Cengiz Ünder, Alptuğ’a verdiği sözü tuttu
Başarıdan bağımsız birçok tecrübeyi aktaran, bazen sorulara kızıp gerilimle birlikte içindekileri döken teknik direktörlerin çok daha önemli ve öğretici olduğuna inanıyorum. Jorge Jesus bu tür profilde biri.
1959’da start alan Türkiye Süper Ligi’nde (eski adıyla ‘Birinci Lig’) şampiyon olan ilk takımı bir yabancı hoca çalıştırıyordu: Fenerbahçe’yi zafere taşıyan Ignace Molnar… Sonraki iki sezonda da ‘yabancılar hâkimiyeti’ vardı; Andreas Kutik ve Laszlo Szekelly. Bu üç isim de Macar’dı. Ardından ‘ilk yerli’ sıfatıyla Gündüz Kılıç sahne aldı ve iki sezonluk hükümranlık yaşadı. Peşi sıra tekrar ‘Yabancılar dönemi’ başladı: Ve Miroslav Kokotovic, Oscar Hold, Ljubisa Spajic, bir kez daha Molnar, Tomislav Kaloperovic, Trian Ionescu, Brian Birch (üst üste üç kez), Waldir Pereira ‘Didi’ (üst üste iki kez) derken araya iki Trabzonlu; Ahmet Suat Özyazıcı ve Özkan Sümer girdi ama ligin şampiyon takımlarını hep yabancı çalıştırıcılar domine etti.
Bugün gelinen tabloda ise en son şampiyon unvanıyla buluşan yabancı hoca Arthur Antunes Coimbra, nam-ı diğer ‘Zico’. Brezilyalı efsane 2006-07 sezonunda Fenerbahçe’yi ligin zirvesine taşımış ve o gün bugün ipi yerli hocaların çalıştırdığı ekipler göğüslüyor. Buna tabii ki gitgide içe kapanan, giderek daha fazla muhafazakârlaşan bir Türkiye ve muhafazakâr kulüp yöneticileriyle dolu bir lig yapısı da etken olabilir. Örneğin 2018’de Sarı-Lacivertli kulübün başına gelen Ali Koç, yeni fikirler ve farklı dinamizmle hareket edeceğini açıklamış, takımı da yabancı bir hocayı, Phillip Cocu’ya teslim etmişti. Ne var ki çok kötü geçen bir sezonun ardından Hollandalı çalıştırıcıyla yollar ayrılmış, yerine gelen Erwin Koeman’la da hikâye uzun sürmemişti.
Aslında gelmek istediğim nokta Jorge Jesus ama Portekizlinin bu sezonki serüvenini göz atmadan önce kendi meşrebimce ‘çıkan kısmın özeti’ne soyunayım dedim… Türkiye’nin şampiyonluk sözcüğüne en aşina takım hüviyetine sahip Fenerbahçe, bilindiği gibi tarihinin en uzun ‘şampiyonsuzluk’ sürecini yaşıyor. Sarı-Lacivertliler en son 2013-14 sezonunda Ersun Yanal’la tattıkları mutluluğun sekiz sezondur uzağındalar. Aziz Yıldırım sonrası takımın sorumluluğunu üstlenen Ali Koç ise attığı bütün adımlar boşa çıkan bir yönetici konumunda. Bu sezon başında takımı deneyimli ve uluslararası kredisi (en azından Latin dünyalarında) yüksek bir isme teslim etti. Portekiz futbolunun bilinen simalarından olan ve ülkesi dışında Al Hilal ve Flamengo’yu çalıştıran bu teknik direktör Jorge Jesus’tu. 1954 doğumlu futbol insanı, Türkiye Süper Ligi’nin ilk yarısının büyük bölümünde el üstünde tutuldu, göklere çıkarıldı, sonrasında alınan kimi yenilgilerle futbol tarzı, bakışı, anlayışı, takım kurgusu, oyuncu seçimleri tartışılır oldu ve bugün gelinen nokta itibariyle her şey ince bir çizgide ilerliyor. Brezilya Milli Takımı’nın başına geçeceği ya da Flamengo’ya geri döneceği konuşuluyor. Bütün bunlar tabii ki futbolun doğal seyri içinde bilindik ‘git gel’ler. Ama meseleler bağlı bulunduğumuz coğrafyada oluyorsa bu klasik gidişatlar bile bambaşka çizgilerde ilerliyor.
