New York Times dün Türkiye-Gürcistan maçından önceki tabloyu şu çarpıcı ifadelerle anlattı:
“Dortmund Westfalesstadion bir günlüğüne Türktü.
Ancak o bir günde olayın ne olduğunu anlamanız için ille de statta olmanız gerekmiyordu.
Berlin kıpkırmızı bir denize dönüşmüştü.
Sokaklarda binlerce insan yürüyordu.
Sadece Dortmund değil, Köln ve bütün Kuzey Ren Westfalia bölgesinde, Düsseldorf ve Essen dahil Almanyanın Kuzey-Güney koridorunun tamamında durum aynıydı.”
Sokaklara mahya gibi bir uçtan ötekine Türk bayrakları asılmıştı.
Portekiz maçından önce stada gelen Türk seyircileri gösteren bir video durumu çok çarpıcı biçimde anlatıyordu.
Çok kalabalık siyasi mitinglere, sokak haraketlerine alışık olmayan bir toplumda bunun yarattığı duyguyla empati kurabilir misiniz…
“Canım sadece futboldan ibaret” deyip geçebilir misiniz…
Çok zor… Bir Türk olarak bu durumdaki bir Almanla empati kurmanız çok zor.
Çünkü bu on binlerce bayraklı insan bizim açımızdan gurur verici bir tablo gibi görünebilir gözünüzüne…
O zaman empatinin coğrafya ve koordinatlarını değiştirelim.
“Back to the Future…”
Bundan 10 yıl sonrasına, İstanbul Olimpiyat stadında oynanan bir Suriye maçına gidelim.
Stadın üçte ikisi Suriye bayrağı…
İstanbul, Antep, Adana, İzmir, Ankara, Bursa şehirlerimizin sokaklarında ellerinde Suriye bayrakları ile slogan ata ata yürüyen on binlerce insanı hayal edin.
Türkiye’nin Kuzey-Güney, Doğu Batı koridorunda karşınızda böyle bir tablo…
Nasıl bir duyguya kapılırsınız…
Görünüşe göre Almanlar “Sadece futbol” deyip geçtiler gibi…
Tabi şu tabloya da bir bakalım.
Almanya’da yaşayan Türk pasaportlu insan sayısı 3-3.5 milyon civarında.
Biz Türkiye’de yaşayan Suriyeyi sayısını kesinlikle bilmiyoruz.
İstanbul’daki göçmen sayısı konsunda Büyükşehir belediye başkanı ile Valiliğin verdiği rakamlar birbirini tutmuyor.
Ayrıca artık devletin ekonomi ve göçmen sayısı konusunda verdiği rakamlara neredeyse hiçbirimiz güvenmiyoruz.
Ama ülkemizde altı milyondan fazla göçmen yaşadığına inanıyoruz.
Portekiz maçına giden Türkleri gösteren video çok çarpıcıydı.
Hayatımda elinde bu kadar çok Türk bayraklı bir kalabalık hiçbir yerde görmedim.
Bu tablo o ülkedeki Türk sayısını insanın gözünde daha da büyütür.
Gelelim bizim kendi gerçeğimize…
Siz bakmayın siyasetçilerin “Altı milyon Suriyeli göçmen ülkelerine dönecek” vaatlerine.
Dönmeyecekler.
Ne yazık artık Avrupa’ya da gidemeyecekler ve Türkiye’de en geç üç beş yıl içinde “Little Syria,” “Little Afghanistan” gibi bölgeler oluşacak.
Göçmenlerde yerli nüfusa göre daha büyük kazanma hırsı ve motivasyonu oluşur.
Başarı hikayeleri yazılacak.
Zenginleşmeler başlayacak.
O zenginleşmeler kıskançlıklar, düşmanlıklar yaratacak.
Bu büyüklükte bir toplumsal “Ozmoz”un çok iyi yönetilmesi gerekir.
İşte o nedenle sorduğum soru çok önemli.
On yıl sonra Türkiye milli takımında oynayacak Suriye asıllı bir futbolcu Türk milli marşını İlkay Gündoğan gibi içten söyleyebilecek mi…
Biliyorum bazılarınız şu itirazda bulunacak.
Herkesin milli marşı coşkuyla söylemesi gerekir mi…
Tamam ona da itirazım yok.
O zaman soruyu şöyle sorayım.
O Suriyeli oyuncu kendini ne kadar bu ülkenin vatandaşı hissedecek…
Tabii biz de onları ne kadar bu ülkenin vatandaşı hissedebileceğiz…
Avrupa Şampiyonasında gördüğümüz bu tablolar Almanya’nın entegrasyon olayını öteki ülkelere göre daha iyi başardığını gösteriyor.
Almanya Milli takımının kaptanı İlkay Gündoğan takımın Almanya milli marşını en iyi söyleyen oyuncusuydu da.
Almanya’da doğmuş, düğününü Balıkesir’de yapmış yeni bir Avrupa kimliği bu.
Almanya bu noktaya 65 yılda geldi.
Ve 65 yılda hem Almanya marşını söyleyebilen hem de Türk bayrağını taşıyabilen yeni bir “Türk asıllı Alman vatandaşı” yaratabildi.
Bence çok güzel bir şey bu.
22 Kasım 2024 - Ufuk Uras’a sordum: Devlet beye o soruyu sordun mu?
20 Kasım 2024 - Son anket: Türk halkı böyle bir Milli Eğitim Bakanı istemiyor
19 Kasım 2024 - Yılın son profil analizi: Hakan Fidan’a elini veren kaç parmağını kaybeder?
17 Kasım 2024 - İşte o ünlü adamın aynı anda idare ettiği altı kadının isimleri
16 Kasım 2024 - Dün Bebek’teki Thomas Mann teknesinde Hasan Cemal’in beni ağlatan 285’inci sayfası