Bahçeli’nin çıkışı 2002’deki koalisyonu bozma sürecini hatırlattı
Kimse 'Yabancı yatırımcı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan çekiniyor' argümanın arkasına sığınmamalı. Sorunlar daha derinde ve farklı yerlerde.
Geçtiğimiz hafta gerçekleşen Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında son dönemde klasikleşen bir tabloyla karşılaştık. Kurul (Büyük ihtimalle dış politik görünümü de dikkate alarak) piyasaya istediğini, beklediğini verdi. Merkez Bankası’nın politika faizi 500 baz puanlık artırımla, son kez 2003 yılında görülen orana yükseltildi. Bunu bankaları verdikleri krediler karşılığında devlet tahvili almaya zorlayan düzenlemenin kaldırılması takip etti.
Görünen köy kılavuz istemiyor, ekonomi yönetiminin ne yapmaya çalıştığı ve önümüzdeki dönemde neler olabileceği epey netleşmiş durumda. Bizzat Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in de beyan ettiği üzere ekonomi yönetiminin öncelikli amacı, ülkeye yabancı yatırımcıyı tekrar çekebilmek.
Daha açık ifade etmek gerekirse, kısa vadeli, “sıcak para” diye bilinen yatırımcı evrenindeki aktörlerin tekrar Türk varlıklarına ilgisini sağlamak. Yatırım ve istihdama gerçekten destek olacak uzun vadeli yatırımcılar henüz radarda yok.
Kısa vadede kaynak girişini sağlamak için yapılanlar da belli: Merkez Bankası’nın faiz artırımları ve Şimşek’in yatırımcı turları. Ancak arka arkaya yapılan faiz artırımlarına ve Şimşek’in onca çabasına, New York, Londra, Paris, Merakeş’te katıldığı toplantılara rağmen istenen kaynak girişi sağlanabilmiş değil.
Yabancı yatırımcılar neden ikna olmuyor? Yaygın kanı, yabancı yatırımcıların Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın sıkı para politikasına bir noktada sabrının taşmasından korktuğu için bekle-gör konumunu sürdürdüğü biçiminde özetlenebilir. Bu faktör elbette yadsınamaz. Ama yabancı yatırımcıların sadece Erdoğan faktöründen endişe ettikleri düşüncesi doğru değil. Onun yanı sıra Merkez Bankası’nın para politikasıyla ilgili bilinmezler ve endişeler de etkili.
Tepki fonksiyonu halâ ortada yok
Merkez Bankası enflasyonu kontrol altına alıp hedefe getirmek için nasıl bir para politikası uygulayacağını, hangi gelişmelere hangi araçlarla nasıl tepki verebileceğini, yani reel faiz başta olmak üzere temel parametrelere ilişkin modeline dair ipuçlarını hala ortaya koymuş veya anlaşılır kılmış değil. İktisat jargonuyla konuşacak olursak tepki fonksiyonu belli bir para politikası hâlâ ortada yok. Merkez Bankası faiz artırımlarını hangi noktaya kadar sürdürecek, para politikasında sıkılık göstergesi nedir gibi temel sorulara bugüne kadar net bir yanıt verilmedi.
Yabancı yatırımcılar mevcut şartlarda klasik anlamda tam bir kural bazlı para politikası çerçevesinin oluşturulması ve iletişiminin yapılmasını beklemiyor. Kısıtların farkındalar. Ama en azından temel yaklaşımın, parametrelerin ve farklı senaryolara yönelik dinamik bir altyapının oluşturulduğunun gösterilmesi şart. Bu bugüne dek gerçekleşmedi.
Sadece para politikasının tepki fonksiyonu değil, ortada 2001’de Kemal Derviş tarafından uygulamaya konan “Güçlü Ekonomiye Geçiş” benzeri kapsamlı ve ikna edici bir ekonomi programı da yok. Orta Vadeli Plan ve Kalkınma Planı gibi temel belgeler iç tutarlılıktan ve ikna edicilikten yoksun.
Diğer yandan son dönemde Mehmet Şimşek’in para politikası konuşmaya başlaması ve reel faiz konularındaki vaatlerde bulunmasının da işleri karmaşıklaştırdığı söylenebilir. Şimşek’in reel faiz hesabının, temel olarak beklenen enflasyonu dikkate alarak şekillenen bir paradigmaya dayandığı anlaşılıyor.