Bir kere bu toprakların spor basını yabancı teknik direktörleri sevmez… Çünkü onlardan kolay haber akışı alamaz, dil problemi yaşanır, istedikleri diyaloğu kuramazlar, aralarında hep bir mesafe vardır. Ama öte yandan onlara yerli teknik direktörlere soramadıkları soruları çok rahat sorarlar, istedikleri eleştiriyi yaparlar, tefe koyulmaları kolaydır, hemencecik “İstifa etsin, bıraksın gitsin” yazılarını kaleme alabilirler. Ve sığındıkları en büyük argüman da “Ligi bilen, futbolumuzu tanıyan teknik direktörler” klişesidir. Mesela Milli Takım Teknik Direktörü Stefan Kuntz çoktan bu argümanlarla ağlara takılmıştır ve sırada Fenerbahçe’nin performansına bağlı olarak Jorge Jesus vardır.
Portekizli çalıştırıcının ligimizdeki öyküsüne gelince; naçizane kendimce birtakım tespitlerle bu meseleyi açmaya çalışayım. Bence buraya gelirken Süper Ligi kendi deneyimleri doğrultusunda kolay çözebileceğini ve tecrübesinin yeterli olduğunu düşündü. Bu açıdan yapılan transferleri ve eldeki kadroyu yeterli gördü. Yarıştaki rakiplerinden ‘Son şampiyon’ Trabzonspor sancılı bir süreçten geçiyordu, Beşiktaş Valerian Ismael’le yolları ayırıp tekrar Şenol Güneş’le anlaşırken bütün bu süreçte puan kayıpları yaşadı. Kadronuzda çok sayıda geçmişin şöhretlerini barındırıyorsanız başarı ya gelmez ya da çok geç gelir. Galatasaray’ın, genellikle Avrupa’nın üst liglerindeki ömürlerini tamamlamış isimlerden oluşan kadrosu başlarda tökezlese de Gomis, Sarı-Kırmızılıları yarışta tuttu ve bir tür ‘nöbetçi golcü’ profili çizdi. Sonrasında sahne alanlar kendi içinde uyumu yakaladılar ve Aslan, çok kötü oynadığı birçok maçı almayı bildi. Ben Okan Buruk’un şu ana kadar çizdiği portre itibariyle vasat bir teknik direktör olduğu kanısındayım. Dersine tek bir maçta çalıştı, onda da bu sezonki en büyük rakibi Fenerbahçe’yi sahasında 3-0 geçti ve kredisini yükseltti.
Jesus geniş kadrosuyla sık sık rotasyona giderken Türkiye Süper Ligi’nin üstündeki kalitesiyle Fenerbahçe uzun süre yarışı önde götürdü. Sonrasında Galatasaray sahne aldı ve takip sırası Sarı-Lacivertlilere geçti. Portekizli çalıştırıcı ise başlarda lige ilişkin genelde olumlu görüşler bildirirken iş gerilimli safhalara geldiğinde farklı bir bakış açısı sundu. Örneğin Ekim 2022’de ‘Süper Lig’in kalitesi beni şaşırtıyor” demişti, Sevilla maçı sonrası ise “Bu ligin sportif gerçekliği yok, bu ligde maçlar sahada kazanılmıyor” şeklinde yorum yaptı. Söylediklerinin kimi yerlerinde gerçeklik payı var ama bu lig, Jesus’un Fenerbahçesi’nin zirvede olduğu zaman da aynı ligdi. Ayrıca çıktığı dört derbide (iki Beşiktaş, bir Trabzonspor ve bir Galatasaray) aldığı üç mağlubiyet ve bir beraberlik, ‘sonuç oyunu’ olan bir sporda doğru teşhislerini de rafa kaldırıyor.
