Bu hafta üç yazı bir arada: Osman Müftüoğlu'na göre 104 yaşa gelince gerisi kolay... Tarihimizde bir ilk: Cezaevinden yemek kitabı geliyor... Mabel Matiz'in son parçasını dinlediniz mi?
Muazzez İlmiye Çığ…
109 yaşında…
Hala pırıl pırıl bir beyin.
Nermin Abadan Unat…
101 yaşında…
Hala, 1966 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki sınıfta hayranlıkla dinlediğim o kararlı ve enerjik sesiyle konuşuyor…
Edgar Morin…Fransa’nın yaşayan en büyük düşünürü…
Geçen ay 102’nci yaş gününü, bir video kayıtı ile gençlere “Sistemin sizi esir almasına teslim olmayın” mesajı ile kutladı.
Bu üç insana bakıyorum ve kendi kendime soruyorum…
Demek ki insan beyni cevvaliyetinden bir şey kaybetmeyerek 100 yaşını geçebiliyormuş…
Ya bedeni?
O beden kaç yaşına kadar yaşayabilir?
Hürriyet’ten ayrıldığımdan beri Osman Müftüoğlu ile sohbet etme imkanımız olmamıştı.
Cuma akşamı Bodrum’da bir dostumuzun evinde yemekteydik…
Tabii Osman Hoca bir masaya geldi mi, anında oranın İlber Hocası haline geliyor.
Yani ilgi odağı oraya kayıyor.
Düşünün ben bile gölgede kaldım☺
Hocayla en ses getiren konuşmalarımızdan birini bundan 6 yıl önce Bodrum’da yapmış ve sonradan çok tartışılan “Yeni orta yaş” kavramını ortaya atmıştık.
Yani 70 yaşında benim gibi bir insan artık “Yeni orta yaş” kategorisinde sayılıyordu.
Osman Hoca 2017 yılında o gün, canlıların teorik ömrünün formülünü vermişti:
“Kemik oluşumunun tamamlanması X 6…”
Bir insanın kemik oluşumu 20 yaşlarında tamamlandığına göre, 6’yla çarptığınızda, insanın teorik ömrünün 120 yıl olması gerekiyordu.
Ama biz o kadar yaşayamıyoruz.
Bir “İyi ve kaliteli hayat” uzmanı olarak Osman Hoca’nın insanlara vermek istediği hayat teorik olarak bu uzunluktaydı ama yine de 90 yaş ideal bir sınır gibi görünüyordu.
Hoca Cuma akşamı yemekte hedefi yükseltti…
Önce şunu söyleyeyim, yemeğe geldiğinde, o gün 14 bin adım yürümüştü.
Geçen gün bir araştırma 4 bin adım yeterli sonucu vermişti.
Ben yıllardır hocaya “10 bin adım fazla bunu 7 bin adıma indir” diyorum.
Ama o 10 binde ısrarlı…
Sohbete, “Size çok heyecan verici, çok umut verici bir haberim var” diyerek başladı ve devam etti:
“Bundan önceki hedefimiz 84 yaşını geçmekti. Şimdiki hedefimiz 104 yaşına ulaşmak…”
İlmiye Çığ hocamız 109 yaşında, yani 104’ü geçeli 5 yıl oldu.
Müftüoğlu, “İşte haber burada” de ve yeni teorisinin şifrelerini verdi:
“İnsan ömrü çok uzadı. Bu ömürde kritik bir yaş var. 84 yaşı…Neden kritik derseniz, şundan;
Bir insan 84 yaşını geçerse, 100 yaşını geçme şansı çok artıyor.”
Neden 84 için “Geçmek” fiilini kullandı da, 104 için, “Ulaşmak” fiilini tercih etti
O zaman şimdiki yeni hedef 100 yaşına kadar yaşamak…
“Hayır” diyor Osman Hoca;
“Asıl hedef 104 yaşa ulaşmak…”
Yukarda sorduğum “neden ulaşmak fiilini kulandı” sorusunun cevabı, son araştırmaların ortaya koyduğu şu şaşırtıcı sonuçta saklı.
“İnsan 104 yaşına gelince hücrelerin yaşlanması duruyor. Yani hücreler artık yaşlanmıyor. O noktadan itibaren ‘Dikey” yaşlanma duruyor, ‘Yatay yaşlanma’ başlıyor.”