Basitçe ifade etmek gerekirse, Şimşek “2024 yılında beklenen enflasyonu hesaba katarak şu anki politika faizini ve reel faizi değerlendirin” diyor. Yabancı yatırımcılar cephesinde bu açıklama, “Yapılması gerekenlerden kaçınma ve olabildiğince küçük adımlarla sorunu çözme” yaklaşımı olarak algılanıyor.
Ayrıca beklenen enflasyon hesabı Şimşek’in söylediği kadar basit değil. Enflasyonda yakın dönem tecrübeleri ve çok sayıda risk sebebiyle resmi açıklama ve tahminlerin belirleyici olma gücü çok düşük. O nedenle bu hesaplarda ciddi bir “tampon alan” oluşturulması, yani politika faizinin ucu ucuna değil, daha marjlı belirlenmesi gerektiği düşünülüyor. Aksi takdirde faiz tarihi zirvelere taşındıktan sonra bile beklentiler değişmeyebilir, katılıklar kırılamayabilir. Ve ilave bir şokla tüm yapılanlar boşa gidebilir. Bu çok önemli bir risk ve bu konuda yabancı yatırımcıların ekonomi yönetimine güveni zayıf.
Diğer yandan son dönemde Para Politikası Kurulu (PPK) üyeleri arasında görüş farklılıkları olduğu ve bunun yatırımcı görüşmelerinde de hissedildiği yönündeki bazı izlenimler de durumu zorlaştırıyor. Merkez Bankası’nın yeni yönetiminin ilk PPK toplantısında arkasına aldığı rüzgârı daha ikinci PPK toplantısında piyasaları bozan bir kararla kaybettiği, o tarihten itibaren enflasyon ve kurda kontrol kaybı yaşandığı da unutulmamalı.
Toparlayacak olursak, Merkez Bankası’nın son faiz kararı sonrasında ekonomi yönetimi açısından asıl zorluk başladı. Belli ki, bir-iki faiz artırımı daha yapılacak, parasal sıkılaşmaya yönelik birkaç yeni adım atılacak. Ama görünen o ki, bu adımlar da enflasyon görünümünü istenen ölçüde iyileştirmeye ve yabancı yatırım girişini artırmaya yetmeyecek.
Yılbaşından itibaren ise Türkiye seçim sathı mailine girecek. Erdoğan’ın işi bu sefer daha zor: Kredi piyasası çok daralmış, krediye erişim zorlaşmış durumda. Ekonomi politikalarının yükü seçmen tarafından hissediliyor. Muhtemelen seçime kadar mevcut ekonomi politikalarını çok zedelemeden ilerleme konusunda bir uzlaşı söz konusu. Ancak seçimlerden sonra politikaların ne yöne evrileceği belirsiz.
Şimşek’in söylediklerinin gerçekleşmesi ve reel faiz hesabının etkili olması için sıkı para politikasının 2024’te epey bir süre korunması gerekiyor. Bu kadar kontrolden çıkmış bir enflasyon görünümü varken, birkaç aylık düşüş verisi veya “Düşüş trendinin başladığı” gibi argümanlar faiz indirimleri veya başka araçlarla gevşemenin kapısını aralamaya yetmez. Yettiği iddia edilse bile kimseyi ikna etmez. Bunu söylüyorum çünkü yabancı yatırımcıların Merkez Bankası yönetiminden “erken gevşeme” riskine dair sinyal aldığı belirtiliyor.
Özetlemek gerekirse, “Bakın faizi nasıl da artırıyoruz” algısına ve nümayişine dayalı bir iletişim, ileriye dönük güven vermek için yeterli değil. Reel ekonomi üzerinde kısa vadede önemli yükler getiren bu gidişin bir noktada erken gevşeme ve geri adımlarla kesintiye uğraması riski ise kesinlikle küçümsenemeyecek büyüklükte.
Kimse “Yabancı yatırımcı Erdoğan’dan çekiniyor” argümanın arkasına sığınmamalı. Sorunlar daha derinde ve farklı yerlerde.