Bazı olaylar o kadar abartılı yaşanıyor ki öyle anlarda şuraya varıyorum: Bu olay kendisinden daha büyük başka bir şeyin göstergesi olabilir. Sosyal medyada çığ gibi büyüyen çikolatacı hezeyanında da çok geçmeden o noktaya geldim. Bir çikolata markası patronunun bir tüketici şikâyeti karşısında takındığı üslubun bu kadar büyük tepki görmesinde bu patronu ve bu olayı aşan bir şeyler olmalı.
“Her şey sınıfsal, her şey” diyerek işin içinden hızlıca çıkabilirim. Öyle yapmayacağım elbette. Bu olayla birlikte biraz kendimizi de yeniden tanımlıyor olabiliriz.
Bu olay bize “işte ben böyle değilim” deme fırsatı da sunduğu için bu kadar büyüdü belki, kim bilir? Hep birlikte bir arındık sanki. Sadece o kibirli, eski CEO’ya değil, hepimizin hayatında olan benzerlerine karşı da zafer kazanmış gibi olduk. Bunun sosyolojik nedenleri de vardır kuşkusuz. Onları işin uzmanlarına bırakayım.
20 yılı aşkın süredir reklam ve iletişim sektöründeyim. İş tatmini açısından en mutlu olduğum anları düşünmeye çalıştığımda aklıma aldığımız ödüller ya da yaptığımız başarılı işlerden önce müşteri kaybetme pahasına terk ettiğimiz toplantılar geliyor.
Benim kişisel manyaklığım mıdır bilmiyorum ama o anlarda yaşadığım hazzı başka hiçbir vakit yaşamadım. Belki o sıralar maddi zorluklar çıkarmış olabilir ama bu anları birden fazla kez yaşadığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. Çünkü hepsinde Türkiye’nin konuştuğu o çikolata markası CEO’su tarzı insan ya da kurumlara karşı “o kadar da değil kardeşim” diyebilme cesareti vardı.
Bedelini maddi olarak -bazen ağır bir şekilde- ödedik elbette. Bedelini ödeme lüksü ya da cesareti olmadığında da kimi kişi ve kurumlar zehirli kültürleriyle hem çalışanlarına hem de karşılıklı iş yaptıkları şirketlere eziyet etmeyi hak görüyor.
Bence o çikolata markasının kibirli CEO’suna gösterilen ağır tepkide günlük hayatımızda yaşadığımız görünür veya görünmez kibirden kaynaklanan şiddetin izleri de var.
Kibrin panzehri ise tevazu. Bir kurumun kendi içinde tevazu kültürü gelişmediği sürece bunun ister istemez dışarıya da yansıyacağını düşünüyorum.
Patron ve üst düzey yöneticiler tevazu kültüründen nasiplenmemişse zincirleme olarak aşağıya doğru sirayet ediyor bu. Kraldan çok kralcılık da kaçınılmaz oluyor.
Tabii bunu sadece ben düşünmüyorum. İşini şansa bırakmak istemeyen markalar da düşünüyor. Örneğin küresel bir outdoor giyim markası olan Patagonia iş başvurusu yapan adayları mülakat için kapıdan girer girmez, resepsiyondan itibaren tevazu açısından özellikle izliyormuş.
Hatta işyeri kişilik testlerinin önemli üreticilerinden Hogan Assestments bu iş için özel ölçek bile geliştirmiş.
Hogan Değerlendirme Sistemleri’nin tevazu ölçeği büyük ölçüde Ontario’daki Brock Üniversitesi’nde psikoloji profesörü olan Dr. Lee ve Michael Ashton’ın araştırmasına dayanıyor.
Ölçekte şu maddeler var: 1) İş yerinde başkalarının tavsiyelerine değer veririm. 2) Başkalarının başarılarını alkışlamak benim işim değil. 3) İnsanlar sınırlamalarını kabul ettiklerinde saygılarını kaybeder. 4) Ortalama bir insandan daha fazla saygı görmeye hakkım var. 5) Birçok şeyi neredeyse tanıdığım herkesten daha iyi yapıyorum. 6) Başkalarının başarılarımı görmezden gelmesi beni rahatsız eder.
Bu ölçeğe göre tevazu ya da başka bir deyişle alçak gönüllüğü yüksek bireyler 1. maddeye katılma ve 2’den 6’ya kadar olan maddelere katılmama eğiliminde oluyormuş.
