“Çinli köylülerden borç alıyoruz, sonra onların ürettiklerini satın alıyoruz.”
— ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance
ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance’in bu ironik ifadesi, ilk bakışta zekice bir nükte gibi gelebilir. Ancak satır aralarında ciddi bir stratejik körlük barındırıyor. Çin’i hâlâ “köylü ekonomisi” penceresinden değerlendirmek, 21. yüzyıl gerçekliğini inkâr etmektir. Evet, Çin bir zamanlar kırsal sosyalizmle yönetildi; ama bu kadim uygarlığın geçmişi yalnızca son yüzyıla değil, beş bin yıllık bir medeniyetin mirasına dayanır. Deng Xiaoping’in reform ve dışa açılma stratejisiyle başlattığı büyük dönüşüm, bugün Xi Jinping liderliğinde “2049’a kadar barışçıl yükseliş” vizyonuyla yeni bir küresel süper gücün doğuşuna sahne oluyor.
Bugün dünyadaki her beş insandan biri Çin’de yaşıyor. Ancak Çin’in yükselişi salt demografik bir ağırlıktan ibaret değil. Çin artık sıradan bir ulus-devlet değil; bir medeniyet gücü, stratejik akıl yürüten, uzun vadeli planlarla hareket eden, sistem kurucu bir aktör.
Hong Kong, Tayvan ve Makao sadece birer bölge değil; Çin’in küresel vizyonunun vazgeçilmez kaldıraçlarıdır. Hong Kong finans dünyasının kalbi, Tayvan teknoloji merkezi, Makao ise turizm ve eğlence vitrini olarak bu yükselişin farklı cephelerini temsil ediyor. “Büyük Çin” stratejisi bu bölgeleri ekonomik, jeopolitik ve kültürel bütünlüğün temel parçaları olarak konumlandırıyor.
Çin’in etkisi sınırlarıyla sınırlı değil. Güneydoğu Asya’da Çin kökenli elit sınıf, Singapur’dan Tayland’a, Endonezya’dan Malezya’ya kadar Pekin’in çıkarlarıyla uyumlu politikalar geliştirilmesinde kilit rol oynuyor. Özellikle Singapur’un kurucu lideri Lee Kuan Yew gibi isimlerin katkısıyla oluşan tarihsel ve kültürel bağlar, Çin ile bu ülkeler arasında uzun soluklu ortaklıkları mümkün kıldı. Bu ülkeler için Çin artık bir ticaret ortağı olmanın ötesinde, bölgesel istikrarın ve refahın sigortası hâline gelmiş durumda.
Çin’in yükselişi çok katmanlı ve çok boyutlu bir dönüşüme işaret ediyor. Sadece rakamlarla değil, stratejik derinliği olan hamlelerle kendisini inşa ediyor. İşte bazı örnekler:
•Enerji: Çin artık dünyanın en büyük enerji tüketicisi olmanın yanında, yenilenebilir ve nükleer enerji yatırımlarıyla enerji üretiminde de öncü bir aktör. Bu yatırımlar sayesinde küresel enerji güvenliğinin vazgeçilmez parçası oluyor.
•Otomotiv: Çin, otomotiv sektöründe ABD ve Avrupa’yı geride bırakırken, elektrikli araç üretiminde açık ara liderliğe oynuyor. Batarya teknolojilerinden mobilite çözümlerine kadar ulaşımın geleceğini şekillendiriyor.
•Uzay Yarışı: Ay ve Mars görevleri, kendi uzay istasyonu Tiangong, uydular ve roket teknolojileriyle Çin, ABD ve Rusya’nın hâkimiyetindeki uzay yarışında başrol üstleniyor.
•Askerî Güç: Dünyanın en büyük kara ordusuna sahip Çin, yapay zekâ, siber güvenlik, hipersonik silahlar ve uçak gemileriyle askerî modernizasyonunu tamamlamaya çok yakın.
•Teknoloji: Yapay zekâ, kuantum bilişim ve telekomünikasyon gibi stratejik alanlarda Çin artık sadece takip eden değil, standart koyan bir güç. Huawei, Alibaba, Tencent gibi devler küresel pazarda oyun değiştirici konumda.
•Kuşak ve Yol Girişimi: Çin’in 2013’te başlattığı “Kuşak ve Yol” projesi insanlık tarihinin en büyük altyapı girişimi. Asya’dan Avrupa’ya, Afrika’dan Latin Amerika’ya uzanan bu ağ, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda siyasi ve kültürel etki alanı da yaratıyor.
