50 yaş krizine giren erkeği nasıl tanırsınız? Ertuğrul Özkök 6 maddelik basit bir rehber yazmış. Ayrıca Rolling Stones'un yeni şarkısında Lady Gaga, 5 Hip Hopçunun iPhone ile çektiği klipler, Do Not Disturb'ü seyrettikten sonra Cem Yılmaz'a yolladığı mesaj, Wes Anderson'un son filmi...
Bundan 10 yıl önce tanıdığım bir çok kadın “Kırk yaş krizine” girmişti.
Bir çoğu bunu aştı.
Şimdi benzer bir krizi, tanıdığım 50 yaş erkeklerde gözlüyorum.
Çevrem 50 yaşlarında erken orta yaş krizine girmiş böyle erkeklerle dolu.
Ve pop sosyolog gözüm, orta yaş erkeklerdeki 10 temel davranış değişikliğini belirledi.
(*) Aniden ağır spora başlarlar. Ağırlıklı kardiyo en uzun zamanlarını alır.
(*) Kırklı yaşlarında salonlarda bant üzerinde yürürken, birden açık havada koşmaya başlarlar.
Osman Hoca’nın 10 bin adım yürüyüşünü 10 kilometre koşma moduna çevirirler.
(*) Orta yaş krizindeki erkeklerin aralarında masonik bir işbirliği psikolojisi oluşur. Birbirlerini tanımlayıcı parolaları “10 K’dır.”
Yani 10 bin metre demezler, dijital dille “Bin” anlamına gelen “K” harfini kullanırlar.
(*) Koşarken, yaşadıkları site içinde yürürken, bisiklet üzerinde, hatta bazıları işe giderken bile sırtlarında küçük bir sırt çantası taşırlar.
Bu sırt çantasının hiçbir fonksiyonu yoktur. Amacı içinde bir şey taşımak değil, sadece dinamik, cool ve genç bir hava vermektir.
(*) Ellerinde küçük bir su şişesi veya termosu vardır. Bu termos çoğunlukla Starbucks markalıdır. Bol su içerler, ama içmekten çok içermiş gibi yaparlar. Çünkü cool ve sportif görünme raconudur.
(*) Giyim tarzlarında ani değişiklik olur. Genellikle “Slim fit”e geçerler. Daha cesurları bunu tayt giymeye kadar götürür.
(*) Tişört ve kazaklarda Ralph Lauren tercihtir.
10 yıl öncesinin “Dar V” yakasından, gövdeyi daha fit gösteren bisiklet yakaya geçilmiştir.
(*) Biraz daha entellektüeller Hamptons veya 1950’lerin “Cape Cod” tarzı yazar ve sanatçı giysilerine geçerler.
Bu tarzın iki ayırıcı özelliği şudur:
Çok slim fit olmayan, paçası ayakkabıya milimetrik şekilde dökülen bej, haki pantolon.
Üzerinde yine çok silim fit olmayan aynı renk Mısır kotonu gömlek.
(*) Ama dikkat…. Gömleğin kollarını dirsek hizasına kadar kıvırarak cool olacağınızı sanıyorsanız bilin ki o günler geçti.
Boş sırt çantası ve Starbsucks su termosu ile kazandığınız “Cool bonuslar” bir anda boşa gider.
Gömlek kolunu kıvıran o tipler artık hödük muamelesi görüyor.
(*) Yeni tarz, gömleğin kolları elin başladığı yerin yarım santim üstünde olacak ve kol düğmeleri iliklenmeden bırakılacak.
(*) Orta yaş krizinin belirtileri en çarpıcı biçimde Instagram paylaşımlarında kendini ele veriyor.
Sanat, otomobil, motosiklet, futbol paylaşımlarından kendini teşhir fotoğraflarına Narsist ve keskin bir geçiş yaparlar. İddialı, fit, cool göründüklerini sandıkları kendi fotoğraflarının sayısı birden anormal artar.
Nedeni basittir.
Bir orta yaş krizi erkeği, kendi kendinin aynası haline gelir ve dünyaya bakınca kendinden başka bir şey göremez.
(*) Ama arkadaş grupları arasındaki WhatsApp paylaşımlarında eski karakter aynen devam eder.
Yani “Once a hödük, always hödük” kuralı WhatsApp gruplarında asla değişmez, değiştirilemez.
(*) Unutmayın, bir orta yaş krizi erkeğinin hayatında vazgeçemeyeceği şey, sabah WhatsApp’tan aldığı ve forward ettiği Kardashian popolu bir kadın fotoğrafıdır.
