Bu fotoğraf dün, başta New York Times olmak üzere bir çok gazete ve sitede yayınlandı.
Fransa’da Nahel Merzuk isimli bir gencin polis tarafından öldürülmesi üzerine başlayan gösteriler sırasında çekilmiş.
Bu kare benim hafızamda, “Zamanın Ruhunu” en iyi anlatan sosyolojik ikonalardan biri olarak kalacak.
Şimdi olayın içeriğini, hukuki ve insani yanını bir kenara bırakıp, şu fotoğrafta gördüğümüz “Şeyler” ve “İnsanlar” üzerinden tek tek inceleyim.
Karenin tam orta yerinde, bütün fotoğrafa belki de anlamını veren sahne var.
Burkalı bir kadın elinde bir pankart tutuyor.
Pankartta büyük harflerle şu yazılmış:
“Justice Pour Nahel…”
Nahel için Adalet…
Tam yazılması gereken mesaj.
Yan tarafta küçük harflerle yazılmış daha uzun bir mesaj görüyoruz:
“Hep aynı insanlar, hatalarının bedelini ölümle ödüyor…”
Bu da tamam…
Olayda Fransa’daki Kuzey Afrika kökenli göçmenlere karşı “Irkçı” bir yaklaşımı ima ediyor.
Ancak…
Yan tarafında daha küçük harflerle yazılı iki kelime var:
“Allah Y Rahm..”
Fransa gibi laik bir ülkede, Adalet kelimesinin yanına gelemeyecek iki kelime…
Sonra gözünüz bu pankartı taşıyan kadına kayıyor…
İkisi arasındaki farkı bir türlü öğrenemediğim için, nikap mı burka mı diyeceğimi bilemediğim bir örtünme biçimi.
Rengi alışılmışın dışında. Siyah değil.
Gözünüz ister istemez kadının gözlüklerine takılıyor.
Görmeye pek alışık olmadığımız bir portre çıkıyor önümüze.
Hepsini birleştirdiğiniz zaman, bu kare ana fikri olan “Adalet istemekten”, daha farklı siyasal bir zemine kayıyor.
Bir anda “embeded bir siyasi figür” çıkıyor karşınıza. Öldürülen bir çocuğun cesedinin üzerine iliştirilmiş bir misyon…
Oluşan tepkiyi başka yere taşımak isteyen bir hali var sanki…
Ama çok iyi bildiği bir şey var.
Yaşadığı ülkede, yani Fransa’da, bunu siyasi boyuta götürme hakkı da var…
Vazgeçilemez bir özgürlük.
Gelelim aynı karedeki çevre görüntülere…
Burada insana daha umut veren kozmopolit bir kalabalık görüyoruz.
Kuzey Afrikalı ikinci, üçüncü nesil gençler…
Afrikalı kadın ve erkekler…
Fransız olması ihtimali büyük kadınlar ve erkekler…
Yaşlılar…
Kıyafetlerine bakılırsa, pankartı taşıyan burkalı kadından çok farklı bir hayat tarzının insanları.
Başkasını bilmem ama bana çok daha samimi bir “Adalet talebi” etrafında birleşmiş insanlar gibi göründüler.
Peki bu kozmopolit demografiyi bir araya getiren ve gelmesine izin veren ne…
Getiren; gencecik bir çocuğu, besbelli önyargılarla öldüren iki polisin işlediği cinayet.
Apaçık bir insanlık suçu…
İnsanlık vicdanını yaralayan bir cinayet.
Ama sadece o mu…
Bu karede bir de bu insanların bir araya gelmesine imkan sağlayan, izin veren bir şeyler de yok mu
Bir özgürlük ortamı mesela…
Sartre’ı, Camus’u, Descartes’i, Brigitte Bardot’u, Bernard Henri Levy’i de çıkaran bir kütür, gelenek, eğitim…
Bir demokrasi…
Evet…İşte bu iki “Şey”, savunulacak hiçbir yanı olmayan bir devlet cinayetine karşı geniş bir vicdan koalisyonunu dökmüş sokaklara.
