03-06-2023
İsmet Berkan

Türkiye’den yurt dışına göç, uygarlık erozyonunu hızlandırıyor

Türkiye’den yurt dışına göç, uygarlık erozyonunu hızlandırıyor

Belki 15 yıldır Londra’da evi olan bir ahbabım var, geçenlerde sona eren 10 yıllık vizesini yenilemek için konsolosluğa başvurmuş ve red cevabı almış.

Etrafınızda eminim görüyorsunuz, Schengen vizesi alamayanlar, Amerikan vizesi için bir yıla yakın bekleyenler, alamayanlar. İngiltere vizesi alamayanlar.

Geçen gün 10Haber’de vardı, Schengen vizesi redleri Türkiye’de yüzde 50’yi aşmış. Vize alamayanlar arasında Avrupa ile ticaret yapan iş insanları da var, orta üst sınıfa mensup olup zaman zaman turistik amaçlı Avrupa’ya gitmek isteyenler de.

Vize redlerinin özellikle salgın sonrası dönemde çok arttığını artık hepimiz biliyoruz.

Ama artan tek şey vize redleri değil. Madalyonun öteki tarafını da görmek lazım. Bir de Türkiye’den yurt dışına yasal veya yasadışı yollarla göçün de çok arttığını biliyoruz.

Bu kez gidenler işçi değil

Göç edenler bu kez Avrupa’ya, İngiltere’ye veya Amerika’ya işçi olmaya, benzincide çalışmaya veya garsonluğa gidenler değil. Göç edenler, çoğunlukla orta üst sınıfa mensup olanlar, bir yabancı dili konuşanlar, sahip oldukları mesleği yurt dışında da yapabileceğini düşünenler, genellikle Türkiye’nin okumuş yazmış ve bir ölçüde de maddi imkanı olanlar.

Esasen Avrupa’nın Schengen vizesi redlerinin artışında da, İngiltere ve ABD’nin vize verirken çok eli sıkı davranmaya başlamasının ardında da bu yatıyor: Geçmişte buralara göçmen olarak gitmesi hiç de beklenmeyen, o yüzden de düne kadar bu ülkelerden görece kolayca vize alabilen toplum kesimleri bugün göç arayışında.

Schengen vizesi de, diğer vizeler de esasen son derece aşağılayıcı şeyler. Sizden evinizin tapusunu, banka hesaplarınızın dökümünü, gelir belgelerinizi istiyorlar. Bunların neden istendiği çok belli: Sizin o ülkeye göç etmeyeceğinizden emin olmak istiyorlar ve sizin geride bırakmak istemeyeceğiniz bir madde varlığınız olduğunu öğrenmeye çalışıyorlar.

‘Bu Türkleri değil şu Türkleri istiyorum’ diyen Alman Büyükelçisi

Bundan 26-27 yıl önceydi. O zamanlar da adı Türkiye’de bazı tartışmalara karışmış olan dönemin Almanya Büyükelçisi ile Ankara’daki konutunda öğlen yemeği yemiş, sohbet etmiştim. Yemek bitti, ayağa kalktık, konutun penceresinden Almanya’nın Ankara’daki Başkonsolosluğu’nun önündeki vize kuyruğu gözüküyordu, ‘Bir buna bakın’ dedi Büyükelçi bana, kapıda bekleşenler çoğunlukla belli ki Almanya’da çalışan Türk işçilerinin buradaki yakınları akrabaları vs idi. Dış görünüşleri ve giysileri bunu anlatıyordu.

Büyükelçi sonra kolumdan tuttu beni ve konutun öteki ucuna götürdü, oradaki camdan da Amerikan Büyükelçiliği’nin Paris Caddesi’ndeki konsolosluk bölümünün girişi gözüküyordu. ‘Bir de buna bakın’ diye devam etti, ‘Bizim kapımızda da bunlar olsa keşke…’ Amerikan konsolosluğunun kapısındaki kuyrukta neredeyse hepsinin beyaz yakalı çalışanlar olduğu anlaşılan ‘öteki Türkiye’ mensupları vardı.

Ben bu açıkça ırkçı tarife itiraz ettim. Büyükelçi kararlıydı. ‘Turist olarak geleceğe veya bilgisi ve görgüsüyle Almanya’ya katkıda bulunacaklara neden itiraz edelim’ dedi.

Vize imtiyazlısı kimse kalmadı

Bugün Almanya (ve bütün Avrupa) buna da itiraz ediyor işte. Türkiye’de yabancı ülkelerden kolayca vize alma konusunda imtiyazı olan hiçbir toplumsal grup kalmadı, bunu söyleyebiliriz. (Çoğu gazeteci meslektaşımız da artık ya vize alamıyor ya da aylar boyunca vize bekliyor.)

Açıkça söylenmiyor belki ama bu vize sorununun kökünde Türkiye’den Avrupa’ya giderek yoğunlaşan beyaz yakalı göçü yatıyor. Türkiye’nin orta üst sınıfları (veya diploması itibarıyla doğal olarak gelecekte bu sınıfta yer alacağını düşünenleri) geleceklerini yurt dışında aramak istiyor.