Yani 104 yaşından sonra yaşgünü kutlaması yapmak gereksiz.
Çünkü o yaştan itibaren teorik olarak aynı yaşta kalıyorsunuz.
Bunun sonucu?
Osman Hoca’nın 2017 yılında Bodrum’da havuzda elimizde alkolsüz kokteyl kadehi ile yaptığımız sohbette formülünü verdiği 120 yaşa ulaşmak artık hayal olmaktan çıkıyor, bir gerçeğe dönüşüyor.
Bu arada insanın yaşlılık dönemi ile ilgili yeni bir skalayı da söylüyor.
Buna göre artık;
(*) 65-74. : Genç yaşlılık
(*) 75-84. : Orta yaşlılık
(*) 85 üzeri: İleri yaşlılık olarak kabul ediliyormuş artık.
Hep yaşlanmadan söz ediyoruz ama şu sorunun cevabını hala vermedik.
Yaşlanma ne zaman başlar?
Kırk mı? Elli mi? Atmış mı?
Hayır, yaşlanma 20 yaşında başlıyor.
Yani kendinizi yukardaki yaşlılık skalasında “Yaşlı” kategorisinde gördüyseniz. O kadar üzülmeyin.
Yirmibeş yaşında bir genç de yaşlanma sürecine girmiş demektir.
Kadınlarla ilgili önemli bir konuya da geleyim.
2010’lu yıllarda yazdığım “Kırk7” kitabında kadının “Peak” yani zirve yaşı olarak “47” demiştim.
2017 yılında yaptğımız havuz sohbetinde Osman hoca bu yaşı 55’e yükseltmişti.
Yani bir kadın 55 yaşına kadar kadınlığının zirvesinde kalıyor.
Aradan 6 yıl geçti…
Bu yaş şimdi kaçtır?
Kadının peak yaşı henüz güncellemedi.
Ama kendine iyi bakan bir kadın artık rahatlıkla “60” diyebilir.
Evet havuz sohbetimizin 2023 yenilenmiş hali bu…
Artık yeni hedef 104 yaşına ulaşmak…
Bir haftadır “Düşünüce ve ifade hürriyeti” kısıtlama tarihimizde çok ilginç bir ilki yaşıyoruz.
Nazım Hikmet’in mahkumiyet yıllarında cezaevlerinden çıkmış romanlar, şiirler gördük.
Ergenekon. Balyoz vs kumpasları ve zulmü sırasında, Silivri’den, Edirne’den çıkmış hatıra kitapları, roman ve hikayeler gördük.
Oralardan intiharlar, cenazeler çıktı.
Hatta cezaevinden yazılan günlük gazete köşe yazıları gördük.
Ama bir siyasi tutuklu koğuşundan ilk defa günlük “Yemek tarifleri” geliyor.
Duymadıysanız benden duyun…
Gezi Davasından Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan yapımcı Çigdem Mater “Koğuştan yemek tarifleri” projesini başlattı.
Cezaevindeki tutuklu ve mahkum kadınlardan toplanmış yemek tariflerini Çiğdem Mater kaleme alıyor.
Ancak bu yemek tariflerinin bir özelliği var.
Cezaevi kantininde veya listesinden bulunan malzemelerle hazırlanan yemekler bunlar.
Mesela “Mercimek köftesi…”
Umut edelim, savcılar bunu, Osman Kavala iddianamesini yazanlar gibi bir “Sivil itaatsızlık eylemi” olarak görmesinler…
“Bazen bir yemek tarifi sadece bir yemek tarifi değildir” diyenlere şimdiden söyleyeyim.
Bunlar sadece yemek tarifi…
Koğuş yemekleri yani…
Koğuş kendi master şeflerini yaratıyor…
Malum Kavala iddianamesinde, bütün dünyada ve Türkiye’de serbestçe satılan, “şiddete başvurmaksızın, demokratik pasif sivil itaatsizlik eylemlerini” anlatan bir kitap suç delili olarak kabul edilmişti.
Orada, “Çiftlerin sevişmeme (Sevişme değil) yoluyla direniş yapmasını” anlatan bir madde bile vardı.
Şimdi bunu da “Yemek tarifi yoluyla iktidarı devirme planı” olarak görmezler umarım.
Ama kabul edelim ki, bir cezaevinden gelebilecek en harika kitapladan bu olabilir.
