Patron olsam işleri nasıl yönetirdim?

Patron olsaydım çok dinler ve çok öğrenirdim. ‘Eskiden bunu yapmıştık, rakipler bunu yaptı battı’ hikayeleri yerine ‘AI konusu nasıl gelişiyor, girişimler nasıl bu kadar hızlı hareket ediyor' sorularıyla ekibi, geleceğin konularına yönlendirirdim

25 Nisan 2024
Öncelikle patronluk zor zanaat diyerek başlayalım.  Olmadan yazması bile zor. Aklıma direkt peşin satan ve veresiye satan posteri geldi, çocukluğumuzda ibretlik olarak her bakkalda ve bakkal amcanın arkasında asılı olan. Girişme bu işlere, ben buradayım ve patron benim, sen yeter ki paranı peşin öde. Gizliden gizliye bu işlere  girersen de, posterdeki sürünen veresiye satana dönersin mesajı aldığım.

23 Nisan’da çocukları bakan ve başbakan koltuğuna oturtan gelenekten gelen biri olarak bir günlüğüne patron koltuğuna otursam ‘neler yapardım ve neler yapmazdım’ diye düşündüm.

Yazımı 23 Nisan’da yazıp yolluyor olmamın getirdiği bir ilham olarak da düşünebilirsiniz.

Öncelikle patronluk zor zanaat diyerek başlayalım.  Olmadan yazması bile zor. Aklıma direkt peşin satan ve veresiye satan posteri geldi, çocukluğumuzda ibretlik olarak her bakkalda ve bakkal amcanın arkasında asılı olan. Girişme bu işlere, ben buradayım ve patron benim, sen yeter ki paranı peşin öde. Gizliden gizliye bu işlere  girersen de, posterdeki sürünen veresiye satana dönersin mesajı aldığım poster.

Herkese göre değil. Ahkam kesmesi bile kolay değil. Ama bunca yıllık deneyim ve tecrübe boşa gitmesin diyoruz ya, ondan cesaret aldım.

Aslında bu konuda yazılmış bolca kitap var. Hem patronların yazdığı ya da yazdırdığı veya yöneticilerin yazdığı kitaplardan patrona büyük bölümler ayırdığı. Bu onlardan farklı, ben patron olsam diye başlamamın sebebi bu. Bir anı veya deneyim paylaşımı da değil.

Yıllar içinde farklı ülkelerde, farklı alanlarda, farklı karakterlerde patronla tanışma ve çalışma şansım oldu. Rus’u, Gürcü’sü, Çek’i, Sırp’ı, Alman’ı, İngiliz’i, Kazak’ı, Türk’ü.

Yaşadığım, gözlemlediğim, dinlediğim, takip ettiğim patron profillerinden süzdüğüm bir derleme diyelim. Aslında olsa çalışması çok iyi olur diye düşündüğüm. Bu arada olduğunu da bildiğim ve gördüğüm.

Son yıllarda her alanda ama en çok da iş dünyasında öne çıkan sıfat ya da davranış alçakgönüllülük. İngilizcesi humble. Ne kadar çok okumaya, duymaya başladık.

Sanırım patronlarda en çok sevilen ve aranan özellik de bu. Aslında liderden beklediğimiz davranışlardan çok da farklı değil.

Kendine has ve ekibiyle birlikte düşünen, birlikte karar veren patron olmak ekibe dolayısıyla iş sonuçlarına hep iyi gelmiştir.

İyi patronla çalışma motivasyonu çalışan bağlılığı açısından çok önemli. Çünkü ne derseniz deyin, kurum kültürü dediğiniz şeyin özünde ve kökünde patronların katkısı çok. O şirketin cesur, girişimci, kurumsal yönetilen bir şirket olması en başta patronların tutumu ve dna’sı ile ilgili. Temele atılan çimento gibi düşünün, iyiyse de kötüyse de kırıp yenisini yapması zor.

‘İyi patron kimdir?’

Şirketlerin satın alma ve birleşme sonrası kültürü ve değerleri de değişir. Eski patron, yeni patron bakış açıları işi farklılaştırır. Patronla çalışmamış şirket yönetimleri birleşme veya satın alma sonrasında karşılarında gerçek bir patron görünce gözlerine fener tutulmuş tavşana dönerler. Kolay değildir, ama iyi yanları da çoktur.

İşte burada patronun alçakgönüllü, mütevazi, basit olması ve bunu etrafına yansıtması saygı, sevgi ve bağlılık yaratır.

Uçakta ekonomide yan koltukta uçan, yemekte birlikte aynı masada oturan, birlikte maç seyreden, hatta birlikte doğruyu bulmak için tartışan ‘patron’ iyidir.