Göçün gerekçesini tartışmak faydasız

Bu yoğun isteğin arkasında ekonomik gerekçeler de var, siyasi gerekçeler de. Esasen bütün bu gerekçeler bir büyük bütünü oluşturuyor. Gerekçelerin haklılığı veya haksızlığını sabahlara kadar tartışmak mümkün ama bu tartışmayı yapmanın kimseye bir faydası yok.

Bence tartışmasız olan şey, bu göçü durdurmanın yolunu bulmak. Çünkü Türkiye’nin binbir zahmetle ve büyük yatırımlar yapılarak okumuş yazmış meslek sahibi olmuş kesimleri göç edenler veya etmek isteyenler. Bu gerçek bir kanama ve bu kanamayı Türkiye durduramazsa hep birlikte kendi geleceğimizi kaybedeceğiz.

Zaten ciddi bir uygarlık erozyonu yaşıyoruz, göçü durduramazsak erozyon daha da hızlanacak.

Tayyip Erdoğan orta üst sınıfla barışır mı?

Tayyip Erdoğan orta üst sınıfla barışır mı?

Tayyip Erdoğan yeniden Cumhurbaşkanı seçildi, şimdi önünde Anayasaya göre son 5 yıllık icra dönemi var. Bu 5 yılın sonunda Erdoğan yeniden aday olamayacak; kesin konuşmaya imkan elbette yok ama belki de Erdoğan hiç seçim kaybetmeden Türkiye’yi 26 yıl boyunca yönetmiş bir siyasetçi olarak jübile yapacak.

Yönetimdeki son dönemini yaşayacak siyasetçiye Türkiye tarihinde ilk kez denk geliyoruz. Amerika örneğinden biliyoruz, siyasetçiler bu son dönemlerinde ülke ve dünya üzerinde iz bırakacak bir şey yapmak, onlara sadece bir sonraki seçimi kazandıracak değil tarihe geçmelerine yardımcı olacak daha kalıcı icraatlar yapmak istiyorlar.

Şimdiden kestirmek zor, en azından 10 ay sonraki yerel seçime kadar bu konuda tahmin yürütmek imkansız ama belki Tayyip Erdoğan da bir daha seçime girmeyeceğinin bilincinde olarak bu anlamda kalıcı icraat yapmak isteyecek.

Bu sefer yumruğunu hiç gevşetmedi

Bana kızanlar olacaktır mutlaka ama bir hakkın teslimi için söylemem gerek: Tayyip Erdoğan geçmişte her seçim zaferinden sonra kendisine en şiddetle muhalefet edenlere karşı bir barış girişiminde bulundu, ‘Sıkılı yumruklarımızı gevşetelim’ dedi bir seferinde, başka bir seferinde ‘Türkiye koalisyonu’ndan söz etti, kendisine hakaret ettiğine inandığı kişilere karşı  açtığı davaları geri aldı.

Kendisi bunları söylerken ne kadar samimiydi ölçmemize imkan yok; çünkü neredeyse hiçbir zaman aradığı karşılığı bulamadı, onun barış çağrıları ona karşıt kesimlerde ‘Hah gördünüz mü, diz çöküyor’ diye algılandı, kısa sürede karşılıklı olarak yumruklar yeniden sıkıldı.

Bu seçimde böyle olmadı. Tayyip Erdoğan hiçbir barış çağrısı yapmadı, hatta daha ilk geceden kendi yumruğunu sıkılı tutacağını açık açık söyledi.

Fakat yine de unutmayın, bu Tayyip Erdoğan’ın son dönemi ve 2024 Martındaki yerel seçimden sonra bam başka bir Erdoğan görebiliriz.

Siyasi temsilcileriyle değil doğrudan halkla barış

Bana soracak olursanız, Erdoğan’ın kendisine rakip siyasetçilerle değil doğrudan toplumun bazı kesimleriyle barışması, karşılıklı olarak yumrukların gevşetilmesi gerekiyor. Erdoğan her seferinde o kesimlerin temsilcisi olduğunu düşündüğü siyasi partilerle ve kendi siyasi rakipleriyle barışmaya çalıştı ama bence bu kesimlerin gerçek anlamda bir siyasi temsilcisi yok zaten. Olsa mesela CHP yüzde 25’te kalmazdı.

İlk yazıda anlatmaya çalıştığım göç sorununu çözmenin ve ülkenin ortak geleceği için (bütün siyasi farklarımıza rağmen) birlikte çalışabilmenin yolu, orta üst sınıfların yeniden kazanılmasından geçiyor bence. Bu kesimleri siyaseten ikna etmek, hepsini Tayyip Erdoğan veya Ak Parti seçmeni yapmak gerekmiyor; onları bu ülkenin ortak vatanımızda yaşadığımız duygusuna geri getirmek yeterli.