“Siyasi Koğuş Kantininden Yemek Tarifleri” şimdiden siyasi düşünce tarihimizde yerini aldı.
Gezici kadınlar ‘ellerinin hamuruyla’ koğuş mutfağına girdiler.
Kim bilir bakarsınız önümüzdeki günlerde Zuhal Topal’ın “Yemekteyiz” programının masası kadınlar koğuşuna kurulur.
Ne bileyim Master Şef programının bir bölümü o koğuşta çekilir.
Böylece absürde iddianamelerle kararan koğuşlara da biraz renk gelir.
Bu haftanın şarkısı banko, Mabel Matiz’in 2023 “Fatih” albümünde yer alan “Aşkım Gülüm” adlı parçası…
Bir haftadır dinliyorum…
Dinlerken “LGBT savunucusu” bahanesiyle Mabel Matiz’in konserlerini iptal eden, yasaklayan belediye başkanlarını, o sözde yerel sivil toplum örgütlerinin yöneticilerini, yani şu malum “Milli Hassasiyet lobisini” düşündüm.
Hani o “Halkın hassasiyeti”, “Milli adabımız, harsımız” diye konuşan, hepsi tek merkezden yönlendirmeli “Vuvuzella” yasakçılardan, sansürcülerinden birini görsem karşısına geçip haykıracağım…
“Milli hassasiyet” mi dediniz…
Önce dinleyin bu şarkıyı…
Bir Anadolu duyarlılığı, anne sevgisi, milli duygular, gelenekler nasıl harika bir şarkıya dökülür görün.
“LGBT savunucusu” diye bir dudak hareketiyle harcadığınız sanatçılarımızı önce bir dinleyin…
Hani, aldığı üç beş oyla kendini bu vatanın sahibi sanıp, konserini yasakladıkları sanatçılara, “İlçemize giremez” diyerek basbayağı Anayasa suçu işleyen o başkanlar…
Size bir iki dostça sözüm var.
Bilin ki, bu insanların sizlerden alacak “Milli Hassasiyet” dersi yok. Ama sizin onlardan alınacak insanlık dersiniz var.
Biliyorum, elinizden gelse, sırf bir yerlere yaranmak için, Alişan’dan, Yavuz Bingöl’den başka hiçbir sanatçıyı ilçenize sokmayacaksınız…
Hadi siz böylesine bir bilgisizlikle, sanat bilmez kibirle, hoyratlıkla bu kabalıkları yapıyorsunuz…
İlçelerinizin 21’inci Yüzyılda yaşayan gençlerini niye kendinizle birlikte Orta Çağ karanlığına çekiyorsunuz…
Hak mı bu…
Bu “Milli hassasiyet lobisini” bir güç sanıp onun emrine giren belediye başkanlarına şunu söylemek isterdim.
Siz seçilmiş bakanlarsınız, onlar üç beş çakma üyesi olan, derme çatma derneklerin başkanları.
Sizin hesap vereceğiniz seçmeniniz var onların ise sadece devlet kaynaklarından gelen gelirleri.
Yarın bir gün uluslararası yerel yönetim toplantılarına gidersiniz, kardeş şehir ilan ettiğiniz beldelere gidersiniz, LGBT düşmanlığı yaparak aldığınız bu kararlar önünüze çıkar.
O ülkelerde de LGBT’ye karşı olan partiler halk kesimi var.
Ama kimse o sanatçıların konserlerini yasaklamaya kalkmıyor.
Sizin bu mantığınızla, Taylor Swift, Elton John, Lady Gaga, geçmişte George Michael ve Freddy Mercury daha 1960’larda Londra’da yapılan ilk LGBT eyleminin gizli sponsoru olduğu yıllar sonra ortaya çıkan Paul McCartney ve aklınıza gelecek gelmeyecek binlerce sanatçı bu ülkeye giremez…
Millisiniz, yerlisiniz ama ülkenizin böyle bir duruma düşmesi çok mu hoşunuza giderdi…
24 Aralık 2024 - Başörtülü kadının kelepçelendiği gece Ankara ve Manisa’da yaşanan üç olay
21 Aralık 2024 - Bu 32 blucin efsanesinden kaçını tanıyorsunuz?
20 Aralık 2024 - 6 Aralık akşamı Fahrettin Altun’un adamları CNN rejisini neden aradı?
19 Aralık 2024 - Bir Türk YouTuber’ın en derin mağara rekoru: Tam 185 milyon