En iyi yönetilen patron şirketlerinde, patron ve üst düzey yönetici ilişkisinde eşitlik ilkesi önemlidir. İki tarafın birbirine olan güveni fark yaratır.

Patron gibi değil de iş arkadaşı ‘gibi’ olmak önemlidir. Patron ne der veya ne duymak isterdi diye düşünerek çözüm bulmaya başlarsınız çok yanlış yollara çıkabilirsiniz. Her zaman önce sizin ve kendi takımınızın çözümü doğrudur. Sonra iki taraf birbirini ikna etmeye çaba harcayıp doğruyu bulabilir.

Patronun istediği cevapları bilen ve veren yönetimin olduğu yapılar  mutluluk saçmaz ve güven yaratmaz. Bu yapıda küçük bir kitle- birkaç kişi –  uzun bir dönem mutlu yaşayabilir. Bu da bizi çok ilgilendirmez.

Önemli olan patronun dinlemeyi seven, öğrenmeye istekli biri olmasıdır. Ben patron olsaydım çok dinler ve çok öğrenirdim. ‘Biz eskiden bunu yapmıştık, rakipler bunu yaptı battı’ hikayeleri yerine ‘AI konusu nasıl gelişiyor, girişimler nasıl bu kadar hızlı hareket ediyor, yetenek bulmak ve tutmak için teknolojiyi nasıl kullanırız?’ sorularıyla tüm ekibi geleceğin konularına yönlendirirdim. Ama en başta ben de öğrenmek için hazır olurdum.

Yeni gelişmeleri ve dünyayı takip etmek için konunun uzmanlarından tersine mentorluk alırdım. Etrafımda daha genç ve farklı düşünme şekli olan insanlardan oluşan ‘gelecek için yönetim kurulları’ kurardım. Yıllardır aynı yorumları yapan ve kendini geliştirmekten uzak üyelerin bonservislerini ücretsiz olarak verirdim.

Yeni kurullara çevre, kültür-sanat, teknoloji, STK konusunda bilgili ve dünya için düşünen ve üreten insanlar koyardım. Onları dinler ve desteklerdim.

İnsan kaynakları konuları en yavaş işleyen konular, bir de ben karışırsam iyice yavaşlar diye düşünürdüm.

İnsan dediğimiz şey işin kalbi. Bu konunun en iyi  uzmanlarını gerekirse ayda bulup işi onlara teslim eder ve hiç karışmazdım. Şirkette ‘patron bunu böyle ister, şunu istemez, bu öneriyi ona çıkartamayız’ diyen insanları tutmazdım.

Onun yerine, ‘bizim patrona göre öncelik her zaman insandır, en adil ve doğru çözümü bulacağımıza güvenir’ diyen yürekli kadrolarla çalışırdım.

‘Çocuklarımın kendi işlerini kurmasını desteklerdim’

Yönetici ekibime o kadar çok güvenirdim ki aileden yetişen gençleri onlara emanet eder ve çocuklarımın kendi işlerini kurmasını desteklerdim.  Çocuklarım için ‘patronun çocuğu olduğu için onu müdür yaptılar’ dedirtmek yerine ‘patron çocuklarını her alanda destekliyor onlar da başka alanlarda piştiler ve kendi işlerini kurup büyüttüler’ denmesini keyifle izlerdim.

Patron olsam ülkeme ve topluma yarattığım değerin büyümesine odaklanır, illa çocuklarım yönetsin diye düşünmezdim. Kendi adımı ve soyadımı arkada görünmez tutup çalışanlarımı, şirket ve marka adını öne çıkartırdım.

En iyi işi yapan çalışanları her yerde över, işimizi onlar bu hale getirdi, derdim.

Patron olsam mevcut işleri, yürüyen operasyonları ve konuları takım arkadaşlarıma bırakıp geleceğin iş ve alanlarının peşine düşerdim.

İleride ilgilenmek istediğim uğraşları şimdiden bulmak için vakit ayırır, kendimi iş dışında da mutlu olacağım ve üretmeye devam edeceğim alanlar yaratmaya başlardım. Yeni insanlarla tanışır, öğrenmeye devam eder, hatta geçmişte yapmak isteyip de  yapamadığım sanat, müzik, zanaat gibi alanları öğrenmeye girişirdim. Çok geç yaşlara kadar yönetmeye istekli olmazdım.

Patron demek bir ticaret ya da sanayi kurumunun sahibi, başı veya işvereni  demek. Dilimize Fransızca’dan girmiş.

Türk Dil Kurumu’na göre mecaz olarak anlamı da o; sözü geçen paralı kimse.

Hatta sanat patronu diye genç sanatçıları destekleyen kişiler için de kullanıyoruz kelimeyi.

Ama benim en sevdiğim patron ‘kendi işinin patronu’.

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.