Günlerdir Türkiye’deki tepkileri izliyorum…
Son üç yıldır oluşan ve artık Türkiye’de devleti yöneten “Yeni elit” haline gelen bir “İslamcı-Milliyetçi-Ulusalcı-Avrasyacı” koalisyonu aynı heyecanla haykırıyor:
Tek farkı her biri kendi jargonuna, kendi mazisine ayarlanmış sloganlarla saldırıyor Fransa’ya…
Solcusu ve ulusalcısı: “Kahrolsun Batı emperyalizmi, kolonyalizm, sömürgecilik…”
İslamcısı: “Kahrolsun İslamofobi…”
Milliyetçisi; “Kahrolsun Batı…”
Bir yandan “Kahrolsun kolonyalizm, sömürgecilik” diye bağırıp, öteki taraftan devlet televizyonlarında Kızıl Elma temalı filmler yapmak…
Daha önceki gün, Anadolu’nun bir kentinde diri diri yakılan insanları 30’uncu yılında anmak için düzenlenen toplantıları bile yasaklayıp, Fransa’daki gösterileri desteklemek…
Kusura bakmayın ama bu yaklaşım bana bu karedeki burkalı kadının elindeki pankart kadar ikiyüzlü geliyor.
Türkiye’de yaşayan bir vatandaş olarak benim bu fotoğraf konusunda gelmek istediğim asıl nokta şu.
Çocuğun cani polisler tarafından öldürülmesine karşı başlayan bu gösteriler şiddete dönüştü.
Bir yanda haklı bir öfke…
Öteki tarafta bu öfkenin üzerine inşa edilmeye çalışılan bir yakma yıkma…
Yer yer devlete karşı bir kalkışma boyutunu bile alıyor.
Şimdi hepimize şunu sormak isterim.
Fransa Devlet başkanı Macron dün buna karşı ikili planını açıkladı.
Ahlaki temelde bir yaklaşım.
Ve yağmacılara karşı kesin cezalandırma…
Her devletin normal refleksi…
Bizimse önümüzde şu soru…
Sizce bu fotoğraf karesinden kaç ‘darbe davası’, kaç ‘Osman Kavala’, kaç müebbet hapis çıkacak…
Hayatımın 6 yılı Paris’te geçti.
Size kendi cevabımı hem de kesin dille vereyim.
Fransayı yakıp yıkan bu öfke selinde bir tek Osman Kavala davası çıkmayacak.
Kimse hakkında darbe davası açılmayacak.
Nereden mi biliyorum.
1968 olaylarının hemen ertesinde bu ülkeyle gittim.
Hükümeti devirmeye, rejimi değiştirmeye yönelik hareketlerdi.
Kimse müebbet hapis cezası almadı.
O hareketin liderleri daha sonraları milletvekili oldular. Önemli ayrınlar olarak kitapları yayınlandı.
Tabii devletin malına, başka insanların malına zarar veren, mağazaları yağmalayan kişiler cezalandırılacak.
Ama en ağır cezayı kim alacak derseniz onu kesin biliyorum.
O iki polis alacak…
Ama İŞİD’in, El Kaide’nin kafasını kestiği, canlı canlı yaktığı, binaların tepesinden attığı insanlar; tecavüz ettiği Ezidi kadınları karşısında Fransa’daki bu tepkilerin yüzde birini bile gösteremeyen İslamcıların, milliyetçilerin, ulusalcıların, Avrasyacıların bunu anlaması daha epey zaman alacak.
5 Aralık 2024 - Bu akşamki Michelin töreninde en merak ettiğim sonuçlar
4 Aralık 2024 - Yılın en güzel filminin en güzel sahnesini anlatıyorum
3 Aralık 2024 - Dün gece Türkiye’nin en prestijli ödülü tarihimizin en büyük başarısızlığına verildi
1 Aralık 2024 - Cumhurbaşkanı nerede konuşacak? Caminin avlusunda mı, minberde mi?
30 Kasım 2024 - Antakya’da 2000 yıl arayla ayakta kalan iki duvarın sırrı