27-12-2023
İsmet Berkan

Anayasa Mahkemesi’ne CAPS yaptırtan hayat şartları bize neler yaptırmaz ki…

Anayasa Mahkemesi’ne CAPS yaptırtan hayat şartları bize neler yaptırmaz ki…

Türkiye dün hiç de alışıldık olmayan iki şey birden yaşadı. İkisini de ketumluğuyla, medyada polemik yapmamasıyla, sadece ve sadece kararlarıyla konuşmasıyla meşhur Anayasa Mahkemesi yaptı.

Mahkeme dün bir kararıyla ilgili basın açıklaması yaptı. Bu, dediğim gibi Anayasa Mahkemesi’nin hiçbir zaman yapmadığı bir şey. Mahkeme normalde kararlarını yazar, Resmi Gazete’ye gönderir, onlar da orada yayınlanır.

Dün mahkeme ilk kez ‘Ben bir karar aldım, kararımın gerekçesinin en önemli bölümü de budur’ manasına gelen bir basın açıklaması yaptı. Kararın tamamı da bu sabahki Resmi Gazete’de yayınlandı.

Ama sadece basın açıklaması yapmadı Anayasa Mahkemesi. Açıklama yaptığını eski adı Twitter olan X’den duyurdu ve duyururken bir de sosyal medya tabiriyle ‘CAPS’ yaptı.

Anayasa Mahkemesi gibi gerçekten muhafazakar bir kurumu bütün bu olağanüstülüklere başvurmak zorunda bırakan durum, esasen son derece ciddi bir durum.

Anayasa Mahkemesi 25 ekim 2023 günü bir karar almak zorunda kaldı ve 14 Mayıs seçiminde Türkiye İşçi Partisi’nden milletvekili seçildiği halde dokunulmazlığına kavuşması mahkemeler eliyle engellenen Can Atalay’ın serbest bırakılmasını istedi.

Yargıtay’ın 3. Ceza Dairesi o karara karşı aklı başında herkesi dumûra uğratacak bir karar aldı ve özetle ‘Anayasa Mahkemesi kararını uygulamıyorum’ dedi.

Gerçekten de, en azından 25 Ekimden bu yana (Aslında Can Atalay’ın mazbatasını aldığı haziran ayından bu yana) Anayasa Mahkemesi kararı uygulanmıyor. Bu uygulamama hali fiili de değil üstelik; çünkü 3. Ceza Dairesi resmen ve açıkça ‘Ben Anayasayı da, Anayasa Mahkemesini de tanımıyorum, benim üzerimde böyle bir güç yok’ diye karar aldı. Ben de tam da bu yüzden durumu ‘Anayasal düzene karşı darbe’ diye niteliyorum. Bana soracak olursanız darbe ‘teşebbüs halinde’ de değil, aksine en azından 25 Ekim gününden beri, yani iki ayı aşkın süredir bir gerçek.

Sonunda ne oldu, Anayasa Mahkemesi, 21 Aralık 2023’te gerekçesi bu sabah Resmi Gazete’de yayınlanan bir karar daha almak zorunda kaldı. 

Mesleğim gereği, hukukçu olmadığım halde çok sayıda Anayasa Mahkemesi kararı okumak zorunda kaldım. Kendi sınırlı tecrübemden hareketle söyleyeyim, ben daha önce böyle zehir zemberek, böyle ağır ifadelerle dolu bir AYM kararı okumadım.

Karardan birkaç örnek vereyim:

Karar madde 53: ”Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin ‘Anayasa Mahkemesi kararına uyulmamasına’ şeklindeki kararı ise Anayasa ve 6216 sayılı Kanun’a aykırı olduğu gibi 5271 sayılı Kanun’da veya diğer kanunlarda bulunmayan bir karar türüdür. Esasen Anayasa’nın bireysel başvuru hakkını güvence altına alan 148. maddesi ve bireysel başvuru kararları dahil Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığını düzenleyen 153. maddesi karşısında böyle bir karar türünün olması da mümkün değildir. (….) Eldeki başvuruya konu yargılamada ise Anayasa Mahkemesi, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesini ilgili mahkeme olarak belirlediği için Yargıtayın 6216 sayılı Kanun kapsamında yeniden yargılama yetki ve görevi bulunmamaktadır.”

Karar madde 56: ”Bireysel başvuru kararlarının uygulanmaması Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmayı anlamsız hale getirecektir.”

Karar madde 60: ”Hiç kuşkusuz Anayasa’nın 153. maddesinin açık hükmüne rağmen Anayasa Mahkemesi kararları uygulanmayarak hak ve özgürlüklerin etkili bir şekilde korunması yükümlülüğünün yerine getirilmemesi devlet organlarının uymakla yükümlü oldukları Anayasa’nın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkelerine aykırı durumlara yol açar.”

