Bu yazıyı yazarken bir yandan da atıştırmak için dünden kalan poğaçayı mikrodalga fırında ısıtıyorum. Yazı bittiğinde muhtemelen çok acıkmış olacağım ve hızla konserve edilmiş ton balığından bir sandviç hazırlayacağım. Dışarıda yazdan kalma bir gün var. Yazı bitince, takıntılı bir şekilde büyüttüğüm güneş gözlüğü koleksiyonumdan sonbahar güneşine uygun koyulukta bir parça seçip dışarıya çıkacağım.
Peki ben neden sosyal medyadan önceki çağın köşe yazarları gibi günlük yazar gibi yazıya başladım?
Hemen izâh edeyim: Günümün şu ana kadar aktardığım bölümünde kullanılan tüm teknolojiler, askeri alanda geliştirildi bilgisini aktarmak için. Mikrodalga fırın, konserve, güneş gözlüğü. Hatta bu yazıyı ekranınıza ulaştıran internet de öyle.
1960’lı yıllarda gelişen teknolojiyle paralel olarak nükleer savaş ihtimali iyice yükselmişti. Hem ABD hem Rusya tarafında olası nükleer savaş senaryoları üretilip önlemler alınıyordu.
ABD tarafında gündeme gelen senaryolardan biri de şuydu: Eğer nükleer saldırı, hassas komuta ve kontrol merkezlerinden biri ya da birkaçına yapılırsa ne olacaktı? Öyleyse, bu merkezleri yedeklenmenin, dağıtmanın bir yöntemi olmalıydı.
Soğuk Savaş döneminin ABD tarafındaki en önemli araştırma, geliştirme ve düşünce kuruluşu RAND’te çalışan Paul Baran, bazı karşı çıkışlara rağmen bu fikirde ısrar etti. İşte aslen merkezleri dağıtarak sistemi güvenli hale getirme projesi olan ARPANET böyle doğdu. Sonradan World Wide Web (Dünya Çapında Ağ)’e dönüştü ve ona internet demeye başladık.
Peki sonra ne oldu? Merkezleri dağıtan ve büyülü bir şekilde birbirine bağlayan internetin gelişim çizgisi, bir yerden sonra büyük merkezi platformlara evrildi.
Twitter, Facebook, Google (Youtube), Amazon derken birkaç büyük platform internetin sahibiymişçesine güç kazandı.
İnternetin icat ediliş nedenine aykırı olan bu durum, World Wide Web’in mucitlerinden olan Tim Berners Lee’yi “Bir dakika arkadaşlar, biz interneti bunun için icat etmemiştik?” deme noktasına getirdi ve merkezileşmeyle mücadele için bir vakıf bile kurdurdu.
Askeri alanda merkezleri dağıtmak için geliştirilen internetin geldiği nokta ibretlikti.
İsrail-Hamas savaşıyla birlikte bilgi kirliliği, dezenformasyon, mezenformasyon olgusu ve sorunu da yeniden gündeme geldi. Zaten Ukrayna-Rusya savaşı sırasında da günümüzün medya ortamında bir savaşın sosyal medya platformlarının gölgesinde nasıl yaşanacağıyla ilgili bolca örnek görmüştük.
Filmlerden, video oyunlardan kırpılan görüntüler, eski tarihli fotoğraflar, yapay zekâ teknolojisiyle üretilen sahte içerikler karşılıklı olarak sosyal medyaya sürülüyor, taraftarlar ya da botlar yardımıyla yaygınlaştırılıyor.
Bunda şaşıracak bir şey yok. Dezenformasyon savaşları insanlık tarihi boyunca vardı ama kullandığımız iletişim araçları ve teknoloji bunu bambaşka bir yere taşıdı. Bunun böyle olacağı zaten açıktı.
Burada değişen şeylerden biri şu. Önceden medya sadece en güçlülerin elindeydi. 1991’deki Körfez Savaşı’nda daha öncesinde Vietnam Savaşı’nın haber medyasındaki son derece taraflı sunumunu düşünelim. Hatta daha öncesine, 1800’lerin sonuna gidelim. Morning Journal gazetesi sahibi William Randolph Hearst’ün, ABD-İspanya savaşının olmayabileceği yönünde görüş bildiren muhabirini manipülasyona yönlendiren meşhur “Sen fotoğrafları temin et, ben savaşı temin ederim” lafı ve sonrasında karşılıklı kışkırtmalarla başlayan savaşı hatırlayalım.
Yani sosyal medya yokken de bolca manipülasyon vardı ama tek taraflı olarak güçlülerin kontrolünde kalabiliyordu. Bugün sosyal medya sayısında herkesin belli ölçüde dezenformasyon yayma gücü oluştu. Üstelik anında çeviri teknolojileri sayesinde dil bariyeri de büyük ölçüde aşıldı. Bu da görkemli bir bilgi kirliliği yaratıyor.
