19. yüzyılın ikinci yarısı. Ünlü besteci Wagner kendine bir opera salonu inşa etmeye çalışıyor ama para bitiyor. İmdada yetişenlerden biri de Osmanlı Sultanı Abdülaziz.
Vuslat Doğan Sabancı ve Ali Sabancı’nın kazası nedeniyle iptal etmeseydim, dün akşam Almanya’nın Bayreuth şehrinde Wagner’in ünlü eseri “Tannhauser’i” seyrediyor olacaktım.
Çok şanslı bir opera severim.
Pandemi sırasında bir yıl hariç son 5 yıldır Bayreuth Festivalini hiç kaçırmadım.
Dünyanın en zor bilet bulunan müzik festivalidir. Çok parası olanlar bile bir bilet için bazen 6-7 yıl beklemek zorunda kalırlar.
Ama ben Bild Gazetesi’nin eski genel yayın yönetmeni dostum Kai Diekmann sayesinde her yıl gidiyorum.
Dün gidebilseydim ikinci sırada, 0 numaralı koltuktan Tannhauser’i izleyebilecektim.
Gidemedim ama dün geceden yine de çok güzel bir gazetecilik hikayesi çıktı.
Dün bu festivalle ilgili ilginç bir şey öğrendim ve çok şaşırdım.
Meğer her yıl dünyanın en iyi Wagner yorumlarını seyrettiğim o salonda oturduğum koltuklardan üçü çok ünlü bir Türk’e aitmiş…
Osmanlı Sultanı Abdülaziz’e…
Tabii bunu öğrendiğim an geçen hafta Türkiye’de başlayan bir tartışma geldi aklıma.
Sanıyorum bugün anlatacağım hikaye bu tartışmaya son noktayı da koyacak.
Geçen hafta TV100 tartışmacılarından gazeteci Hacı Yakışıklı, “Göktürklerde bale mi vardı” diyerek Türkiye’de bale ve operaya yapılan yatırımları eleştirmişti.
İlk tepki Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Batuhan Mumcu’dan geldi.
Mumcu, “Osmanlı padişahları da opera ve bale seyrederdi” dedi.
Sonra Oksijen Gazetesi’nde Zülfü Livaneli, yazdığı Abdülhamid Romanı’ndan esinlenerek Abdülhamid’in opera tutkusunu anlattı.
En geniş kapsamlı yazı ise dün Karar Gazetesi’nde Yıldıray Oğur’dan geldi.
Meğer, Wagner, Bayreuth şehrindeki bu ünlü opera binasını inşa ederken, Sultan Abdülaziz de bağışta bulunmuş…
Bunun üzerine dün akşam o salonda, iki oğluyla Wagner’in Tannhauser operasını seyreden Kai Diekmann’ı arayarak orada bu konuda ne tür bilgiler var bir araştırmasını istedim.
O da konuyu çok ilginç bularak araştırdı.
İki kaynak bulmuş.
Biri Almanya’da yayınlanan “Enzyklopadiedes Islam-Bayreuth” (İslam Ansiklopedisi)…
Öteki ise Funda Karaca’nın 2012 yılında DTJ’de (Deutsch Türkisches Journal) yayınlanan bir makalesi…
Aşağıdaki hikayeyi bu iki makaleden yararlanarak yazdık.
Bu notlarda Yıldıray Oğur’un yazısından olmayan bazı bilgiler de vardı.
Bayreuth Festival Salonu olarak da bilinen ve eski adı Bayreuth’taki Wagner Tiyatrosu olan Richard-Wagner-Festspielhaus, Bayreuth’taki Green Hill’de bulunan bir festival tiyatrosu.
Bu binanın hikayesi, Wagner’in 1870 yılında , bir ansiklopedik sözlükte, Bayreuth’taki Margravial Opera Binası’nı keşfetmesiyle başlıyor. Bu bina, o yıllarda bir Alman opera binaları içinde en büyük sahneye sahipti.
Wagner, 1871 yılının Nisan ayında Bayreuth’a gelerek tarihi tiyatroyu ziyaret etti. Seyirci kapasitesi çok küçük olduğundan, kafasındaki kendi eserlerini sahnelemeye uygun değildi. Binanın seyirci kapasitesini genişletmek de mümkün görünmüyordu.
Bu yüzden çok beğendiği bu bölgede yeni bir opera binası inşa etmek istedi. Burası için de en uygun yer şehrin Green Hill denilen bölgesiydi.
