800 bölümlük Master Chef’te neredeyse her gün bunu yediler: Jürinin sağlığı tehlikede
Bu tür programlar, sadece izleyiciyi güldürmek ya da geçici heyecanlar yaratmak yerine, onlara derinlemesine düşünme, yeni beceriler kazanma ve kendilerini geliştirme fırsatı sunacaktır.
MasterChef, dünya çapında olduğu gibi Türkiye’de de oldukça popüler bir yemek yarışması. Yarışmacılar, ister profesyonel ister amatör yemek tutkunları olsun, format gereği mutfakta ustalıklarını sergilemek için birbirleriyle yarıştıkları bu yarışmanın Türkiye 2024 finali 11 Ocak Cumartesi yapıldı. Cesaret gösterip katılan tüm yarışmacıları ve şampiyon olan Onur’u azimlerinden ve mutfak becerilerinden dolayı tebrik ediyorum.
Yarışmacılar, zaman sınırlı görevler, belirli veya eksik malzemelerle yaratıcı yemekler hazırlama zorunluluğu, farklı mutfak kültürlerinden yemekler yapma gibi çalışmalar ile yemek bilgi ve birikimlerini geliştiriyorlar. Ancak bence programın asıl amacı daha derin. Yarışmacılara, salt yemek yapmayı öğretmekten çok daha fazlasını kazandırmak. Bu nedenle katılımcılar için cesaret gösteren tanımını özellikle seçtim. Yarışmada süresince evlerinden uzakta yarışan yarışmacılar; uzun çalışma saatlerine dayanma, ev özlemi ve stres ile başa çıkmayı öğrenirken, kişisel olgunluklarını da geliştirme fırsatı yakalıyorlar. Her şeyden önemlisi yarışmacılar çok önemli şefler ile tanışma, onlardan öğrenme şansı buluyor, bu uzun yolculuk boyunca kendileri ile ilgili birçok kişisel gelişim sürecine de tanıklık ediyorlar. Bu nedenle yarışma sürecinde yaşadıkları değişim, programın aslında sadece bir eğlence ve rekabet unsuru taşıyan klasik bir yarışma olmadığını, aynı zamanda eğitim, gelişim ve öğretici bir platform olduğunu da gösteriyor bize. Böylece yarışmacılar sadece yemek yapma kabiliyetlerini değil, aynı zamanda zihinsel ve duygusal dayanıklılıklarını da geliştiriyor diyebiliriz. Yarışmada, zaman yönetimi, problem çözme, iş disiplini kazanma, hızlı karar verme ve yaratıcı düşünme gibi yeteneklerin de sınandığını görüyoruz. Yarışma yalnızca yemek tariflerini ve pişirme tekniklerini öğretmekle kalmıyor, aynı zamanda katılımcıların kendilerine dair önemli dersler çıkarmalarına ve kendilerini tanımalarına da fırsat veriyor.
MasterChef’in en büyük çekiciliklerinden biri de şüphesiz ki jüri üyeleri. Doğrusu jürinin tavırları, bilgisi, birikimi, uzmanlıkları ve deneyimleri sadece yarışmacıları değil, biz ekran başındaki izleyiciyi de heyecanlandırıyor. Yarışmada yer alan ünlü şefler, sadece yemek pişirme konusunda değil, aynı zamanda kişisel gelişim konusunda da yarışmacılara rehberlik ediyorlar. Program boyunca şefler, her yarışmacıya kritik ve öğretici geri bildirimlerde bulunuyor, düştüklerinden yeniden ve daha güçlü şekilde kalkmalarına destek oluyorlar. Bu geri bildirimler, yarışmacıların sadece teknik becerilerini geliştirmekle kalmıyor, aynı zamanda onları daha iyi birer şef yapma yolunda cesaretlendiriyor. Bir anlamda yarışmacılar ve şefler arasında güçlü bir mentor-menti ilişkisi kuruluyor. Ve bu yarışma sonrasında da devam ediyor.
MasterChef’i sadece bir eğlence aracı olarak görmek yanıltıcı olur; MasterChef sadece bir yemek yarışması değil; aynı zamanda katılımcıların karakter gelişimine, değişimine ve yetkinliklerine de katkı sağlayan bir eğitim süreci bence. Her katılımcı, şampiyon olmasa da bu yolculuktan önemli kazanımlar elde ediyor. Bu nedenle MasterChef’i izlerken sadece yemek pişirmeyi değil, aynı zamanda bir insanın nasıl gelişebileceğini ve olgunlaşabileceğini de görmüş oluyoruz.
