23-06-2024
İsmet Berkan

10 yıl önce basit bir rant vergisini reddeden Erdoğan bugün ‘Nereden buldun’u kabul eder mi?

10 yıl önce basit bir rant vergisini reddeden Erdoğan bugün ‘Nereden buldun’u kabul eder mi?

10 yıl önce Ahmet Davutoğlu Başbakan, Ali Babacan da Başbakan Yardımcısıydı. Türk ekonomisi yavaş yavaş gerilemeye başlamış, başlıca suçlu olarak da parayı fabrika, teknoloji ve bilim yerine, yani katma değer yaratacak üretim yerine betona yatırma hevesi görülür olmuştu.

Gerçekten de inşaat furyasından inanılmaz büyüklükte servetler ediniliyor, Türkiye’nin dört bir yanında AVM’ler, iş merkezleri ve konutlar inşa ediliyordu.

İşte o ortamda Ali Babacan ve aynı hükümetin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek bir vergi yasası hazırladı. Yasa özet olarak rant gelirlerinin vergilendirilmesini hedefliyordu. Bu tasarıya bir başka tasarı eşlik ediyordu: Siyasi etik yasası.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ‘Partiye ilçe başkanlığı yapacak insan bulamazsınız sonra’ diyerek bu iki yasa tasarısının birden rafta kalmasını sağladı. Oysa Davutoğlu ve Babacan birlikte ‘Büyük bir reform’ diyerek kamuoyuna duyurmuşlardı bu iki yasanın hazırlığını.

Devlet hizmetine maliye müfettişi olarak başlayan, sonunda Hazine Müsteşarlığı’na kadar yükselen iktisatçı Dr. Mahfi Eğilmez’in yazısı var bugün 10Haber’de. 1984 yılında Turgut Özal iktidarının gelirle servet artışı arasında vergi ilişkisi kuran yasayı nasıl kaldırdığını anlatıyor.

Gerçekten de dün burada yazdığım Türkiye’nin kara para cenneti olmasına neden olan ve artık Maliye Bakanlığı’nın bile fena halde şikayetçi olduğu uygulama 1984’te başladı.

Arada Bülent Ecevit’in koalisyon hükümetinin Maliye Bakanı (ki o da eski bir maliye müfettişidir) Zekeriya Temizel bir ‘mali milat’ ilan eden ve ondan sonra servet artışıyla gelir arasında vergi ilişkisi kuran bir yasa çıkardı. ‘Nereden buldun yasası’ diye bilinen bu yasa yürürlüğe giremeden, 2003 yılı başında Ak Parti tarafından yürürlükten kaldırıldı.

Burada dönelim ve işin esasına bir bakalım.

Hepimiz ama hepimiz, geçinmek için gelir elde etmek zorundayız. İşte adına ‘Gelir vergisi’ denen verginin konusu bu elde ettiğimiz gelirler.

Eğer bir yılda elde ettiğimiz gelir hayatımızı onur içinde sürdürmemizi ancak sağlıyor, hatta bunun altında kalıyorsa elbette bu gelirler üstünden vergi alınmaz. Yani üstünden vergi alınacak gelirin bir alt sınırı var, ancak ondan fazlasından vergi alınıyor (Vergiden muaf olan bu alt sınırın oldukça düşük olması hem bir olgu hem de büyük bir tartışmanın  konusu, ama şimdilik o tartışmaya girmeyelim).

Yok ama yıl içinde elde ettiğimiz gelirler bizim onurlu bir hayat sürmemize yetiyor ve artıyorsa eğer, bu gelir fazlası bize servet artışı olarak yansır. Yani o fazla gelirle ya banka hesabımızı büyütürüz ya gayrimenkul alırız veya başka yatırımlar yaparız. Ve bu servet birikimi üstünden de gelir elde etmeye başlarız.

İşte gelir vergisinin konusunu aramızdan bazılarının onurlu bir yaşam sağlamanın alt sınırının ötesinde elde ettiği bu gelir oluşturur. Vergi yüzde 25’lik alt sınırdan başlar, gelir arttıkça artar ve yüzde 40’a kadar ulaşır.

Bu tanımlar gereği Türkiye’de yaşı 18’den büyük herkesin gelir vergisi mükellefi olması gerekir. Bunların önemli bölümü gelir vergisi ödemeyi gerektirecek sınırın altında gelir elde ediyor olsa da, bu böyledir.

Ama gelin görün ki, gerçekte bizim beyanname veren gelir vergisi mükellefi sayımız 2 milyon 500 bin kişi kadar.

Bunlara gerçekte gelir vergisi ödediği halde beyannamesi kendileri tarafından değil işverenleri tarafından verilen 20 milyona yakın ücretli çalışanı da eklesek bile ülke nüfusunun önemli bir bölümünün hiç gelir vergisi ödemediğine hükmedebiliriz.

Nitekim, devlet bütçesinin temel gelirini gerçekte gelir vergisinin ve şirketlerin kazançlarından alınan kurumlar vergisinin oluşturması gerekirken bizde durum tam tersi. Bu yılın ilk beş ayının bütçe uygulama sonuçlarına bakınca devletin topladığı verginin yarıdan fazlasının KDV ve ÖTV gibi alışveriş vergileri olduğu görülüyor. Gelir vergisi toplayamayan devlet son 40 yıldır bu zenginden de fakirden de eşit oranda alınan vergilere yükleniyor.

