Modern hayat ezberlediğimiz ilişki kalıplarını zorluyor. İşte son zamanlarda duyduğum en zihin açıcı sorulardan biri: Hayatın merkezine evliliği değil de arkadaşlığı koysak nasıl bir yaşantımız olurdu?
Oyuncu Nur Sürer 1994’te ikinci evliliğini Sarp Kuray’la yaptıktan sonra verdiği röportajlarda, “Bu 40 yaş aşkı çok acayip, müthiş bir duyguymuş, hiçbir şeye benzemiyor” demişti. Sürer’in samimiyetinden etkilenmişim demek ki, sözleri aklımda yer etti.
Ben ‘40 yaş aşkı’na bir de ‘40 yaş arkadaşlığı’nı eklemek istiyorum, gerisi usta oyuncunun söyledikleriyle aynı: Bu 40 yaş arkadaşlığı hiçbir şeye benzemiyor, tadına doyum olmuyor.
Eski arkadaşlarına bağlılığını her fırsatta dile getiren komedyen Kaan Sekban da, geçenlerde bir tweet’le hayatına yeni giren dostları şöyle selamladı: “Yeni tanıştığım ama kırk yıldır tanıyormuşum gibi hissettiren dostluklar bana çok iyi geliyor. Belli bi yaştan sonra yeni arkadaşlıklar zordur, ben de eski arkadaşlarıma çok bağlıyım ama bu durum beni epey yükseltmekte…”
Çok sembolik bir yaş olduğu için ‘40 yaş arkadaşlığı’ diyorum ama benim yetişkinlikte kurduğum derin arkadaşlıklar hakikaten de oğlumun ilkokula başladığı 40 yaşıma denk geldi. Yeni arkadaşlar sayesinde ben de farklı yönlerimi keşfetme fırsatı buldum. Çocuklar şimdi başka başka okullarda, biz birlikte yıllanmaya devam ediyoruz.
Pandemi döneminde bir kitap kulübünde tanıştığım, hayatımdaki yerini her gün biraz daha büyüten bir başka 40 yaş arkadaşıma sordum bu meseleyi: “Arkadaşlıklar da aşk gibi bir çekim duyma meselesi bence” diye cevap verdi: “Yaş ilerleyince, enerjini yükselten, ilgi ve değerlerinin hizalandığı insanları tespit etmeye yönelik duyarlılık artıyor. Küçükken bir grup içinde kaynaşmak eğlenmek önemliydi, yaş ilerledikçe daha küçük gruplarda daha derin bağlar arıyorum.”
Peki Kaan Sekban’ın dediği doğru mu? Belli bir yaştan sonra yeni arkadaşlıklar kurmak zor mu?
Sosyal medyadan ilgiyle takip ettiğim psikolog Özge Orbay, “Biliyor musunuz, aslında hiç de zor değil” diyor: “Gençken birilerine bir çekim duyuyoruz, o kişilere yaklaşıyoruz ve bize uygun olan / olmayan şeyleri öğreniyoruz. Bir arkadaşlıktan ne beklediğimize dair bilgi ediniyoruz. Zaman içerisinde bu bilgiler oturuyor ve çekim duyduğumuz insanların sayısı azalıyor. Çocukken ve gençken gittiğimiz gibi herkese gitmiyoruz ya da arkadaşlık kuramayacağımız insanlarla artık oyalanmıyoruz. Doğru insana rastlayınca da arkadaşlık başlıyor, çünkü artık biliyoruz kiminle daha rahat edeceğimizi.”
Orbay, yeni arkadaşlıklara açık bir yetişkin olarak kişisel hikayelerini de zaman zaman paylaşıyor, ilham almak isteyenler için birini şuraya bırakıyorum.
Yenisiyle, eskisiyle derin bağlar kurduğumuz insanlar sayesinde hayat çok daha güzel, değil mi? Öyleyse başka bir soruyla bir adım daha ileri gidelim: Hayatımızın merkezine evliliği değil de arkadaşlığı koyabilir miyiz? Bu tercih toplumda ne kadar kabul görür? Arkadaşları merkeze koyduğumuz bir hayat nasıl olur?
The Atlantic dergisi birkaç yıl önce yayınladığı yazıda tam da bu sorulardan yola çıkarak arkadaşlık merkezli hayatlara daha yakından bakmış. Yazı, bugün toplumda kabul gören ‘normal’lerin, dünya kurulduğundan beri böyle olduğu yanılmasını sarsan bilgilerle dolu. Mesela, erkeklerin ve kadınların sosyal ortamlarda bugüne göre daha az bir arada bulunduğu geçmiş yüzyıllarda kurulan yakın arkadaşlıkların “romantik arkadaşlık” diye tanımlandığından ve bunların pekala insanların hayatın merkezinde yer alabildiğinden ve çok daha doğal karşılandığından bahsediyor.