Ben aslında Jorge Jesus’u Fenerbahçe’ye getiren refleksin kulübün tarihinde daha önce yapılmış kimi hamlelerle aynı olduğu kanaatindeyim. Vakti zamanında Ali Şen, takımı Carlos Alberto Parreira’ya teslim etmişti. Brezilyalı teknik direktör Türkiye’ye “Son dünya şampiyonu Brezilya’nın hocası” unvanıyla gelmişti. ‘Dünya Kupası ‘94’ sonrası bir sezon Valencia’yı çalıştıran Parreira, aslında Trabzon’daki 2-1’lik maçta Şenol Güneş takımını sürekli hücum ettirmese ve beraberliğe razı bir oyun sergilese belki de şampiyon olamayacaktı. Ama Oğuz Çetin ve Aykut Kocaman’ın golleriyle gelen efsanevi galibiyet Brezilyalı teknik direktörün bir sezonluk macerasını ‘şampiyonluk’la taçlandırdı. Keza Aziz Yıldırım da aynı formüle başvurmuş, 2008’de İspanya’yı ‘Avrupa Şampiyonu’ unvanıyla buluşan teknik direktör Luis Aragones’i Fenerbahçe’nin başına getirmişti. Yıldırım benzen formülü, yani tecrübeli ve genç oyuncuları disipline edecek bir koç reçetesini Dick Advocaat’ta da uygulamış ama sonuç alamamıştı. Bence Ali Koç da yaptığı yerli ve yabancı teknik direktör seçimleriyle bir türlü gelmeyen başarısızlığa deneyimli, coğrafyamıza yatkın (Latin), disiplini sağlayabilecek bir isimle son verebileceğini düşündü ve böylece Jorge Jesus, futbol dünyamıza dahil oldu.
Portekizli çalıştırıcının futbol bilgisinin, takım kurgusunun, oyuncu seçimlerinin (Arda Güler dahil) ben problem teşkil ettiğini düşünmüyorum. Elbette hatalı zamanları ve maçları var ama bu her koçun karnesinde yer alabilecek türden çizikler… Belki kalsa ve gelecek sezon için kendisine şans tanınsa başarının (ki bizde başarı sadece ‘şampiyonluk’ olduğu için bu durumu kast ediyorum elbette ki) geleceğine inanıyorum. Ama ligin kalan kısmında eğer sarı-lacivertliler şampiyonluk yarışından erken kopar ya da ligi ikinci bitirirlerse ‘yeni futbol düzeni’ içinde Jesus’la yolların ayrılacağı kesin gibi…
Geçmişte ana akım dergilerde çalıştığım için biliyorum, sezon içinde kimi yabancı teknik direktörlerle lig yarışındaki yerlerinden bağımsız, futbolun yanı sıra hayatın diğer alanlarını da kapsayan söyleşiler yapmak mümkündü. Mesela ben Aktüel dergisinde çalışırken aynı sezon içinde hem Graeme Souness’le hem de Carlos Alberto Parreira’yla söyleşi yapma fırsatı bulmuştum. Şimdilerde bu tür işlere pek rağbet edilmiyor; kulüp yönetimlerinden izin çıkmıyor, hemen her gün bir maç var, fikstür izin vermiyor vs. ve önümüze gelen fırsatlar heba ediliyor. Buradan ayrıldığında Jesus’un ligimize ve yaşadığı döneme ait gerçek fikirlerini ileride mesela Portekiz basınına verdiği bir söyleşide öğrenmemiz muhtemel…
Ben takımıyla ligi nerede tamamlarsa tamamlasın, kupada da nereye kadar uzanırsa uzansın fark etmez, iyi bir teknik direktör kumaşının aramızda olduğuna ve çalıştığı futbolcuların ondan birçok şey öğrendiğine dair bir inanca sahibim. Benzer şekilde Dick Advocaat zamanı özellikle maç sonu basın toplantılarının entelektüel düzeyine de hayrandım. Üç-beş klişe cümleyle mücadeleyi yorumlayan teknik adamlar topluluğu içinde başarıdan bağımsız birçok tecrübeyi aktaran, bazen sorulara kızıp gerilimle birlikte içindekileri döken profillerin çok daha önemli ve öğretici olduğuna inanıyorum. Jorge Jesus bu tür teknik direktör modellerinden biri. Ama onunla gereksizce didişmekten kendisindeki değerleri yeterince çekip çıkaramadığımız, işleyemediğimiz kanaatindeyim… Olası bir başarısızlıkta ‘Hoş bir sada’ listemizdeki müstesna yerini alacak sanıyorum…