İSO Başkanı’ndan elektrik zammına tepki: Enflasyonla mücadeleyi sekteye uğratır
Sadece para politikası araçlarını kullanarak enflasyonu kontrol altına alma mümkün değil. Para politikasındaki sıkılaşmanın özellikle maliye politikasının giderler tarafında da uygulanması şart. Yoksa yeterli ve kalıcı sonuç almak çok zor.
Geçen hafta ekonomimiz açısından oldukça hareketli günler yaşandı. 21 Mart’ta Merkez Bankası politika faizini yüzde 45’ten yüzde 50’ye yükseltirken, gecelik faizdeki faiz koridorunu da +/- 3 puana çıkardı. Böylece gecelik borçlanma faiz oranını yüzde 53’e kadar çıkarma olanağı oluştu.
Bu artırıma neden ihtiyaç duyuldu? Oysa iki ay önce ocak PPK toplantısı sonrası gerekli parasal sıkılık düzeyine ulaşıldığı ve bu düzeyin gerektiği müddetçe sürdürüleceği belirtilmişti. Geçen ay da buna uygun olarak faiz sabit bırakılmıştı. Ancak ocak ayında belirtilen kararlılık maalesef iki ay sürebildi.
Buna neden olan unsurların bir bölümünü 21 Mart’ta açıklanan bazı verilerden görmek mümkün. Aynı gün açıklanan Merkez Bankası rezerv verilerine göre 15 Mart haftasında brüt rezervler 130,5 milyar dolardan 127,9 milyar dolara, net rezervler ise 20,8 milyar dolardan 19,6 milyar dolara düştü. Bir önceki hafta eksi 53,9 milyar dolar olan swap hariç net rezervler eksi 59,7 milyar dolar oldu.
2023 yılsonu ile karşılaştırdığımızda rezervlerdeki kötüleşme daha net olarak görülüyor. Brüt rezervler 141 milyar dolardan 127,9 milyar dolara, net rezervler 35 milyar dolardan 19,6 milyar dolara, swap hariç net rezervler ise eksi 37,5 milyar dolardan eksi 59,7 miyar dolara gerileyerek ciddi miktarda eksilme oldu.
Bu azalma bazı yorumcular tarafından KKM’nin etkisi olarak sunulmakla birlikte son dönemde KKM’deki düşüşün de iyice azalmış olduğu görülüyor. Örneğin yine 21 Mart’ta açıklanan verilere göre bir önceki hafta KKM’deki azalış sadece 8,11 milyar TL düzeyinde ve KKM’deki azalma neredeyse durma noktasına geldi. Dolayısıyla rezervlerdeki azalmayı sadece KKM ile açıklamak mümkün değil.
Buna karşılık TCMB verilerine göre yine 15 Mart haftasında yurt içi yerleşiklerin döviz mevduatları 1,7 milyar dolar artışla 182,8 milyar dolar oldu. Parite etkisinden arındırıldığında ise yurt içi yerleşiklerin döviz mevduatı 2 milyar dolar arttı. Bu veri setine göre, gerçek kişilerde döviz mevduatları 1,5 milyar dolar, tüzel kişilerde ise 475 milyon dolar yükseldi.
Dövizle ilgili bir başka veriye göre ise 15 Mart haftasında yabancı yatırımcılar net 155,9 milyon dolarlık hisse senedi, 70,1 milyon dolarlık devlet iç borçlanma senedi sattı. Son dönemde yabancı yatırımcıların da çıkış yönlü hareket ettikleri görülüyor.
Bu verilerin hepsini bir araya getirirsek ülkede dövize yönelik genel bir talep olduğunu, Merkez Bankası’nın bu talebi karşılamak üzere yılbaşından bu yana döviz varlıklarını sattığını görmek mümkün.
Peki dövize neden yönelim oldu? Bunun bir nedeni seçim öncesi psikolojisi. Bunun dışında asıl neden ise henüz ekonomide dengelerin yerine oturmamış olması. Yılbaşında enflasyonist yönde atılan bazı adımların gelecek birkaç aylık dönemde enflasyona yansımalarını görmeden faiz artışlarının sonuna gelindiğinin belirtilmesi hata idi. Çünkü toplumun genelinde enflasyonist beklentiler düzelmemişti ve hâlâ da düzelmiş değil. Son dönemde dövize yönelmenin esas nedenini de burada aramak gerekir.
Sonuçta Merkez Bankası başlangıçtan bu yana doğru yönde ve fakat yavaş adımlarla ilerledi ve bizce ocak ayında “buraya kadar” demekte de aceleci davrandı. Çünkü söylediğimiz gibi hem yılbaşında enflasyonist fiyat ve vergi artışlarının etkisi henüz görülmemişti hem de önümüzde bulunan seçim sürecinin son aylarına girilmekteydi.
İkinci olarak her zaman söylediğimiz gibi Türkiye’de sadece para politikası araçlarını kullanarak enflasyonu kontrol altına almak ve istenen düzeye düşürmek mümkün değil. Para politikasındaki sıkılaşmanın özellikle maliye politikasının giderler tarafında da uygulanması şart. Seçim sonrasında daha net göreceğimiz gibi, bu tarafta çok sıkı önlemler alınmazsa enflasyon konusunda yeterli ve kalıcı sonuç almak mümkün değil.
Bu faiz artışının etkisi ne olur diye baktığımızda ise Merkez Bankası’nın hâlâ faiz artırabiliyor olmasını göstermesi açısından olumlu. Önümüzdeki günlerde Merkez Bankası’nın bankaların kredi kullandırımını kısıtlamaya yönelik diğer adımları ile birlikte etkilerini görmek gerekir. Normalde kredilerde ve kredi kartı kullanımında artışın durması ve talepte bir azalmanın olması beklenmeli. Ancak son dönemde ülkemizde görülen, maalesef faize karşı da bir duyarsızlaşmanın başladığı.
Bunun iki nedeni olabilir:
– Toplum enflasyonun düşmeyeceğini ve hatta daha da artacağını düşünüyor ve yüksek görünen mevcut oranlardan yine de kredi kullanmayı veya kredi kartı ile alım yapmayı tercih ediyor,
– Toplumun bir bölümü ekonomik olarak çaresizlik içinde ve kredi koşullarını düşünmeden zorunlu kredi kullanıyor ya da kredi kartına sarılıyor.
Belki de ikisi birden mevcut. Ancak ekonomide bozulmuş olan dengeler çok zor sağlanabilecek, bu açık olarak görülüyor.