Yerel sponsorlar ve yöneticiler projeye destek verdi. Böylece Wagner, mülkü Bayreuth şehrinden ücretsiz olarak aldı. Mimari projeyi, Wagner’in tasarımına uygun olarak Otto Brückwald gerçekleştirdi.
22 Mayıs 1872 günü sağanak yağmur altında temel taşı atıldı. Ancak maddi sıkıntılar nedeniyle inşaat gecikti. Özellikle, Bavyera Kralı II. Ludwig’in verdiği para, bir yandan halkta tepkilere yo açarken, bir yandan da yeterli olmamaya başlayınca, Wagner Avrupalı aristokratlardan destek istedi. Tüm çabalarına rağmen umduğu yardımı alamadı.
Bunun için özel bir finansman modeli geliştirdi. Bir tür fonlama olan 1.000 patronaj sertifikasının her biri 300 taler karşılığında satışı planlanmıştı. Bu da çok yavaş ilerledi. Sertifikaların ancak yarısı satılabilmişti. Wagner, son çare olarak Osmanlı Sultanı Abdülaziz ile temasa geçti. Çok fazla umudu yoktu.
Ama en büyük umut en umutsuz olduğu İstanbul’dan geldi.
1872 yılında Sultan Abdülaziz, 900 taler değerinde üç adet hisse satın aldı. Bu para bugünün değeri ile 70.000 Euro civarındaydı.
Abdülaziz’in o dönemdeki desteği iki bakımdan önemliydi. O dönemde Osmanlı Hazinesi iyi değildi ve böyle bir dönemde Osmanlı Sultanı sanata verdiği önemi gösteriyordu.
İkincisi ise, Avrupa kamuoyu o sıralarda Osmanlı Sultanlarının sanata verdiği önemi hiç bilmiyordu.
Üstelik Wagner’in operaları Müslüman kültürüyle pek uyuşan eserler değildi ve Sultan buna rağmen vermişti bu desteği.
Abdülaziz’in aldığı bu üç hisse birden maddi değerinden daha büyük bir psikolojik etki yarattı.
Franz Liszt, Avrupalı hükümdarları ve şehzadelere bir çağrı yaparak Osmanlı Sultanının bu davranışını örnek almalarını istedi.
Bu yardım karşılığında Sultan Abdülaziz ile Wagner arasında bir sözleşme yapıldı.
2000’yi yılların ilk 10 yılında bu sözleşmenin tam metni ortaya çıktı. Sözleşme aynen şöyleydi:
“İşbu belgeyle kabul edilen 900 taler tutarındaki ödeme yoluyla, bu biletin sahibi, Bayreuth’ta gerçekleştirilecek olan “Der Ring der Nibelungen” sahne festivalinin üç tam gösteriminin hami haklarını elde etmiş olup, bu haklar kendisine koşulsuz tasarruf hakkı vermektedir. Dört bölümlü çalışmanın üç kez gerçekleştirileceği on iki akşamın her biri için rahat bir koltuk ve her biri için 500 boş yer tahsis etme hakkına sahip olacak.
Bayreuth, 23 Eylül 1872”
Böylece Osmanlı Sultanı Abdülaziz, o dönemin en büyük ve en güçlü bestecisi Richard Wagner’in inşa ettiği Festspielhous’da oynanacak operalarda 3 koltuk hakkı elde ediyordu.
229-230-231 numaralı koltuklar Sultanındı.
Sultan Abülaziz’in katkısıyla tamamlanan Festspielhouse 13 Ağutos 1876’da Wagner’in “Ring der Nibelungen” operasıyla açılışını yaptı.
O akşam, Avrupa hanedanlarının birçok üyesi ve üst düzey aristokratlar salondaydı. Bütün biletler çok önceden tükenmişti.
O tarihi gecede salonda bir tek boş koltuk vardı.
Osmanlı Sultanı Abdülaziz’e vaadedilen koltuk.
Opera sever Osmanlı Sultanı Abdülaziz, bu açılıştan 75 gün önce, 30 Mayıs 1876’da bir darbe ile koltuğundan indirilmişti.
Beş gün sonra Feriye Sarayı’nda ölü bulundu.
Bilekleri kesilmişti…
Sultan o koltuğa hiçbir zaman oturmadı.
Yerine gelen Osmanlı Sultanları da vaadedilen o koltukları hiç talep etmedi.
Türkiye Cumhuriyeti de bu koltukları hiçbir zaman hatırlamadı…
Böylece aradan 136 yıl geçti.