Evlilik, biraz da soyun devamı ve kadınlar ekonomik ihtiyacı için kurulan ‘zorunlu’ bir ilişkiyken, derin bağlar arkadaşlıklar üzerinden yürüyor. Yazı çok detaylı; konuyu tarihsel, hukuki, ahlaki açılardan ele alıyor. Merak eden ama İngilizce bilmeyenler de yılmasın, çeviri programları artık çok daha iyi çalışıyor.
Yazar Sezen Ünlüönen, 2021’da yayımladığı ‘İmtiyaz – Yahut Cici Kızlar İçin Bir Roman’ kitabında, hayatının merkezine aşkı ya da evliliği değil, arkadaşlıklarını koyan 30 yaşındaki ‘Nergis’in kendini bulma hikayesini anlatır. Acaba o da yarattığı ‘Nergis’ kahramanı gibi arkadaşlıklarını romantik ilişkilerden önde mi tutuyor diye merak edip sordum. Meğer yazar bu ay evleniyormuş, tebrikler!
Ünlüönen, yine de hayatın romantik ilişkiler üzerinde şekillenmesine itiraz ediyor, hatta sınırları zorlayarak zihin açıyor: “Eş durumundan tayin diye bir şey var, değil mi. Neden ‘arkadaş ya da kardeş durumundan tayin’ yok? Belki bir kız arkadaşım hayatımda büyük yer kaplıyor ve onunla aynı şehirde yaşamak benim için çok önemli. Kız arkadaşlığın hayatı belirleme gücünü gösteren ilk popüler dizi olan Sex and the City’yi bu yüzden de önemsiyorum.”
Hayatının merkezine arkadaşlığı koyma fikrini düşünürken aklıma sadece kadınlar geliyor. Acaba kadın olduğum için mi? Yoksa kadınlar arasındaki ‘sisterhood’ (kızkardeşlik) bağı son dönemde çok mu vurgulanıyor?
Psikolog Orbay, bu soruya “Belki de erkeklerin öyle bir derinlik arayışları yoktur” diye cevap verdi: “İstisnalar tabii ki vardır ama iki erkeğin dostluğunu konu olan filmler; onların küsmeleri, barışmaları daha çok iş ilişkisi üstünden anlatılıyor. Kız çocukları büyütülürken her türlü duyguyu hissetmelerine izin verilir. Üzülebilir, ağlayabilir, narin olabilir, korkup utanabilirler. Bunlar sosyal olarak da beklenen duygulardır ve kızlar böyle hissettiği zaman onları şefkatle koltuğumuzun altına alırız. Erkeklerin böyle duygusal derinlikle büyütülmüyorlar. Sürekli oynasınlar, zıplasınlar , güreşsinler, sert olsunlar, ağlamasınlar, dert etmesinler bir şeyleri, utanmasınlar hiçbir şeyden, korkmasınlar… Erkekler duygusal ihtiyaçlarının farkına pek de varamadan yetişkin oluyor. Tamirat mı yapacaklar, beraber motorla mı gezecekler, erkek muhabbeti mi yapacaklar… Buralarda aşırı bir derinliğe ihtiyaç olmuyor. Halbuki klinik gözlemlerime de dayanarak söylüyorum, onların da her halleriyle kabul görmeye çok ihtiyaçları var.”
Kadın ya da erkek.. Arkadaşlık, romantik, “ilişki durumu karışık”, hatta evcil hayvanımızla kurduğumuz ilişki… Orbay’ın dediği gibi “Hepsinin temelinde yakınlık ihtiyacıyla kurulan bağlar var. Üstelik araştırmalara göre bozulmasına izin verebilirsek daha güçlü olarak yeniden kurulan bağlar.”
En baştaki soruya dönersek… Hayatın merkezine evliliği değil de arkadaşlıkları koysak nasıl bir yaşamımız olur? Doğrusu isterseniz bu sorunun kendisi, ilişkiler üzerine konuşma fırsatı sunduğu için yanıtından çok daha ilginç geliyor bana. Hayatın merkezine o dönem neye ihtiyacımız varsa onu koyuyoruz. Ama her ilişkinin merkezine “bozup bozup yeniden kurduğumuz bağları” koymak gerektiği aşikar.
8 Aralık 2024 - 2024 onun yılı oldu: İlkay Nişancı’dan iki film birden
1 Aralık 2024 - Gri boşanma: Bu ikinci bahardır ey ömrüm, neşe ve huzur içinde geç
18 Kasım 2024 - Muazzez İlmiye Çığ’dan dört hayat dersi
7 Kasım 2024 - Brandweek’te ilk gün: Ekrem İmamoğlu çerçeveyi çizdi, Daron Acemoğlu içini doldurdu