Yarışma bittikten sonra yarışmacıların çoğunun kendi iş yerlerini açmaları, MasterChef ailesinin bu süreçte de onların yanında olması kurulan ilişkinin değerini ve anlamını bize gösteriyor. Yarışmanın bu güne kadar yüzlerce şefi sektöre kazandırması da sektörün gelişmesi için ayrı bir değer.
Eğlendirirken öğreten, bilgi ve gelişime katkı sunan, bazı yarışmacıların mesleki birikimlerini güçlendirirken, bazılarına yeni bir meslek kazandıran MasterChef’in kocaman ailesine bizden de kocaman bir teşekkür gelsin.
İçi boşaltılmış, yalnızca eğlendirme kisvesi altında yapılan ve bazen saçma sapan oyunlarla izleyiciyi küçümseyen televizyon programlarından bıkmadık mı? Bu tür yapımlar, izleyicilere sadece geçici bir eğlence sunarken, gerçek anlamda değer katmıyor. Oysa ki, insanların hem bilgi edinebileceği hem de eğlenebileceği, kültürel birikimlerini artıracak ve mesleki gelişimlerine katkıda bulunacak programlara ülkemizde daha çok ihtiyaç var. Eminim bu tür programlar, sadece izleyiciyi güldürmek ya da geçici heyecanlar yaratmak yerine, onlara derinlemesine düşünme, yeni beceriler kazanma ve kendilerini geliştirme fırsatı sunacaktır. Eğlencenin ve eğitimin bir arada olduğu, insanlara ilham veren ve onları daha iyi bireyler olmaya teşvik eden yapımlar, toplumun kültürel ve entelektüel seviyesini de yükseltecektir. Bu bağlamda, meslek kazandırıcı, bilgilendirici ve aynı zamanda eğlendiren programların genel olarak toplum için daha faydalı olacağına inanıyorum.
Bu tip programların artması dileği ile…
21 Ocak 2025 - Farklı kuşaklar el ele
14 Ocak 2025 - MasterChef: Bir yarışmadan daha fazlası
7 Ocak 2025 - Sevgi, umut, inanç… Ve tabii hayal gücü…
Feza Turunçoğlu Kimdir?
Feza Turunçoğlu, Türkiye’de marka, pazarlama ve reklam sektöründe uzun yıllarını geçirmiş deneyimli bir profesyoneldir. Marka yaratma, spor pazarlaması, marka yönetimi ve iletişim konularında derin bilgi birikimine sahiptir.
Reklam ajanslarında yönetim ekibinde çalışmış, yürütme kurullarında yer almış, ülke için önemli birçok markanın büyüme süreçlerine katkıda bulunan ekipleri yönetmiştir.
Feza Turunçoğlu’nun kariyeri boyunca edindiği deneyimler ve sektördeki bilgisi, markaların stratejik iletişimini yönetme yeteneği ve kriz dönemlerinde markaların nasıl yönetilmesi gerektiğine dair görüşleri sektörde önemli bir referans niteliği taşır.
Bu dönemde; finanstan otomotive, gıdadan içecek markalarına, kamu projelerinden kişisel bakıma Türkiye’nin en önemli ve büyük bütçeli markaları ile çalışma, stratejilerinde söz sahibi olma ve değer yaratma şansı yakalamıştır.
Daha sonra Türkiye’nin bilinirliği ülke dışına da taşan ve ülkenin en değerli markalarından biri olan Vestel’de 10 sene boyunca Vestel Pazarlama iletişimi ve Perakende Pazarlama Liderliği yaparak; pazarlama iletişimi ve sponsorlukların yanı sıra, markanın stratejisi ve bütçe yönetiminde de söz sahibi oldu.
Vestel döneminde en sevdiği işlerinden biri “Biz Voleybol Ülkesiyiz” stratejisinin oluşturulması ve hayata geçişinde üstlendiği rolü oldu. ‘Biz Voleybol Ülkesiyiz’ iletişimi ile marka, hem tüketicinin gönlünü kazanırken hem de sayısız ödül kazandı.
Türkiye’de ‘Spor Pazarlaması’ denince, akla ilk gelen isimlerden.
Feza kendisini; reklam, pazarlama ve iletişim stratejisi alanlarında 30 yıllık deneyimi ile “ marka danışmanı” olarak tanımlıyor.
Vestel sonrası, bağımsız marka danışmanı olarak farklı projelerde ‘sevdiği ve inandığı’ markalara katkı sağlamaya keyifle devam ediyor.
Ve halen en çok voleybol izlemeyi seviyor.