17-07-2024
İsmet Berkan

Siyaset vergiyle can yakmaktan korktuğu sürece bu ülke düze çıkamaz

Siyaset vergiyle can yakmaktan korktuğu sürece bu ülke düze çıkamaz

Türkiye Cumhuriyeti Devleti 2023 yılında toplam 1 trilyon 650 milyar 363 milyon lira vergi topladı.

Toplanan bu verginin 633 milyar 86 milyon lirası KDV ve ÖTV idi. 373 milyar 995 milyon lirası ithalat sırasında alınan KDV ve gümrük vergileri. Bu iki kalemin toplamı bütün vergi gelirlerinin yüzde 60’ını oluşturuyordu.

Devlet geçen yıl bireylerin ve şirketlerin gelirlerinden ise 515 milyar 241 milyon lira vergi topladı. Bu toplam vergi gelirinin yüzde 31,2’siydi sadece.

Türkiye bu oransal dağılımı terse çevirmedikçe, yani gelir ve kazançlardan alınan verginin toplamdaki payını yüzde 60-70’e çıkarıp alış veriş ve gümrük vergilerinin payını yüzde 20-30 aralığına düşürmedikçe bu ülkenin ne ekonomik olarak ne de demokratik olarak düze çıkması bence mümkün olabilir.

Bütün gelirlerden eşit vergi alınsa devlet kaç para toplardı?

Yanlış bir hesap olduğunu peşinen söyleyerek bir hesap yapayım. Türkiye’de 2022 yılında (dikkat, 2023 değil!) gayrı safi yurtiçi hasıla harcama yöntemiyle hesaplandığında 15 trilyon 11 milyar 775 milyon lira olmuş. Yani o yıl bu ülke bu kadar para harcamış.

Harcamanın paranın bir bölümü borç alınarak (kredi kullanarak) yapıldığını, bazı harcamaların tekrar tekrar toplandığını (üretici üretir toptancıya satar, toptancı perakendeciye, o da nihai tüketiciye ve bütün bu satış bedelleri toplanır bu hesap için) düşünsek bile, bireylerin ve şirketlerin yıl içinde elde ettiği nihai gelirlerin de bu harcama rakamı içinde olduğunu bilmeliyiz.

Kaba bir varsayım yapalım: Bu toplam 15 trilyonluk harcamanın yarısı, yani 7,5 trilyon lirası bireysel gelirler ve şirket kârları olsa, bu gelirlerden alınan vergi de yüzde 25 olsa, ortada 1 trilyon 875 milyar liralık bir gelir vergisi olması gerekir aslında.

Oysa 2022 yılında devletin toplam vergi geliri 1,430 trilyon lira. Bu gelirin sadece 445 milyar lirası gelir vergisi ve kurumlar vergisi.

Kamu maliyesiyle ve milli gelir hesaplarıyla uğraşanlar benim hesaplarıma kızacaklardır, haklılar. Harcamadan gelire ulaşmak doğru bir yöntem değil. O yüzden toplam harcamanın sadece yüzde yarısının nihai gelir olduğunu varsaydım, kalanı cirodur veya kredidir/borçtur.

Nitekim TÜİK’in kendisi milli gelir rakamlarını açıklarken gelire göre bir rakam da açıklıyor ve gerek işletme karlarını gerekse bireysel gelirleri benden çok daha yüksek hesaplıyor. Ama ben o hesaba girmeden hayali bir hesap yaptığımda bile Türkiye’de gelirler üstünden alınması gereken verginin gerçekte ne kadar azının tahsil edildiğini görebiliyorum.

Enflasyonla mücadelenin yükü kime binsin?

Türkiye Tayyip Erdoğan iktidarının 2018’den itibaren yaptığı vahim hatalar nedeniyle yaşadığı yüksek enflasyonu düşürmek için şimdi özel bir program uyguluyor. Bu program hakkındaki yegane tartışma ise enflasyonu düşürme programının yaratacağı yükün hangi toplum kesimlerine ödetileceği. Bu yükü elbette herkes ödeyecek ama bazılarımız daha çok, bazılarımız daha az ödeyecek.

Örneğin muhalefetteki CHP bu yükün çoğunun dar gelirliler değil yüksek gelirliler tarafından üstlenilmesini öneriyor, o yüzden hem asgari ücrete hem de memur ve emekli aylıklarına artış istiyor.

Hükümet de, konuştuğu zaman dar gelirliyi ezdirmeyeceğini söylüyor ama şu ana kadarki davranışlarıyla yükü hep bu kesimlerin üstüne bindirdi.

Vergi konusunda düzenleme yapılması gündeme geldiğinde de Hazine ve Maliye Bakanı çıkıp televizyona ‘Yüksek gelirlilerden vergi alacaklarını’ söyledi. Aynı bakan geçen yıl yüksek düşük gelir ayrımı yapmaksızın herkese eşit uygulanan KDV ve ÖTV oranlarını arttırmış, bu da aslında enflasyona yol açmıştı. Bakan daha fazla enflasyon yaratmak istemiyordu, o yüzden de vergi gelirlerini arttırmak için gidebileceği tek yol vardı aslında: Doğrudan vergilerin toplam gelir içindeki oransal payını arttırmak. Yani geçen yıl yüzde 32 olan payı mesela yüzde 40 yapmak…

Az önce rakamlarıyla anlatmaya çalıştım; devlet gerçek bir gelir ve kazanç vergisi tahsilatı yapmaya kalkışsa gidebileceği yer çok. O kadar çok ki, isterse KDV ve ÖTV’yi sıfırlayabilir bile (Ama bunu yapmaz, o ayrı).