Hayatım boyunca beni en çok etkileyen filmlerden biri Antonioni’nin “Blow Up’ıydı”
Türkiye’de “Cinayeti Gördüm” adıyla gösterilmişti.
Filmin kahramanı, 1960’lı yıllarda Beatles döneminin fotoğrafçı versiyonu sayılan David Bailey’i hatırlatan bir karakterdi.
David Hemmings’in oynadığı bu karakterin adı Thomas’dı…
Bir gün parkta gezerken, çektiği bir çalılık fotoğrafını, stüdyosuna gelip büyüttüğü zaman, orada görmediği yerde yatan bir kadın cesedinin de kareye girdiğini fark ediyordu.
Fotoğrafı biraz daha büyütünce, çalıların içinden uzanmış bir el ve silah ortayla çıkıyordu.
Bunun üzerine derhal parka koşup fotoğrafı çektiği yere dönüyordu . Ama ortada ne ceset vardır, ne de çalıların içindeki el.
Makinanın gördüğü cinayeti o görmemiş ve ceset yok olmuş, fail meçhul kalmıştır.
Zaman zaman o filmi tekrar seyrederim.
Her defasında da şunu düşünürüm.
Eğer o gün Thomas’ın elinde bir iPhone akıllı telefon olsaydı, o cinayeti anında görecek ve fail meçhul kalmayacaktı.
Bu filmin gösterime girmesinden 3 yıl sonra 1969’da insanoğlu ilk defa aya ayak bastı.
O gün 22 yaşındaydım ve gelen ilk görüntüleri hatırlıyorum.
Çok flu ve kalitesiz görüntülerdi.
Geçen yıldan itibaren Mars’a giden araçlardan ve James Webb Uzay Teleskopundan gelen görüntüleri izliyoruz.
Pırıl pırıl görüntüler.
Bize çok farklı bir hikaye anlatıyor bunlar.
Hiç düşünebiliyor musunuz, elinizdeki iPhone veya bir başka dijital kameranın gücü, pixel gücü uzayı çeken o kameralara çok yakın…
Buradan Türkiye’ye geçiyorum…
Bu yıl Hip Hop müziğin 50’nci yılı kutlanıyor…
Apple Türkiye de buna çok güzel bir proje ile katıldı.
“Anlatacak bir Hikayem Var” başlıklı bir proje ile Türkiye’nin 5 yeni Hip Hop şarkıcısına iPhone 14’ün kamerası ile film çektirmiş.
Yani klip yaptırmış.
Bu nasıl bir şanstır…
Çok değil bundan 15 yıl öncesinde yeni sanatçılar için bir klip çekmek yıkımdı.
Altından kalkamazlardı.
Bu Hip Hopçular Kars, Nihat Dalgıç, Nilhan, Palm J ve Xentix…
Neler söylediklerini baktım.
KARS: “Hip hop ile müziğin bana ait olduğunu hissediyorum ve içimdeki isyankar çocuğu ortaya çıkarmasına seviniyorum.”
NİHAT DALGIÇ: “RAP öteki müzik türlerine göre hayata ve sokağa daha açık. O nedenle bir sanatçının kendini anlatabilmesi için en uygun müzik..”
NİLHAN: “Hip hop bana göre samimiyet, içtenlik ve filtresizlik demek. Bana özgürlük, asilik ve dinamizmi ifade ediyor.”
PALM J: “Hip Hop’u kendimi iyi ya da kötü hissettiğimde üzerimdeki enerjiyi alabildiğim bir alanım gibi düşünüyorum.”
XENTİX: “Hip hop ile hikayemi anlatmak beni olabildiğinden daha fazla özgürleştiriyor. Çünkü ben benim gibi hip hop müzisyenleri büyük çoğunlukla sıfırdan kendi imkanları ile büyük işleri başarıyorlar.”
Buradan 50 yıl önceye dönüyorum…
1970 yılında öğrenci olarak Paris’e gittiğimde seyrettiğim ilk üç filmden biri “Easy Rider’dı..”
Öyle etkilenmiştim ki, “Ben de öyle ucuz bir Beat Generation filmi” yapmak istemiştim.
Anlatacak harika bir 1960’ların İzmir’i hikayem vardı.
Adını, Rolling Stones’un şarkısından esinlenerek “Little Red Rooster” koyacaktım.
Bu filmi çekmek için 16 milimetrelik bir Arriflex kameram olsun istiyordum.
Hatta bunun için Paris Sinematek’inde tanıştığım benim gibi 4 arkadaşımla daha ortak bir kamera alabilmek için para biriktirdik.