Tabii iş sadece bu soruları istenen şekilde cevaplamakla bitmiyor. Çünkü gerçekten tevazu sahibi olanlarla öyle görünmeye çalışanları da süreç içinde ayırmak gerekiyor. Mülakatlarda adayları yaşadıkları büyük başarısızlıkları anlatmaya teşvik etmek de buna dahil.
Örneğin Kaliforniya merkezli Ventura’nın Küresel İnsan Kaynakları Başkanı Dean Carter bir adayın “Vay canına bunu bir düşüneyim, çünkü işleri berbat ettiğim çok oluyor” demesinin çok şey ifade ettiğini söylüyor.
Adayların akıllarına gelen birçok başarısızlık anı arasında tercih yapmakta zorlanmasıysa daha da iyiye işaretmiş.
Tevazu kültürünün karşısındaysa kibirli, narsist, zorba ve baskıcı Wall Street Kurdu kültürü var. Onun da başarılı örnekler vardır elbette. Ancak araştırmalar göstermiş ki bu kibirli ve zorba kültür, kısa vadede iyi sonuçlar verse de genellikle istikrardan yoksun kalmış.
Çok sayıda bilimsel incelemede tevazu kültürü etkisindeki liderliğin daha iyi performans gösterdiği görülmüş. Zaten bu yazıyı yazmama neden olan Patiswiss markasının hızlı yükselişi ve şu günlerde yaşadığı büyük düşüş de bu araştırmaları destekliyor gibi.
Marka pazar payı ve bilinirlik anlamında kısa vadede büyük yükseliş yaşamış olabilir, ancak patron aracılığıyla yansıyan kibrin nasıl bir kırılganlık yarattığı da ortada. Migros’un apar topar raflardan ürünleri indirmesine kadar vardı iş.
Yaşanan ibretlik olaydan sonra ortalığa saçılan videolardan birinde söz konusu eski CEO bazı best seller kitapları masaya yayıp “her şeyin en iyisini okuyorum” diye böbürleniyordu. Her şeyin en iyisini okuyanlar muhtemelen bu yazıyı okumaz, okumasın da zaten ama asıl iş “her şeyin en iyisini okuduğundan” o kadar emin olmamakla başlıyor. Bunun için kilit kavram: Entelektüel tevazu. Bavul Dergisi’nin Şubat-Mart 2024 sayısındaki bir yazımda bu kavramı anlatmaya çalışmıştım.
Psikoloji Doçenti Daryl Van Tongeren bir makalesinde entelektüel tevazuyu “bildikleriniz ve bunları nasıl bildiğinizle ilgili sınırlamaların ve önyargıların farkındalığını sahiplenmek” olarak tanımlıyor.
Bunun da dört yolu var. Birincisi açık fikirli olmak, dogmatizmden kaçınmak ve inançlarınızı gözden geçirmeye istekli olmak. İkincisi meraklı olmak, yeni fikirlerle genişlemenin ve büyümenin yollarını aramak ve böylece fikir değiştirmenin yolunu açmak. Üçüncüsü gerçekçi olarak kusurlarımızı ve sınırlamalarımızı baştan kabullenmek. Dördüncüsü öğrenmeye açık olmak yani davranışımızı öğrendiğimiz yeni bilgilerle uyumlu şekilde değiştirebilme esnekliği kazanmak.
Haliyle kibirli birinde ya da kibrin hâkim olduğu bir kültürde bu maddelerin hiçbiri işlemez. İşte o zaman da işler sarpa sarıyor.
Her olay Patiswiss gibi kamuoyunun gözü önünde bu kadar gürültülü yaşanmaz tabii. Ancak güç zehirlenmesi yaşayanlar bir noktada kendi kendini imha eder.
O hadsiz Linkedin mesajı olmasa başka bir şey olurdu. Belki haberimiz olurdu belki olmazdı, ama olurdu. Her şeyin en iyisini okuyanlara layık değil belki ama söyleyeceklerim şimdilik bu kadar.
20 Kasım 2024 - Sanki başka bir çağdan gelen umut reçetesi: Federer’in Nadal’a veda mektubu
13 Kasım 2024 - Biraz da “Gayrisafi Milli Mutluluk”tan söz etsek mi?
10 Kasım 2024 - Hani Kamala Harris etkileşim şampiyonuydu, ne oldu bizim Vahşi 25’liklere?
6 Kasım 2024 - Muhalif siyasetçiler Jose Mourinho’nun maç çıkışı açıklamalarından ne öğrenebilir?