Bu bir ‘his’ ve onu ortadan kaldırmak Erdoğan’ın görevi

Bu insanların kendilerini neden dışlanmış veya önemsizleşmiş hissettiklerini, bu hislerin gerçeklere dayanıp dayanmadığını tartışmak bence faydasız; çünkü o tartışmanın bir sonucu olamaz, kavga edilir sadece. Adı üzerinde bu bir ‘his’ olduğu için, o hissi ortadan kaldıracak kucaklayıcı adımları tek taraflı olarak atmak ülkenin Cumhurbaşkanı olarak Tayyip Erdoğan’ın görevi.

Türkiye’nin bilim insanlarına da, doktorlara da, mühendislere de, her düzeyden meslek sahibi insanlara da ihtiyacı var.

Onlar eksildiğinde hepimizin hayat kalitesinden bir şeyler eksiliyor. İki doktor ziyaretiyle iyileşilecek hastalık kronikleşiyor, üç günde bitecek yol inşaatı haftalar sürüyor, lokantadaki yemekten kahvedeki keke kadar her şeyin lezzeti azalıyor, şirketlerimizin yönetim kalitesiyle birlikte kârlılığı da azalıyor, aynı işi daha fazla elemanla yapmak verimliliği düşürüyor vs vs.

Türkiye bu büyük insan kaynağı kanamasını durdurmayı başarmak zorunda.

Şu 25 bin kişi eğleniyor mudur sahiden?

Şu 25 bin kişi eğleniyor mudur sahiden?

Bugün 10Haber’in manşetinde yer alan acar muhabirimiz Hazar Dost’un haberini okudunuz mu?

Okurken ne düşüneceğimi bilemedim. Geçmişte Muharrem İnce seçimi kaybettikten sonra açılmış bu sayfa. Facebook’taki sayfanın üyeleri, kendi aralarında sanki İnce seçimi kaybetmemiş de kazanmış gibi yazışmaya başlamışlar.

Şimdi aynı şeyi Kemal Kılıçdaroğlu için yapıyorlar. Sanki o kazanmış ve vaat ettiği her şey bir anda gerçekleşmiş gibi birbirleriyle olmayan bir ülkeden ve olmayan bir gerçeklikten şaka haberler paylaşıyor, o olmayan gerçeklik içinde oluşan şakadan dertlerini birbirlerine anlatıyorlar.

Esasen eğlenceli bir şey. Seçim sonuçlarının pek çok kişiyi depresyona soktuğu hatırlanacak olursa, bazılarının (en azından 25 bin kişinin) bu durumla ve kendi halleriyle dalga geçmesi güzel bir şey.

Ama merakım şu: Bu insanlar bu yazışmalarla sahiden eğleniyor mudur? Umarım eğleniyorlardır.

Hangi iyi halin indirimi

Hangi iyi halin indirimi

Zonguldak’ta bir adam, henüz 11 yaşındaki kendi öz kızına 14 kez tecavüz etmekle suçlandı. Mahkeme onu 33 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırdı ama sonra ‘İyi hal’ini göz önüne alarak cezayı 28 yıl, 1 ay ve 15 güne düşürdü.

Avukat olduğumu, ceza hukukundan çok iyi anladığımı öne sürecek değilim ama hukukumuzda yer alan ve çokça tartışılan bu ‘iyi hal indirimi’ni anlamakta güçlük çektiğimi söylemem lazım.

Sanık, mahkemede suçunu itiraf edip açıkça pişmanlık gösterse belki bir ‘iyi hal’den söz edilebilir ama bu vakada mahkum olan baba tam tersine poliste ve savcılıkta itiraf ettiği suçunu mahkemede inkar etmiş, hatta karar açıklandıktan sonraki son sözünde de inkar etmeye devam etmiş.

Ya mahkeme çok büyük bir hata içinde, bir babayı iftiraya kurban ediyor ya da mahkeme kendi kararında haklı ve bu adam öz kızına defalarca tecavüz etmiş. Eğer birinci olasılık geçerliyse adam zaten beraat etmeliydi. Mahkeme onu mahkum ettiğine göre herhangi bir ‘iyi hal’den söz etmek bana çok mantıksız geliyor.

İyi ki İstanbul Festivali var

İyi ki İstanbul Festivali var

Bir İstanbul klasiği olan İstanbul Festivali başladı ve bütün hızıyla devam ediyor. Bu akşam, Borusan Filarmoni, günümüzün en önemli sopranolarından biri olan Barbara Hannigan’la birlikte sahne alacak. Hannigan hem orkestrayı yönetecek hem de söyleyecek. Eğer biletiniz yoksa çok şey kaçırıyorsunuz. Bilet almak isterseniz buraya tıklayabilirsiniz. Konser akşam saat 20.00’de.

Kılıçdaroğlu’nun marteniçkası

Kılıçdaroğlu’nun marteniçkası

Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu epeydir bileğinde bir Balkan geleneği olan marteniçka taşıyordu.

Bunu takarken bir dilek diliyorsunuz ve sonra da baharın müjdecisi leylekleri havada görene kadar da bileğinizden çıkarmıyorsunuz.

10Haber muhabiri Masum Gök dün fark etti, Kılıçdaroğlu marteniçkayı çıkarmış. Leyleği havada gördü mü bilinmez ama takarken eğer seçilmeyi dilediyse bu dileğinin gerçekleşmediği kesin artık.