Ama almamız mümkün değildi.
Şimdi bu Hip Hopçu çocukları izlerken elimdeki bir iPhone 14 ile neler yapabileceğimi görüyorum.
O zamanlar anlatacak çok hikayem vardı.
Daha korkusuzca şeyler yapabilirdim.
O yüzden Apple’ın ve Steve Jobs’un yarattığı bu yeni teknolojinin ne anlama geldiğini bugün çok daha iyi anlıyorum.
Ama ne yazık ki koskoca bir gençliği kaybetmişim.
Benim için bu haftanın en harika yeni plağı Rolling Stones’un “Sweet Sound Of Heaven” adlı şarkısıydı.
Kasım ayında çıkacak yeni albümlerinden streaming platformlarına konan ikinci şarkı bu.
Birincisi “Angry’di” ve harikaydı.
Ama bu ikincisi bir master peace… Başeser…
İngiltere’nin gazeteleri, sosyal medyası, New York Times, bunu 1978’den beri yaptıkları en iyi albüm olarak görüyor.
Bu şarkı da tam bir “Blues Rock” şaheseri.
Ve arkasında iki dev müzisyen daha var.
Lady Gaga ve Stevie Wonder.
Şarkının özellikle ikinci bölümünde Lady Gaga’nın yıllardır anlatmaya çalıştığım caz ve blues dehası bütün çarpıcılığı ile ortaya çıkıyor.
Lady Gaga Instagram sayfasında bu şarkının hikayesi ile ilgili çok duygusal bir paylaşım yaptı.
Meraklılarına duyururum.
Artık biliyorsunuz.
Ben duygularını ancak abartarak anlattığı zaman tatmin olan bir insanım.
Cuma akşamı Cem Yılmaz’ın “Do Not Disturb” filmini seyrettikten sonra ona şu mesajı attım ve herkesle de paylaşmak istiyorum:
“Sen nasıl duygusal bir insansın. Küçük sıradan insanın ezikliğini de muzipliğini de nasıl harika anlatıyorsun.
Bugünün insanının, hepimizin hayatında teknolojinin ve “App’lerin” ne kadar derimize işlediğini nasıl böyle harika bir psikolog ve sosyolog gözüyle anlatabiliyorsun hayret ediyorum.
Sokağın en avam haliyle, Cihangir’in en entelektüel halini; Sultanbeyli ile Nişantaşı’nı aynı mahalleye, aynı apartman dairesine sokup nasıl iki saniyede rol değiştirebileceğini böylesine güzel biçimde anlatma kabiliyeti…
Öğrenilemez, Allah vergisidir diye düşünüyorum.
Sevgili kardeşim, sen hepimizin en acıklı haliyle en komik halini bir alaşıma çevirip bundan “Normal bir insan” yani hepimizi çıkarma sanatını biliyorsun.
Yirmi yıl boyunca Hürriyet’in başında işte bunu yapmaya çalıştım.
En popülerle en marjinali aynı agorada toplayabilmeyi hayal ettim.…
Sen öğretmekte geç kaldın, ben öğrenmekte…”
Netflix güzel bir sürpriz yaptı.
Hikaye anlatım tarzı beni en çok etkileyen sinemacılardan biri olan Wes Andersen’in ünlü yazar Road Dahl’ın hikayelerinden yapılan bir dizi kısa metraj bir filmini yayına soktu.
Wes Anderson’un yazıp yönettiği ilk filmin adı “The Wonderful Story Of Henry Sugar…”
“Henry Sugar’ın Harika Hikayesi…”
Bir kitaptan okuduğu, “Gözleri kapalıyken kitap okuyabilen” bir Hintlinin hikayesinden esinlenen İngiliz kumarbazı anlatıyor.
Bana bir zamanlar Amerikan çocuk hikayesi kitaplarını hatırlattı.
Hani açılınca içinden katlanmış saraylar, ormanlar çıkan kitaplar.
Yine basit, naif bir anlatım.
Ve süper oyuncuların, en naif süper oyunları…
Haftanın en güzel sürpriziydi benim için.
24 Aralık 2024 - Başörtülü kadının kelepçelendiği gece Ankara ve Manisa’da yaşanan üç olay
21 Aralık 2024 - Bu 32 blucin efsanesinden kaçını tanıyorsunuz?
20 Aralık 2024 - 6 Aralık akşamı Fahrettin Altun’un adamları CNN rejisini neden aradı?
19 Aralık 2024 - Bir Türk YouTuber’ın en derin mağara rekoru: Tam 185 milyon