi ülkenin sert siyasi konjonktüründen kaynaklı, kimisi kalp acıtıcı kimisi muzipçe gülümseten hikâyelerini senelerdir farklı formlarda paylaşıyor. Kitaplarda, sinema filmlerinde, gazete makalelerinde…
‘Ayazma’nın Yılanı’nda ise sahnede, seyirci karşısında canlı canlı anlatıyor. Avanoslu bir ailenin zayıf, çelimsiz ve en küçük çocuğu olarak, hikâye anlatarak ‘odakta olmanın’ büyüsünü daha o yaşlarda keşfetmiş. Ve iyi ki meslek olarak hekimliğe yöneldiği halde ‘hikâye anlatıcılığı’ meziyetini bir kenara atmamış. Işıl Kasapoğlu’nun geçen seneki İstanbul Tiyatro Festivali’nde sahneye çıkması teklifiyle geliştirilmeye başlanan oyun; Nazan Kesal’ın proje yönetmenliğinde, Berfin Zenderlioğlu’nun yönetiminde İstanbul seyircisiyle, geçen kasımda festival kapsamında buluşmuştu. Ercan Kesal’la karşı karşıya oturup ondan çocuk gözüyle, ergen gözüyle, hekim gözüyle anlattığı Anadolu masalını dinlemek isterseniz, Kesal çiftinin Urla’da açtığı sanat mekânı Urla Dam’a yolunuzu düşürmeye çalışın.
🔴 3 Temmuz Çarşamba, 21.00’de UrlaDam’da.
Yılmaz Erdoğan’ın kalemini seviyor, Demet Akbağ’ı canlı izleme şansını yakalamak istiyor, Salih Bademci’nin oyunculuğunu sahnede görmeye heyecanlanıyor, parlayan genç yetenekle (Burak Dakak) tanışmak istiyorsanız 1970’lerin Ankara’sında geçen bu oyun size çok iyi gelecek. Serdar Biliş’in yönetimindeki oyun, ülkenin sokakları da siyaset arenası da hareketli dönemlerinden birine alıp götürüyor seyircisini. Yılmaz Erdoğan’ın tanıdık mizahı eşliğinde liseli Ayhan ile onun babaannesi Zühre’nin hayatına konuk oluyoruz. Bir yandan mahallenin sevdalı ressamı Süreyya’nın, Sülün’e duyduğu umutsuz aşkı izlerken, bu sıradan insanların Amerikalılar ile ne gibi bir derdi olabileceğini, bunun ülke gündemiyle olan bağını takip ediyoruz…
🔴 1 Temmuz Pazartesi, 21.00’de Maximum UNIQ Açık Hava Sahnesi’nde.
Mayıs 2013’te, Altıdan Sonra Tiyatro ekibinin 15’inci yaşlarına bir sene kala düzenlediği 15’ten Önce 6’dan Sonra adlı butik festivalden bahsettiğim, Radikal’de yayımlanan yazıya, ‘Yokuşun üstündeki enerji’ başlığını atmıştım. ‘Gezi’ günlerinin başındaydık. Ve ismini aldığı Beyoğlu yokuşunun tam ortasında konumlanan; Altıdan Sonra Tiyatro’nun mekânı Kumbaracı50, durmak bilmez üretimiyle, küçük bir enerji santrali gibiydi hakikaten.
Bugünkü yazının başlığınaysa ‘inat’ kelimesini eklemek gerekti. Geçen 11 senede iliklerimize kadar hissettiğimiz, saymakla geçmeyecek sayısız sebepten ötürü… İstanbul’un gün be gün çirkinleştirilmesine, kültürün sanatın başkenti Beyoğlu’nun kocaman bir baklava caddesine dönüşmesine tanıklık ettiğimiz, festivalleri, kültür sanat ve eğlence mekânlarını, onlarca tiyatro sahnesini teker teker kaybettiğimiz dönemden ötürü…
Malum, şimdilerde ‘havalı ve iddialı olan’ söylem ‘Beyoğlu’na dönmek’. Ama yerel seçimlerden sonra sosyal medyadan yükselen ‘Beyoğlu’na dönüyoruz’ çağrısına ‘uyması gerekmeyen’ insanlar ve mekânlar da var: Beyoğlu’nu her şeye rağmen asla terk etmeyenler.