Bu tablo karşısında Vance’in “köylü ekonomisi” benzetmesi yalnızca basit bir küçümseme değil; aynı zamanda stratejik miyopluğun bir tezahürü. Çin’i hâlâ “geri kalmış” bir ülke olarak görmek, krizlerden, devrimlerden, savaşlardan geçerek güç toplamış bir medeniyeti anlamamak demektir.
Aslında, bugün asıl stratejik gerileme riskiyle karşı karşıya olan ülke ABD’dir. Trump döneminin “Önce Amerika” yaklaşımı; çok taraflılıktan uzaklaşma, ticaret savaşları, müttefiklerle bağların zayıflaması gibi unsurlarla ABD’nin küresel liderlik iddiasını tartışmalı hâle getirdi. ABD boşluk bıraktıkça Çin, Rusya ve Avrupa Birliği gibi aktörler bu boşlukları doldurmak için pozisyon alıyor.
Bazıları bu süreci “stratejik geri çekilme” olarak adlandırıyor: Kaynakları daha dar ve öncelikli alanlara yöneltme çabası. Ancak bu taktik, Çin’in yükselişi karşısında etkisiz kalıyor.
Bugün artık kabul edilmesi gereken temel gerçek şudur: Çin’in yükselişi salt ekonomik bir dönüşüm değil; küresel güç mimarisinde derin bir değişimdir. Batı, Çin’i hâlâ ucuz işgücü kaynağı ya da kuralları Batı tarafından belirlenen bir “gelişmekte olan ülke” olarak görmekten vazgeçmeli. Çin artık oyunun kurallarını yazmak isteyen, hatta yazan bir güç.
Yeni dünya düzeninde Çin’e gücüyle orantılı bir yer açmadan, Batı’nın liderliğini aynen sürdürmek artık mümkün değil. Ya bu gerçekle yüzleşip Çin’le yapıcı, karşılıklı kazanca dayalı bir ilişki kurulacak; ya da onu küçümseyip çatışma riskini göze alan bir yalnızlığa sürüklenilecek.
Çin’in gücü enerji, altyapı, teknoloji, savunma, finans ve uzay gibi stratejik alanlara yayılmış durumda. Bu alanlar birbirini besliyor, büyütüyor ve entegre bir yükseliş stratejisi ortaya koyuyor.
Bugünün sorusu artık şu değil:
“Çin dünyayı şekillendirecek mi?”
Çünkü zaten şekillendiriyor.
Asıl mesele şu:
“Bu yeni dünyayı Çin’le birlikte mi şekillendireceğiz, yoksa dışında mı kalacağız?”
Türkiye açısından bu yükselişin anlamı daha da kritik. Soğuk Savaş sonrası tek kutuplu düzene göre konumlanmış dış politika ezberleri artık geçersiz. ABD ve Avrupa ile kurduğumuz ilişkiler elbette önemli, ancak dünyanın ağırlık merkezi Asya’ya kayarken bu yeni gerçeği görmezden gelemeyiz.
Çin, gelip geçici bir fenomen değil. Geçici konjonktürlere kapılıp “yanlış ata” oynamak, Türkiye’nin stratejik özerkliğini ve uzun vadeli çıkarlarını zedeler. Yeni dünya düzeninde yerimizi alabilmek için hem Batı’yla hem de Doğu’yla dengeli, çok yönlü ve çıkar odaklı ilişkiler kurmak zorundayız. Çin’e karşı mesafeli durmak değil, onu anlamak ve onunla birlikte kendi çıkarlarımıza hizmet edecek yeni işbirlikleri geliştirmek zamanıdır.
Türkiye, bu tarihi kırılma anında yalnızca seyirci değil, akıllı bir oyuncu olmak zorunda.
“Batı’nın göz ardı ettiği Çin gerçeği, Türkiye için stratejik pusulayı yeniden ayarlama çağrısıdır.”
21 Mayıs 2025 - Doğal gazın yeni oyunu: Enerji geçişinde kritik bir eşik ve Türkiye’nin rotası
20 Mayıs 2025 - Kadim Şifa Sanatları: Bedenin Fısıltısını Yeniden Duymak
18 Mayıs 2025 - Doğru Koç, Hayatınızı Kolaylaştırmaz Sadece — Dönüştürür
17 Mayıs 2025 - “Yatırım Yap, Ama Yaşamayı Unutma”
15 Mayıs 2025 - PKK’nin Feshi: Türkiye, Büyük Güçler ve Barışa Giden Zorlu Yolun Kodları