CHP’nin Söğütözü’ndeki yeni binasına ilk defa 2007 yılında gittim.
Daha sonra kaç kere gittiğimi hatırlamıyorum ama orada son defa Deniz Baykal’ı ziyaret etmiştim.
Son ziyaretimden çok tuhaf bir izlenimle dönmüştüm.
Daha girişte insanı ezen ağır bir psikolojisi vardı.
Sanki daha çok otoriter karaktere sahip partilerin seveceği bir bina gibiydi.
Ama beni en çok çarpan, Deniz Baykal’ın oturduğu genel başkanlık odası oldu.
Gözüme takılan ilk şey, masasının üzerindeki limon, salatalık ve elma dilimleriyle dolu bir su karafıydı.
Baykal bunu içiyordu.
Orası genel başkanlık ofisinin çok ötesinde bir şeydi.
Sanki Baykal’ın evi gibiydi.
Arka tarafında geniş bir dinlenme odası vardı.
Bana verdiği izlenim şu olmuştu.
Burası Baykal’ın genel başkan olarak çalıştığı bir oda değil, bütün hayatını geçirdiği bir evdi.
Baykal orada başkanlık yapmıyor, yaşıyordu…
Mutlu bir hayat sürüyordu orada.
Herhalde demiştim, Baykal gece yarılarına kadar burada kalıyor, sonra sabahtan erkenden de buraya dönüyordu.
Evine gider gibi yani…
Binadan çıkıp gazeteye geldiğimde izlenimimi arkadaşlara öyle anlatmıştım.
Bu binada ve bu geniş mekanda yaşayan bir insan hayatta daha ileri bir hedef koyamaz kendine.
Düşünün…
Ülkenin ana muhalefet partisinin genel başkanısınız.
Milletvekilliği statünüz var.
Altınızda Mercedes araba.
Üzerinizde ülkenin ağır sorunlarından oluşan bir yük yok.
Ana muhalefet genel başkanı olarak her yerde itibar görüyorsunuz. Yani size hayat boyu yetecek iktidar var.
Evet aynen böyle bir hisse kapılmıştım.
Baykal o binada, yaşadığı iki oda bir salon evinde, ülkenin 2 numaralı siyasetçisi olarak mutluydu.
Muhalefetin müesses nizamı, yerleşik düzeniydi bu…
Bu mutluluğu bozmak istemezdi.
Geçen Salı Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşmasını izliyorum.
Ben kendisinin çok iyi bir seçim kampanyası yaptığına inanlardanım.
Argümanını iyi açıklıyor.
Bence yüzde 48’in psikolojik önemini vurgulaması da çok doğru.
Ama konuşmasının her satırından şu duygu akıyor.
O iki oda bir salon makamı bırakmayacağım, o koltuktan kalkmayacağım…
Doğrusu söyleyeyim, Kurultay’a kadar o koltukta kalmasının doğru olacağına inananlardanım.
Ama ülkenin yarısını bu kadar derin düş kırıklığına uğratan bir sonuçtan sonra artık orada oturmasının mümkün olabileceğini sanmıyorum.
Çünkü onun bu ısrarı, yüzde 48’in hayal kırıklığı ve umutsuzluğunu bir daha umuda asla çeviremeyecek.
Artık biliyoruz ki o iyiniyetli ve taktire şayan çaba ancak buna yetiyormuş…
O konuşurken gerilere döndüm.
1970’li yılların sonlarına…
Cumhuriyet Halk Partisi’nin Ankara Farabi Sokak’taki binası geldi gözümün önüne.
Danışman olarak çalıştığım o binada dönemin efsane genel başkanı Bülent Ecevit’in odasını hatırladım.
Sıradan bir devlet dairesi müdürünün odasından bile küçüktü.
Altı veya 7 katlı bir apartmandı bütün genel merkez.
Ve CHP 1950’den sonra tarihinin en büyük başarısını işte o 7-8 katlı binada elde etti.
1977 seçimlerinde yüzde 42 oy aldı.
Milliyetçi Cephe’nin karanlık günleriydi.
İlk defa o gece o binanın önüne, korkmadan, elimde Cumhuriyet gazetesi ile gitmiştim.
O bina kaç metrekareydi bilmiyorum.
Ama her katı 250 metrekare olsa, tamamı 2000-2500 metrekare kadar olmalıydı.
İşte o 2500 metrekareden çıktı “Karaoğlan efsanesi…”
Sonra 1980’li yıllardaki Fransız Sosyalist Partisi’ni hatırladım…
Saint Germain semtindeki Solferino Sokağındaki genel merkezini…
Oraya 1980 yılında taşınmışlardı.
O binada çekilmiş bir fotoğraf hala gözümün önünde.
Sıradan bir masa..
Ortasında Mitterrand oturuyor.
Yan tarafında Gaston Deferre, Jack Lang, Lionel Jospin, Pierre Mauroy…
Fransız solunun efsane isimleri.
O bina sadece 3000 metrekareydi.
Ve bir yıl sonra işte o binadan, Fransa Beşinci Cumhuriyeti’nin en parlak Cumhurbaşkanı çıktı. Üstelik üst üste 2 dönem seçildi.
François Mitterrand.
Fransız Sosyalist Partisi 40 yıl o binada kaldı.
Ve yine o binadan ikinci bir Cumhurbaşkanı daha çıktı.
Bütün bu sol efsane isimler işte o 3000 metrekareye sığdı.
Sonra CHP’nin Çevre Sokak’taki o 1500 metrekare binadan çıkıp geldiği Söğütözü’ndeki binayı bir kere daha düşündüm.
O bina 19 Mayıs 2006 günü açıldı…
8 bin 700 metrekare bir arsa üzerine kurulu.
27 bin 400 metrekare kullanım alanı var.
O bina bir sistem.
Bir Külliye orası…
Ve ülke tarihinin en ağır ekonomik bunalımı yaşanırken, dış politika çökmüşken, adaletsizlik diz boyu, kayırmacılık iki diz boyuyken…
O 27 bin 400 metrekareden, bir Cumhurbaşkanı çıkamadı…
Yüzde 42’lik bir CHP de çıkamadı.
Açıkça söyleyeyim.
Bu seçimde düş kırıklığına uğramış bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak o uzay üssü gibi dışarı fırlamış devasa genel başkanlık yaşam alanına baktıkça, içimdeki düş kırıklığı tam bir umutsuzluğa dönüşüyor.
Karaoğlan efsanesi çıkarmış Çevre Sokak CHP Genel Merkezinin eski bir müdavimi olarak içimden şu duygu yükseliyor:
Sayın Genel Başkan,
Değişim diyorsanız…
Yeniden umut diyorsanız…
İktidar istiyorsanız…
Önce çıkın, sol müesses nizamın Külliyesi haline dönüşen o binadan çıkın.
Çünkü o bina size ve bütün oradakilere kalıcı bir vahada yaşama keyfi veriyor.
Daha küçük bir binaya gidin ki…
İktidarın daha büyük iddialarını hayal edebilecek bir vizyonunuz olsun.