Tiyatro tarafından bakınca Kumbaracı50 bu sebeple de ayrı bir yerde duruyor. En yıpratıcı dönemlerde bile bitmez bir enerjiyle üretip, inatçı bir iradeyle varlıklarını korudular. Ve en yok koşullarda bile Beyoğlu’nu terk etmediler.
Gezi Direnişi günlerinde siyah demir sokak kapılarını gaz bombalarının şiddetinden kaçan eylemcilere açarken de Beyoğlu’ndaki eski/yeni tiyatro mekânları bir bir kapanırken de pandemi sürecinde üç sene boyunca tüm diğer meslektaşlarıyla birlikte nefessiz kalırken de hiç vazgeçmediler. Beyoğlu boydan boya değişti, vazgeçmediler. Bilet geliriyle ayakta durmayı iyice imkânsızlaştıran ekonomik darboğazlar yaşandı, yaşanıyor; vazgeçmediler.
Mekânı ilk bulduklarında da salonun ortasındaki kolonları bir tiyatro sahnesi yaratmaya engel kabul etmeyerek, vazgeçme gibi bir huyları olmadığını baştan göstermişlerdi zaten.
Altıdan Sonra Tiyatro ekibi 25 senedir bir arada üretiyor, mekânları Kumbaracı50 ise 15 senedir Beyoğlu’nda yaşıyor. Ekibin 2009’da kurarken, “Burası misafir salonumuz” dediği mekân, bu 15 senede yüzlerce tiyatro topluluğuna ev sahipliği yaptı. Ekip, dar oyun alanlarında sayısız sahneleme biçimi, reji fikri geliştirdi, sundu. Sahnelerinde sayısız yetenekli ve çalışkan oyuncu parladı, onlarca yerli metin ürettiler. Ödülleri saymayalım bile…
Kumbaracı50, 15 sene önce Beyoğlu’na yerleşti. Ve hiç gitmedi. Mekânı seyircileriyle, dönem dönem destekçilerinin el vermesiyle ama en çok ve asıl olarak kendi inatlarıyla ayakta tutuyorlar. Bitmeyen zekice enerjileriyle de o mekândan dünyaya taşan (metafor değil, uluslararası üretimler ve turneler…) işlere imza atıyorlar.
Kumbaracı50 deneyimi üzerine gazete yazısı değil kitap yazılmalı. Ben bu hafta topluluğun sosyal medya hesaplarında ’25 Yılda 50 Oyun’ duyurusunu görünce, yolculuğunu başından beri takip ettiğim ekibe ve mekâna, var oldukları ve hiç vazgeçmedikleri için teşekkür etmek istedim.
Kurucu ekipten Gülhan Kadim’in yazıp yönettiği, en son işleri ‘Yan Dünya’, 25 senede ürettikleri 50’inci oyunları olmuş. Saymaktan yorulacakları kadar oyunlar yapmaya devam etsinler dilerim. Var olsunlar.
17 Kasım 2024 - İstanbul Tiyatro Festivali günlüğü: Dünya başımıza çöküyor kurtaran yok mu!
14 Kasım 2024 - İstanbul Tiyatro Festivali günlüğü: Gölgelerin gücü adına, ‘Macbeth’ uykuya yatırdı
10 Kasım 2024 - İstanbul Tiyatro Festivali günlüğü: Haberler kötü olsa da haberciler iyi
8 Kasım 2024 - Martı mıyım?.. Ayaklarımızı yerden kesen bir ‘Martı’…