Ta ki 2012 yılına kadar…
O yıl Bayreuth Festivalinin Temmuz ayındaki açılışı “Uçan Hollandalı” operasıyla yapıldı.
Açılışta Almanya Başbakanı Angela Merkel de hazır bulundu.
Seyirciler arasında Türkiye Cumhuriyeti’nin Berlin Büyükelçisi
Avni Karslıoğlu ve eşi Gamze Karslıoğlu da hazır bulunuyordu.
Opera sever Sultan’ın hiç oturamadığı o koltukta ilk defa Türkiye Devletinin resmi bir temsilcisi oturuyordu.
Büyükelçi o gün yaptığı açıklamada şunları söyleyecekti:
“Bu festivale katılmak için bilet bekleme süresi 6-8 yıl. Ama ben bu hükümlerden muaf tutuldum. Bana göre festival yöneticileri ve Wagner’in torunları sözleşmeye sadakat ilkesine bağlı kaldılar. Takdir ettiğim güzel bir jestti.”
Büyükelçinin sözleri de, yardımı hiç hatırlatmayan, son derece zarif ifade edilmiş bir teşekkürdü…
Evet ne Osmanlı, ne Cumhuriyet yaptığı yardıma karşılık bir talepte bulundu…
Devletin yararlandığı tek imtiyaz, 136 yıl sonra bir büyükelçinin 6-8 yıl sıra beklememesi oldu.
Ama iki ülke arasında oluşan bu dostluktan daha iyi yararlanan bir kişi vardı.
Sultan’ın yaptığı yardım karşılığı vaadedilen koltuktan para ödemeden yararlanan bu Türk vatandaşı, kimsenin aklına gelmeyecek biriydi.
Tekirdağ Merkez İlçesi Süleymanpaşa Belediye Başkanı…
Çünkü başkan Süleymanpaşa ile Bayreuth’u kardeş şehir yapmıştı.
Türkiye o boş koltuktan işte bu kardeşlik hukukuyla yararlandı…
Dünyanın en zor bilet bulunan konserlerini parasız seyretmek bir tek Süleymanpaşa belediye başkanına nasip oldu.
Bu hikayeden geriye bir de pek bilinmeyen bir mektup hikayesi kaldı…
Dünyanın en ünlü bestecilerinden biri sayılan Richard Wagner bu yardımları dolayısıyla Sultan Abdülaziz’e bir mektup gönderdi.
Mektup “Konstantinopolis Sultanı Hazretleri” hitabıyla başlıyordu.
Bu, biraz da hüzünlü, hikayenin sonu, sırrı henüz çözülemeyen bu mektupla bitiyor.
Wagner’in şahsen yazdığı 229,230 ve 231 numaralı hamilik mektubu Sultan Abdülaziz’e ulaştırıldı.
Ancak çok tuhaftır ki, bugün Osmanlı Saray arşivinde bulunması gereken mektup orada yok.
Mektubun orjinali Bayreuth’da Richard Wagner Müzesi’nin arşivinde bulunuyor.
Osmanlı Sarayı arşivinde bulunması gereken bu mektup Bayreuth’a nasıl gitti?
Kim götürdü veya kim verdi?
Kai Diekmann, beş yıl boyunca Wagner konserlerini birlikte izlediğimiz şehirde, dün konser öncesi bu sorunun cevabını bilen kimseyi bulamadı…
(*) NOT: Osmanlı sultanlarının batı müziği ve opera tutkusunu merak edenlere Yıldıray Oğur’un dün Karar Gazetesi’nde çıkan “Abdülhamid’in Pirimaddonnası ve Diğerlerinin Ağustos Maaşları Ödendi” başlıklı yazısını tavsiye ederim. Bugün kadar okuduğun en bilgi dolu ve iyi yazılmış yazıydı. Onun ve bugün Kai Diekmann’la benim yazımı, meslektaşım Hacı Yakışıklı’nın da okumasını çok isterdim.
23 Kasım 2024 - Hadise’nin yeni şarkısıyla gelen eski Türkiye özlemi: ‘Biz bizeydik nostaljisi’
22 Kasım 2024 - Ufuk Uras’a sordum: Devlet beye o soruyu sordun mu?
20 Kasım 2024 - Son anket: Türk halkı böyle bir Milli Eğitim Bakanı istemiyor
19 Kasım 2024 - Yılın son profil analizi: Hakan Fidan’a elini veren kaç parmağını kaybeder?
17 Kasım 2024 - İşte o ünlü adamın aynı anda idare ettiği altı kadının isimleri