Karar madde 63: ”Anayasa, Anayasa Mahkemesini diğer bazı anayasal veya yasal kurumlardan farklı olarak istişari nitelikte görüş bildiren bir organ olarak düzenlememiştir. Anayasa Mahkemesi kararları, mahkemeler veya kamu gücü kullanan diğer organlar tarafından dikkate alınmayabilecek tavsiye veya temenni mahiyetinde kararlar olmadığından bu kararların bağlayıcılığı Anayasa’da özel olarak düzenlenmiştir.”

Karar madde 64: ”Yargıtay 3. Ceza Dairesinin başvuruya konu kararı dışında Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruya ilişkin kararlarının bağlayıcı olduğuna dair Yargıtay ve Danıştayın müstakar kararları dikkate alındığında Türk hukukunda bu konuda bir uygulama sorununun da bulunmadığı görülmektedir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, bu başvurudakine benzer mahiyette olan bir olayla ilgili olarak yakın tarihli bir kararında ‘Anayasa Mahkemesinin diğer kararları gibi bireysel başvuruları inceleyen bölüm kararları da yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlamaktadır. Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı ve içtihadi anlamda yol gösterici niteliği tartışmasızdır…’ diyerek Anayasa koyucunun Anayasa’nın 153. maddesinin altıncı fıkrasında yer verdiği Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcı olduğuna ilişkin iradesinin altını çizmiştir.”

Karar madde 65: ”Dahası başvuruya konu ayrıksı kararı veren Yargıtay 3. Ceza Dairesinin çok sayıda kararında AİHM’nin, Anayasa’nın 153. maddesinin altıncı fıkrasından doğan bağlayıcı niteliğini dikkate alarak Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruya ilişkin kararlarına uygulamada riayet edilmesinden ve etkin bir şekilde uygulanmasından şüphe duyulmasına yer olmadığı yönündeki görüşü aktarılmış ve ‘Asıl olanın haksız, ölçüsüz bir müdahaleye maruz bırakılan temel hakkın bir an önce teslimi olduğuna göre, sair çatışma veya tartışmaların bu değerin önüne geçmesine ‘hukuk düzeninin tekliği’ ilkesi de müsaade etmez’ denmek suretiyle hukuk sisteminin bütünlük değerine atıfla mahkemelerin hukuk sisteminde bütünlüğü sağlayacak yorumu benimsemeleri gerektiği ortaya konmuştur. Dolayısıyla uygulamada bireysel başvuruya ilişkin olanlar da dahil olmak üzere Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığına dair bir tereddüt bulunmamaktadır.”

Sizi sıkmak pahasına bu uzun alıntıları yaptım, çünkü benim açımdan Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı geçmişle kıyaslanmayacak kadar sert.

Bence en çarpıcısı, mahkemenin yaşanmakta olan ve yüksek yargı organları arasında kavga izlenimi veren krizden çıkış için yol göstermesi. AYM, Yargıtay’ın 3. Ceza Dairesi’nin aldığı kararı yok hükmünde kabul ediyor ve Can Atalay’ın tahliyesiyle ilgili olarak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ni adres gösteriyor. AYM kararında bu mahkeme oldukça ağır bir dille eleştiriliyor zaten.

Benim gibi amatörler için veya birazcık hukuk nosyonu olanlar için Can Atalay’ın durumu aslında son derece basitti, ortada tartışma bile yoktu. Anayasa Mahkemesi’nin daha önce kimi milletvekilleri için verdiği dokunulmazlık kararları dikkate alınınca Atalay’ın mazbatasını aldığı gün serbest kalması gerekiyordu. Ama neredeyse altı ay geçti ve Atalay hala hapiste.

Hapisteki bir insan için bir saat bile uzundur ama hadi diyelim o kadar zamanı göz ardı ettik, en azından Anayasa Mahkemesi 25 ekimde kararını açıkladığında Atalay’ın derhal serbest kalması gerekiyordu. Bir Anayasa Mahkemesi kararının uygulanmaması düşünülemez bir şeydi.

Ama bakın, Türkiye’nin Adalet Bakanı kararı uygulamamanın düşünülemez olduğunu ancak dün düşünebildi. Yılmaz Tunç ‘Mahkeme kararı uygulanmalı’ dedi. Oysa bunu 60 gün önce söylemiş olmalıydı.

Daha ilginci, Yılmaz Tunç’un dün Yargıtay Başkanı ile görüşmüş olması. Görüşmenin içeriğini bilmiyoruz elbette ama bu konular ele alındıysa şaşırmamak gerekir.

