“Ben artık siyasetle ilgilenmiyorum” diyor arkadaşım ve ekliyor: “İşime, gücüme bakacağım. Twitter’dan da çıktım zaten.”
Ukalalık edip o anki huzurunu bozmak istemiyorum. Onun yerine, yazı yazarak hepimizin huzurunu bozmayı deneyebilirim nasılsa.
Türkiye’de yaşamanın öyle de bir lüksü var. Gündelik siyasi tartışmalara girmeyince, o kısır kutuplaşmanın uzağında durunca, politik alandan uzaklaştığımızı sanıyoruz.
Oysa, örneğin; Twitter’ı bırakıp Instagram akışına kapılıp gitmek de bir politik tercih. Çünkü teknoloji devleri de siyaset sahnesinin dışında değil.
Biz siyasetten kaçtığımızı sanırken, sessiz bir politik tercihle, teslim oluyoruz sadece.
Sonra neler mi oluyor? Daha fazla tüketime yönlendirilmekten dikkatimizin gasp edilmesine kadar, doğrudan hayatımızı etkileyen pek çok sonuçla yüzleşiyoruz. En basitinden arkadaşlarımızla sosyalleşmek için girdiğimiz sosyal medyada arkadaşlarımızı göremez hale geliyoruz.
Sözde politikadan kaçtık ya, başka bir politik oyunun tam göbeğine yerleşiyoruz. Daha büyük planda demokrasiler, ekonomiler krize giriyor ve bu tüm hayatımızı etkileyen sonuçlar doğuruyor.
Evet, Twitter’dan kaçtık diyelim, hayatımızdan gündelik siyaseti de çıkardık böylece. Şimdi hayatımızın akışına kim karar verecek? Politikayı akışımızdan kovan ‘cici’, ‘eğlenceli’ ve sinsi sosyal medya algoritmaları mı? İşte o ‘cici akışın’ arkasında da büyük bir politik savaş var.
Bunu daha iyi anlamak için iki gün sonra yapılacak ABD Başkanlık seçimi öncesinde yaşananlara yakından bakalım.
Elon Musk ile başlayalım. Kendisi 5 Ekim’de, Donald Trump’ın Pensilvanya Butler’daki mitinginde hoplaya, zıplaya sahnedeydi. Ekim ortasına kadar Trump kampanyasına yaptığı 118 milyon dolarlık bağışla bu eğlencenin bedelini ödemişti zaten. Hatta kararsız eyalet seçmenlerine yönelik yaptığı bağışlar dava konusu bile oldu.
Tüm bu maddi yardımların yanı sıra paha biçilemez başka bir hediyesi daha vardı. 2022’de 44 milyar dolara satın alıp, adını X yaptığı Twitter’ı; sağ etkileyicilerin, komplo teorisyenlerinin ve aşırılıkçıların daha rahat hareket edebildiği bir yer haline getirdi.
Twitter’ın önceki hali de pek matah değildi zaten ama şu an o küçük pürüzler, güvenlik önlemleri de kalmadı.
Musk’ın yeni oyuncağı X’ten ettiği zararı azaltma pahasına; troller, botlar, astroturf hareketleri dünyanın her yerinde coşmuş durumda.
Üstelik, Washington Post’un da yazdığı gibi Musk döneminde Twitter, hükümetlerle veri paylaşımını artırdı. El Pais’in otoriter hükümetler diye tanımladığı hükümetlerin sansür taleplerine de %83 oranında olumlu yanıt verdi.
Nihayetinde Musk bir iş insanıydı ve dünyanın hiçbir yerinde hükümetlerle sorun yaşamak istemiyordu. Daha önce Twitter’da bir muhatap bile bulmakta zorlanan hükümetlerin karşısında pazarlık edebilecekleri gerçek bir aktör vardı.
Dahası, Donald Trump da seçilmesi halinde Hükümet Verimliliği Komisyonu gibi hükümeti dışarıdan denetleyecek bir yapının kurulacağını ve o komisyona Elon Musk’ın atanacağını resmen açıklamıştı. Eğer gerçekleşirse, bunun nasıl bir çıkar çatışması yaratacağının detaylarına girmeye gerek yok sanıyorum.
“Ben zaten Twitter’dan çıktım, bana ne bunlardan?” demeye devam edebilirsiniz. Bu da sizi politik alandan kaçırmaz. Çünkü hayatımızın her alanında teknoloji var ve hayatımıza etkileriyle ilgili en önemli kararlar da ABD’de alınıyor.