Maliye’nin reform programı

Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın önemli birimi Gelir İdaresi Başkanlığı’nın vergi düzenlemeleriyle ilgili Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a yaptığı bir sunumun metni sızdı biliyorsunuz, biz de 10Haber’de metnin tamamını yayınladık. Ben bu metni Gelir İdare Başkanlığı’nın vergi reformu talepleri olarak gördüm.

Bu sunumun neredeyse tamamı gelir vergisi ve kurumlar vergisi hakkındaydı. Daha sonra Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de televizyona çıktı, ayda 5 milyon lira, 10 milyon lira gibi harcama yapan bazı insanlar olduğunu, ama bu insanların hiç gelir vergisi ödemediğini, hatta mükellef bile olmadığını anlattı. Gelecek vergi düzenlemeleri bu insanlardan vergi tahsilatı yapacaktı. Bunu da ‘Bu geliri nereden buldun’ sorusunu sorarak yapacaktı devlet; mevcut yasa bu sorunun sorulmasına engeldi, o engel ortadan kaldırılacaktı. Hatta bazı kesimlere peşinen bir ‘asgari gelir vergisi’ getirilecekti. Bakan tek tek örnek de veriyordu, bazı meslek grupları (mesela kuyumcular) çok düşük vergi ödüyordu. Bu meslek gruplarındakilerin vergiye esas gösterdikleri gelirlerle yaşamasına imkan yoktu.

Mehmet Şimşek herhalde kızıp gitmez

Bu vergi düzenlemeleriyle ilgili yasa teklifi dün nihayet Meclis’e sunuldu. O teklifin tam metnini de buradan okuyabilirsiniz, bir de gördük ki Mehmet Şimşek’in önemle üstünde durduğu asgari gelir vergisi ve ‘Bu geliri nereden buldun’ sorusunun sorulmasına olanak tanıyan madde teklifte hiç yer almıyor.

Aslında gereksiz yere çok uzun yazdım bu konuyu. Kaba özet şu: Ak Parti ve Tayyip Erdoğan gelirleri kayıt dışında olan bir grubu korumaya, onları vergi ödemeden yaşamaya devam ettirmekte kararlı gözüküyor. Mehmet Şimşek bu gerçekle yaşayacak artık, görevini bırakması, ‘Bu kadarı da ayıp’ demesi beklenmiyor elbette.

Bir egemen devlet yurttaşlarının elde ettiği gelirleri eşit biçimde vergilendirmiyor, bazılarını yolunacak kaz gibi görüp diğerlerini görmezden geliyorsa o ülkede ne demokrasi olur ne ekonomi düze çıkar.

Ama en önemlisi, o ülkenin yurttaşlarında ‘Hepimiz ulusal zenginleşme için birlikte çalışıyor, fedakarlık gerekirse birlikte fedakarlık yapıyoruz’ duygusu oluşmaz, ortaya devlet ve siyasetin dağıttığı ekonomik çıkarlar nedeniyle bölünmüş işte bizimki gibi bir toplum çıkar.

Biyoteknoloji OSB’si yapmak için başka yer mi yok?

Biyoteknoloji OSB’si yapmak için başka yer mi yok?

İstanbul 16 milyonluk nüfusuyla maalesef bir dev şehir. Şehir bu haliyle ister istemez Türkiye’nin kaynaklarının önemli bölümünü yutuyor, yetmezmiş gibi ve tam da büyüklüğü sebebiyle hala başka şehirlerden, bölgelerden kaynak çalıyor.

İşte son proje, İstanbul’un kıyısına bir biyoteknoloji organize sanayi bölgesi kurulması. Bu OSB’yi talep eden sanayicilerin çoğu İstanbul’da. Kaldı ki nitelikli eleman gerektirecek olan bu OSB’de çalışabilecek insan gücü de İstanbul’da.

Oysa aynı OSB başka bir şehirde, mesela İzmir’de, mesela çok iyi ve köklü üniversiteleri olan Trabzon, Samsun ve Adana gibi şehirlerde de yapılabilirdi. Ama hayır, en kolayı yapılıyor, İstanbul seçiliyor.

Tabii ‘kolay’ diyorum ama kolay değil. İstanbul’da da böyle bir OSB’ye gereken büyüklükte arsa bulmak büyük sorun.

Bu konuyu şimdilik bir an kenara koyun, İstanbul’un bir başka sorunu daha var: 16 milyon nüfusa her gün içme suyu sağlamak. Anadolu yakasındaki Ömerli Barajı İstanbul’un içme suyunun yarıdan fazlasını sağlıyor, sadece o da değil, İstanbul’a Melen sisteminden, ta uzaklardan borularla getirilen su da bu barajda depolanıyor.

Arsa bulma sorunu denince herkesin aklına Ömerli Barajı geliyor; çünkü özenle korumamız gereken bu barajın etrafında kalın bir koruma kalkanı, yani imara kapalı bölge var.

İşte kurulması düşünülen biyoteknoloji OSB’si için göz konan, göz koymayı bırakın artık resmen tahsisi yapılan arsa da Ömerli barajının bu koruma alanında yer alıyor.

OSB kurucuları elbette fiziki ve biyolojik arıtma yapacaklarını, çevreyi kirletmeyeceklerini söyleyecektir ama hepimiz biliyoruz ki bu konularda ne doğru dürüst denetim yapılıyor Türkiye’de, ne de arıtma tesisi kurduğu halde çalıştırmamanın cezası yeterince caydırıcı.

Türkiye’nin biyoteknoloji alanında kendini çok geliştirmesi gerektiğine, ortaya daha fazla girişim ve icat çıkarması gerektiğine kuşku yok ama bu işleri İstanbul’da yapmak şart değil. İlla İstanbul’da yapılacaksa, bence başka bir yer bulunmalı.