İstanbul’daki 13. Ağır Ceza Mahkemesi bir haftadır top çeviriyor, ‘Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesi bize ulaşmadı’ diyordu; bu sabah itibarıyla böyle bir bahanesi de kalmadı.

Bakalım Anayasa Mahkemesi’nin açık açık ‘Kararı sen alacaksın, benim başka muhatabım yok’ dediği mahkeme ne yapacak? Geçen sefer de karar muhatap olarak oraya yollanmıştı ama 13. Ağır Ceza topu alıp Yargıtay’ın sahasına göndermişti.

Bugün de aynısını yaparsa Anayasal düzene karşı darbe bir süre daha devam edecek demektir.

Çocuğunuzun okuduğu okula ismini veren kişi tescilli bir işkenceci olsun ister misiniz?

Çocuğunuzun okuduğu okula ismini veren kişi tescilli bir işkenceci olsun ister misiniz?

İzmir’in Buca ilçesinde Belenbaşı adlı köydeki ilkokul yıkılmış, yerine de yenisi yapılmış. Bu okulun eskiden adı Şehit Sadık Şen’miş, ama yenisine yeni bir isim verilmiş: Esat Oktay Yıldıran.

Esat Oktay Yıldıran Türkiye’de işkence ve kötü muamele denince akla ilk gelen isimlerden biri. Sebebi 1981-83 yıllarında komutan olarak bulunduğu Diyarbakır Askeri Cezaevinde yaptıkları.

Yaptıkları öyle belgelenmiş durumda ki cezaevindeki işkenceleri anlatan onlarca kitap, hatta bir de sinema filmi var. Örneğin cezaevinde gördüğü işkenceleri anlatanlardan biri bugün Ak Parti MKYK üyesi, eski milletvekili Orhan Miroğlu.

Sizi bilmem, ben çocuğum adını tescilli bir işkenceciden alan okula gitsin istemezdim.

Ermeni mahallesine Talat Paşa İlkokulu açmak

Ermeni mahallesine Talat Paşa İlkokulu açmak

Birkaç ay önce bir yakınımın cenazesine katılmak için Kurtuluş/Feriköy’deki bir Ermeni kilisesine gittim.

Yollarını iyi bilmediğim bölgede telefonumdaki seyrüsefer yazılımından yardım alarak ilerlemeye çalışıyordum ki, karşıma çıktı: Talat Paşa İlkokulu.

Bilmiyorum Türkiye’de kaç okula İttihat ve Terakki’nin liderlerinden Talat Paşa’nın adı verilmiştir, ama onun adını vermek için Ermeni yurttaşların yoğun biçimde yaşadığı bir mahalledeki okulun seçilmiş olması bana hiç tesadüf gibi gelmedi.

Devletimiz bir yandan Türkiyeli Ermenilere geçmişi unutup geleceğe bakmalarını söylüyor, ama bir yandan da 1915 tehcir kararlarını telgraf başında ilçe ilçe tebliğ eden, büyük Ermeni kıyımının ve etnik temizliğinin başlıca sorumlusunun adını da onların yaşadığı mahalledeki okula veriyor.

Ermenilere ‘Başınıza geleni hiç unutmayın’ deniyor sanki. Onlar da doğal olarak unutamıyor 1915’te başlarına geleni.

Umarım yeni ortak Sabiha Gökçen’e yatırım yapmaya geliyordur

Umarım yeni ortak Sabiha Gökçen’e yatırım yapmaya geliyordur

İstanbul’un yeni havaalanını insanlık dışı derecede büyük bulduğum için mümkün olduğu kadar Sabiha Gökçen Havaalanını kullanıyorum yıllardır.

Bu küçük olması sayesinde uçağa binmesi de, inmesi de kolay olan ve benim için ‘insani’ bir havaalanı.

Ama sorun büyük: Hem havayolu kullanan yolcu sayısı arttığı, hem de İstanbul’da yerleşikler benim gibi daha çok Sabiha Gökçen’i tercih ettiği için bu havaalanı talebe karşılık veremez hale geldi.

Zaten havaalanının işletmecisi Malezyalı grup da yatırım yapmadığı için buradaki hizmet kalitesi düştükçe düşüyor. Son olarak artık havaalanı otoparklarında yer de bulunmaz oldu.

Şimdi havaalanında ikinci pistin devreye girmesinin ardından dün bir haber daha geldi: Türkiyeli IC Grubu havaalanına yüzde 50 ortak olmaya hazırlanıyordu, hatta IC’nin bu satın alma pazarlıklarını yürüten ismi şimdiden havaalanına CEO olmuştu bile.

Habere sevinmedim desem yalan olur. Belki bu sayede havaalanına yatırım yapılır, yanda atıl duran terminal binası iç hatlara tahsis edilir, yeni otoparklar yapılır.

Bekleyelim, görelim.