Ocak-Mayıs döneminde devletin topladığı gelir vergisinin bütün vergi gelirleri içindeki payı yüzde 17,62 olmuş, yani 481,3 milyar lira toplanmış. Ama bu paranın sadece 36,8 milyarı beyanname verenlerden alınmış; esas büyük parça olan 437,8 milyar lira stopaj olarak, yani ücretlilerden kaynağında kesilerek toplanmış. Gelir vergisini Türkiye’de geliri yüksekler değil işçi ve memurlar ödüyor.

Oysa aynı dönemde sadece ithalattan alınan KDV 534 milyar lira. Yurt içinde alınan KDV ise 355 milyar lira. Buna 497 milyar liralık ÖTV’yi de eklediğinizde durumun vahameti ortaya çıkıyor.

Vergide adaletsizlik denen şey tam olarak bu.

Tekrar başa döneyim. Dün 10Haber’de Gelir İdaresi Başkanlığı’nın 24 Mayısta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a yaptığı vergi paketi sunumunun tam metnini okudunuz.

Bu sunum vergi gibi hepimizin cebini doğrudan ilgilendiren bir konuda olduğu için elbette tartışılacak, eleştirilecek veya övülecek.

Ancak bir şey söylememe izin verin: Paketi oluşturan genel bakış açısı vergi tabanını yaymak, bugüne kadar hiç vergilendirilmeyen veya yeterince vergilendirilmeyen kesimlerden gelir vergisi ve kurumlar vergisi almak.

Bu açıdan baktığınızda kişinin yıllık harcamalarıyla geliri arasında uyumsuzluk olması halinde vergi idaresinin onu hesap vermeye çağıracak olması 40 yıllık bir aranın ardından bir nevi devrim gibi.

Yalnız bu devrimin öyle sessiz sedasız, kavgasız gürültüsüz yapılması beklenmemeli. Ben eminim, daha şimdiden alttan alta büyük bir kavga başladı bile. Nitekim Erdal Sağlam haklı; bu 104 sayfalık sunumun tamamının sızmasının nedeni de o kavga.

Tabii merak edilen şey şu: 10 yıl önce rant gelirlerinin vergilendirilmesi gibi çok daha az insanı ilgilendiren bir vergiyi bile engelleyen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bugün çok daha geniş kesimleri derinden etkileyecek olan bu servet incelemesine izin verir mi?

Şu ana kadar çok dikkate gelmedi ama aynı sunumun içinde daha çok küçük esnafın yararlandığı basit usulde verginin kaldırılması, bundan böyle herkesin gerçek usulde vergilendirilecek olmasıyla ilgili bir madde de var.

Bu yüz binlerce esnafın birden geçmişe göre daha çok vergi ödemesi sonucu doğurabilir.

Bir başka önemli değişiklik, doktor, avukat, diş hekimi vs pek çok kişiyi ilgilendiren gelir vergisi.

Sunumun tam metninin ortaya çıkması toplumun pek çok kesiminin yarından başlayarak şiddetli tepkilerini ortaya koymasına yardımcı olacaktı, sızdıranlar da bu amaçla sızdırdı belli ki, vergi paketini engellemek istiyorlar.

Türkiye’yi kaynağı belirsiz servetlerin ve kara paranın ülkesi olmaktan çıkartmak, vergiyi adil biçimde topluma yaymaktan başka çıkar yolumuz yok aslında.

Bakalım Cumhurbaşkanı nasıl bir karar verecek?

Ucuz kahramanlar ve ucuz kurbanlar ülkesinde futbol

Ucuz kahramanlar ve ucuz kurbanlar ülkesinde futbol

Türkiye-Gürcistan maçında ecel terleri döküldüğü, son 10 dakikanın geçmek bilmediği, milli takımın oyunun o döneminde 5’li defans yapıp topu ayağında 20 saniyeden uzun tutamadığı görmezden gelindi. Onun yerine Arda Güler ve milli takım göklere çıkarıldı.

Oysa Milli Takım o maçta güzel oynamamış, teknik direktör Montella’nın tercihleri hiç eleştirilmemişti. Arda o golü atmamış olsa sahanın iyi oyuncularından biri değildi.

Dün akşam Portekiz maçı milli takımın aksayan her şeyini birden gözümüzün içine soktu. Alan savunması yapamıyor, birbirimizle uyumlu hareket edemiyor, çok yüksek tempoyla oynayacağı çok belli rakibi durduracak, en azından yavaşlamaya zorlayacak önlemler alamıyorduk.

Daha doğrusu aldık aslında, ama aynen Gürcistan maçında olduğu gibi sadece oyunun ilk 15-20 dakikalık bölümünde becerdik bunu. Ardından yenen gol oyunun tamamen Portekiz kontrolüne geçip bizim de art arda amatör hatalarla top kayıpları yaşamamıza neden oldu. Samet’in kendi kalesine attığı gol mahalle maçlarında bile ender görülen bir beceriksizlik örneğiydi ve bu golle milli takım sahadan silindi.

Bir takım defansın arkasına bu kadar kolay top atılmasına izin veriyorsa 3-0 çok iyi bir skor sayılmalı. Skorun bu denli düşük kalmasında Ronaldo’nun en az üç pozisyonda kendi vurmak yerine pas vermeyi tercih etmesi etkili oldu.

Şimdi Türk medyası hep bir ağızdan teknik direktör Montello’yu eleştiriyor. 41 yaşındaki Pepe sahanın en iyisiyken 19 yaşındaki Arda nasıl ‘yorgun’ olur ve ilk 11’de başlatılmazmış?

İlk maçta nasıl ucuz kahraman yarattıysak şimdi de ucuz bir kurban buluyor, bütün suçu ona yükleyip kendimizi kandırmaya devam ediyoruz.

Oysa turnuva bitmedi, bu milli takım gerçekte Çekya’yı yenebilecek güçte.