Araştırmacı mizah yazarınızın münasebetsiz yerlerde tuvaleti gelmeye devam ediyor. Son macerasını, İstanbul Belediyesinin İstanbulKart'la çalışan tuvaletleriyle yaşamış.
‘Penisimden sonra Anüsüm de Freudcu sürçme yaşadı’ başlıklı yazımda büyük tuvaletimde yaşadığım korkunç olayı Inferno diye nitelendirerek anlatmıştım.
Özetle benim daha sonra dahiyane diye nitelendirdiğim bir karar vererek geçen bayramın ilk günü turla geziye çıkma kararı verdiğimizden, yarım saatte varılabilecek mola yerine beş saate gitme zorunda kaldığımızdan ve ben seyahatın daha onuncu dakikasında büyük tuvalete sıkıştığımdan burnumdan gelen o gezide yaşadıklarımı ancak Inferno diyerek yeni Dante’nin cehennemini çağrıştırarak ifade edebilmiştim.
o yazıda da söyledim büyük ihtimalle benim başımda bir büyü özellikle korkunç bir vudu büyüsü olması gerekiyor. çünkü ne zaman onu yapmamın imkansız olduğu bir ortamda olursam büyük tuvaletim beni inanılmaz sıkıştırmaya başlıyor. Bu başımdaki lanet nedeniyle son olarak yaşadıklarımı anlatmam için Inferno kavramı yetmedi de kıyamet kavramını kullandım
bu laneti İstanbul Anadolu yakasında bir kasrın olduğu bir tepede tekrardan yaşamak zorunda kaldım.
bir tostu bile sanki karton yiyormuşuz izlenimi verecek kadar lezzetsiz yapabilen belediye yönetimini kasrın sosyal alanına bir portatif tuvalet koymayı düşünemediği için özellikle tebrik ediyorum.
Tuvalet nerede diye sorduğumda geldiğiniz otoparka kadar yürüyün sonra sola dönüp birazcık yürürseniz göreceksiniz tuvaleti dediler. Kabahat bende bir tostu bile yapmayı beceremeyen bir herifin ‘Birazcık daha’ kavramıyla en azından 50 veya 60 kilometreyi kast edeceğini ben düşünemedim de ona uydum. hata bendeydi. yani herkesten çok özür diliyorum.
Her şeyin ters gideceğini aslında uzun seyahatin ilk aşaması olan oto parka geldiğimde fark etmeliydim. Adamın biraz sola yürüyün dediği yer park alanının dışına çıkıyordu ve eğer o anda elinizde kuvvetli bir teleskop yoksa ortada görünen bir tuvalet de yoktu.
Bu sırada tuvaletim de çıkmak için zorlamaya başlamıştı. Bir alternatifim ormanlık alana girip işi orada bitirmekti. bir gece önce Martian filmini de izlemiştim, orada Mars’ta kazayla kalan bir astronot kendı dışkısını gübre olarak kullanıp patates üretiyordu. benim de onun gibi ekolojiye katkı olsun diye işimi ormana yapmam uygundu bana göre. Ancak son anda bundan vazgeçtim çünkü başımda bu vudu büyüsü, bu lanet varken işimi yapmak için ormanda çömeldiğimde benim anüsüme muhakkak bir yılan ya da başka bir mahlukat muhakkak girerdi diye korkup vazgeçtim bundan.
uzunca bir süre yürüdükten sonra, bence Çubukludan Kadıköy’e filan gelmiş olmalıydım ki tuvaleti nihayet gördüm.
ama ilk önce bir kötü rüya görüyorum sandım. tuvaletin önünde bedava kullanmayı engellemek için turnikeler vardı.
Bir lira veya İstanbul kartıyla girilir deniliyordu. kendimi zorlayarak bunun ne demek olduğunu bir süre sonra kavradım. Bunların ikisi de üstümde tabii ki yoktu.
tuvalete girebilmem için şayet beşyüz bin dolar isteselerdi bunu daha kolay bulabileceğimi düşündüm ilk önce. Zengin bir arkadaşıma telefon edip ne kadar sıkıştığımı anlatırsam bana belki borç verir diye düşünmeye başlamıştım, belki de anüsüm başıma vurmuş da halüsünasyon da görmeye başlamış olabilirdim. o zengin arkadaşlarımdan bir lira borç istersem mutlaka şaka yapıyorum sanıp telefonu suratıma kaparlardı.
ilk önce turnikeleri haya uçurmayı düşündüm ama elimde yerince bomba malzemesi o anda ne yazık ki yoktu. tek kalan alternatifi yaptım askerde ‘sürün’ komutundan sonra yapıldığı gibi tam sürünme pozisyonu ile turnikenin altından geçmeye başladım.
Sürünürken, yani yüzüstüyken aklıma yerçekiminin olduğu bir ortamda sıkıştıranlar ya dışarı çıkmaya başlarsa bunun anlamının ne olacağı hakkındaydı. Neyseki bunu fazla test edemeden tuvaletin tarafına geçtim.