O zaman diyebiliriz ki, Trump-Musk ortaklığındaki Cumhuriyetçiler’i değil de Kamala Harris ve Demokratlar tarafında durayım. O halde bilmemiz gereken isimlerden biri de Lina Khan.
Kendisi üç yıldır, ABD’de ticari alanı düzenleyen Federal Ticaret Komisyonu’nun (FTC) başında. Geçen hafta bu köşede yazdığım , hepimizin hayatını etkileyecek, Google’u parçalamaya yönelik anti-tröst davasının da arkasındaki isimlerden biri.
Tröst oluşumlarının hayatımıza maliyetini işaret eden çalışmalarıyla ünlendi ve bu nedenle Başkan Biden döneminde FTC başına getirildi. Özetle diyebiliriz ki, Lina Khan’ın varlığı, Big Tech için pek iyi bir şey değil. Zaten üç yıllık görev süresi de dolmuş durumda. Fakat yerine yeni biri atanmazsa, yeni dönemde görevine devam etmesine de engel yok.
İşte bu noktada Kamala Harris kampanyasının en büyük bağışçılarından biri olan başka bir teknoloji milyarderi, LinkedIn kurucu ortağı Reid Hoffman ismi karşımıza çıkıyor.
Harris kampanyasına 7 milyon dolar bağışlayan Hoffman, Lina Khan’ın yerine başka bir ismin getirilmesi için açık açık çağrı yapmış durumda. Hoffman, aynı zamanda Microsoft yönetiminde ve Microsoft da Lina Khan döneminin FTC’siyle sorunlar yaşar halde.
Bu da teknoloji devlerinin Cumhuriyetçi-Demokrat ayrımı yapmadan, FTC’nin başında Lina Khan gibi birinin olmasından nasıl rahatsız olduğunu gösteriyor.
ABD seçmeninin çok büyük bölümünün de adını bile bilmediği Lina Khan, aslında teknoloji milyarderlerinin seçimdeki tarafını seçmesi için kritik bir isim olarak öne çıkıyor.
Zaten Trump’ın kazanması halinde bir gün bile görevde kalmayacağı açık ama Harris’in bağışçıları da karşısında. Big Tech iki tarafa da ağırlığını koymuş durumda.
Başlığa taşıdığım “teknolojik olan politiktir” ifadesini, The Guardian’ın duayen teknoloji yazarı Profesör John Naughton’ın geçen ay yayınlanan bir yazısında okumuştum.
Feminizm tarihini bilenler hemen “kişisel olan politiktir” tanımına bir gönderme yapıldığını anlamıştır. Naughton, az sayıda küresel teknoloji şirketinin liberal demokrasilerde politik nüfuz elde etme biçimini tarif etmek için “teknolojik olan politiktir” tanımını kullanıyor.
1960’ların dünyasında feministler için “kişisel olan politiktir” tanımı veya aşaması ne kadar önemliyse, bugünün dünyasında “teknolojik olan politiktir” tanımı ve aşaması onun kadar önemli. Bu konuda Naughton’a sonuna kadar katılıyorum. Bu yüzden de onun yazısının satır aralarında kalan bu ifadeyi başlığa taşıyan bir yazı yazmak istedim.
Üstelik dahası var. İki gün sonra yapılacak ABD seçiminin sonucu, yapay zekâ geliştirilmesine yönelik en önemli düzenlemelerin yapılacağı yılları kapsayacak.
Demokrasinin sacayakları; katılım, temsiliyet ve güven kavramları yapay zekânın doğrudan etkilediği ve etkileyeceği alanlar. Yapay zekânın bu konuda sınırsız bir potansiyeli var.
Böyle bir dönemeçte, bu teknolojilerin anavatanı sayılan ABD seçime gidiyor ve teknoloji sektörünün aktörleri kampanyaların finansmanında başrollerde.
Seçimi biz yapmıyoruz ama sonuçları hepimizi etkileyecek. Bence böyle bir ortamda politikasızlığa daha yakın olan şey, sadece Türkiye iç siyasetine gömülmek veya siyaseti ondan ibaret sayıp kaçmak olur.
Matbaaya 200 yıl gecikmenin farklı bir versiyonunun içinde olabiliriz. Bunu ileride daha iyi anlayacağız.