Bilgi kirliliğinin bu denli artmasının sonu kaos gibi görünse de buradan bir fırsat da doğabilir. O da bilgiyi edinme biçimimiz üzerine yeniden düşünmek. Çünkü doğru bilgi, insanlığın ilk çağlarından bu yana hayati. Vahşi hayvanların nereden geldiğini bilmeye ihtiyaç duymasaydı, insanlar hayatta bile kalamazdı.
Dört yıl önce davet edildiğim bir TEDx konferasında da çeşitli referanslarla anlatmıştım. Tarafsızlık, nesnellik gibi bugün ideal gazetecilikle anılan değerler aslında gazeteciliğin başlangıcında yoktu. Bu değerler ancak insanların ve kurumların habere bedel ödeme bilinci kazanması ve haber kuruluşlarının kurumsallaşmasıyla yerleşti.
Sonra internetin yaygınlaşması ve merkezileşmesiyle birlikte haberin bir bedeli ve maliyeti olduğu unutuldu.
Bugün bilgi kirliliğinin yanı sıra, büyük sosyal medya platformlarının da haberden uzaklaşma çabalarına şahit oluyoruz. Facebook, Instagram, Threads gibi mecraların sahibi Meta, algoritmalarını haber kuruluşları paylaşımlarının ağırlığını azaltmak üzere değiştirdi. Twitter (X) ise geçen hafta bu köşede detaylandırdığımız üzere, habercilere platform sunma konumundan, habercilere rakip olma konumuna çok hızlı bir şekilde geçiyor.
Devletlerin bu alana baskısı artıyor. Örneğin bir Çin kuruluşu olan TikTok ABD’de de hızla kriminalleştirilerek bir güvenlik tehdidi olarak görülüyor.
Tüm bu gelişmeler, internetin merkezileşme sorununun çift taraflı bir kaos yarattığını gösteriyor. Yani hem devletleri hem de demokrasileri tehdit ediyor bu olgu. O nedenle de merkezler dağılıyor.
10 yıl önce Twitter, Facebook’un zirve noktasına ulaştığı kadar merkezi bir noktada değiliz ve burada biraz umut var.
O umudu büyütmenin anahtarı da işte yazının başlangıcında söz ettiğim askeri teknoloji fikrine yani merkezleri dağıtmaya götürüyor.
Twitter, Facebook gibi mecralar yaratıp farklı bağlamdan kullanıcıları içine doldurursanız, eşyanın tabiatına uygun bir şekilde gerçekler kadar yalanlar da yayılır. Yalanlar, gerçeklere göre daha çekici olduğu için daha hızlı yayılır.
Yazılarımda sık sık aktardığım ve yayılmasına katkı sağlamaya çalıştığım dijital medya okuryazarlığı disiplini, zaten bilinç kazanmaya yatkın okurda bir yere kadar işe yarıyor.
Bu yüzden haber kuruluşlarının bu platformların merkeziyetçiliğine daha fazla katkı sağlamaması fikrini savunuyorum.
Ancak şu bir gerçek ki The New York Times gibi dev mecralar hariç, kimse bu konuda tek başına hareket edemez. Toplu bir hareket olması gerekiyor.
Türkiye gibi geleneksel medyanın ele geçirildiği ülkelerdeki öznel şartlar yüzünden bu merkezi platformların varlığını önemsiyor olabiliriz.
Ancak bu platformlar hem paradoksal olarak gerçek haber kuruluşlarının varlığını çok zorlaştırıyor hem de herkesin buradan bilgiye ulaştığı yanılgısını artırarak muhalefet hareketlerini başarısızlığa sürüklüyor.
Twitter’daki görüşleri aşırı dikkate alarak sadece kendi kitlesini mobilize eden ve seçim kazanacak çoğunluğu asla sağlayamayan muhalefet ortada.
Yani merkezileşme sadece gazeteciliği ve savaş sırasındaki bilgi kirliliğinin değil, demokrasilerin de önemli bir sorunu.
Bununla mücadele edecek fikir de askeri teknolojilerin tarihinde gizli işte.
13 Kasım 2024 - Biraz da “Gayrisafi Milli Mutluluk”tan söz etsek mi?
10 Kasım 2024 - Hani Kamala Harris etkileşim şampiyonuydu, ne oldu bizim Vahşi 25’liklere?
6 Kasım 2024 - Muhalif siyasetçiler Jose Mourinho’nun maç çıkışı açıklamalarından ne öğrenebilir?
3 Kasım 2024 - En apolitik takılanlar bile kaçamaz: Teknolojik olan politiktir!
30 Ekim 2024 - Menendez Kardeşler Olayı: TikTok’tan Netflix’e Yeni Medya Yargısının Gücü