İstanbul Film Festivali maratonu ‘tarihi bir an’la başladı
Zeki Alasya aramızdan ayrılalı sekiz yıl oldu. Dün insanlar onu anarken yine oyunculuğundan bahsettiler. Oysa Zeki Alasya 25 film çekmesine rağmen yönetmen olarak kabul görmemesinden dertliydi. ''Oyuncu Zeki Alasya da yönetmen Zeki Alasya’ya ihanet etti" diyecek kadar içerlemişti bu duruma.
Yıl 2011, telefonum çalıyor, arayan, Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi’nden Zeynep Ünal. Zeki Alasya ile merkezin bir söyleşi yapacağını söylüyor ve söyleşinin de moderatörlüğünü yapmamı istiyor. Mithat Bey’in, Zeynep’in hatırı büyük ama Zeki-Metin filmleriyle büyümüş bir neslin ferdi olarak Zeki Alasya’nın ismi yetiyor zaten teklifi kabul etmem için. Dersime çalışsam da içten içe kaygılıyım. Çünkü Zeki Alasya daha önce kendisiyle yaptığım söyleşilerde pek kendini açmayan bir kişiliğe sahip biri.
Söyleşi başlamadan kaygımı dile getiriyorum, Zeki Alasya’ya, “Burası benim yuvam içtenlikle sorularınıza cevap vereceğim” diyor. Meğer Robert Kolej’de okurken Mithat Alam Film Merkezi’nin binası o yıllarda müzik eviymiş ve Zeki Alasya da sık sık gelirmiş. Uzun bir söyleşi oldu. Uzadıkça da uzadı. Kendisi de çok keyif aldı. Lakin söyleşi sonrası bir randevusu olduğu için gitmesi gerektiğini söyledi. Rahmetli Mithat Alam da Zeki Alasya’ya “Tarihe kalıyor bu söyleşiler, kayda alıyoruz, kitap yapıyoruz” diyerek bir süre daha tutmuştu Zeki Alasya’yı. Daha kapsamlı bir söyleşi için söz aldık Zeki Alasya’dan. Ama o sözü hayata geçirmek bir türlü nasip olmadı. Zeki Alasya 2015’te vefat etti.
Dün Zeki Alasya’nın ölümünün sekizinci yıl dönümüydü. Zeki Alasya deyince akla Devekuşu Kabare’deki o muhteşem oyunlar, Metin Akpınar ile ikili olarak izlediğimiz aile komedileri, TV programları akla gelir. Lakin Alasya için önemli olanın yönetmenlik olduğunu o söyleşide fark ettim. 25 film yönetmesine rağmen yönetmenliğinin ciddiye alınmamasına da içerlemişti üstelik.
Bu uzun bir hikaye onun için sırayla gidelim. Önce neden ve nasıl yönetmen olduğunu kendisinden dinleyelim: “Kamera arkası hep vardı aklımda. Tiyatroda da sinemada da gördüm ki ben oyunculukta çok istekli değilim. İşin mutfağında olmak istiyorum, yönetmenlik yapmak istiyorum. Ertem Abi’ye (Eğilmez) de söyledim bunu. Yurtdışında eğitim görmüş olan, benim de Robert Kolej’den arkadaşım Mustafa Gürsel geldi o tarihlerde Türkiye’ye. Ertem Abi bize yönetmenlik verecek diye beklerken, o, geleli 10 gün olmuş Mustafa’ya film yönettirmeye kalktı. Bu biraz üzüyor tabii insanı; siz altı yedi sene sabahtan akşama kafa patlatmışken, bütün iyi niyetinizle çalışmışken sizin istediğiniz imkân, dışarıdan gelen bir adama tanınca çok da keyif alamıyorsunuz. Bunlar bir film çektiler, Mustafa filmi bitiremedi, dokuzuncu günde falan bıraktı. Onun yerine Orhan Elmas bitirdi.”
Pek bilinmez ama Zeki Alasya Arzu Film’in önemli isimlerinden biriydi. Eğilmez’in kendisine film yönettirmemesine gönül koyup gelen teklifleri değerlendirip Arzu Film’den ayrılıyor ve böylece Alasya’nın yönetmenlik macerası başlıyor:
“Daha sonra ayrılıp Erman Film’e geçtim. Orada Şerafettin Gür beyefendi vardır. Erman Film’in müdürüydü. Bir yerden duymuş, bana ‘Senin yönetmenlik gibi bir düşüncen mi var? O zaman bundan sonraki filmi sen çek’ dedi. Müthiş heyecanlandım. Umur Bugay’la gece gündüz çalıştık, beraber ‘Aslan Bacanak’ı çektik. Senaryoyu Umur yazdı tabii ama ben de her noktasında işin içindeydim.
Sonra bilmediğim bir nedenle Şerafettin Abi ayrıldı şirketten, biz orta yerde kalakaldık. Hürrem Erman çağırdı, gittik. Hürrem Bey çok yaşlıydı, sinirli bir adamdı. Dedi ki ‘Şerafettin Bey bana gerçekleşmesini istediği birtakım şeyler verdi, bunlardan biri de sizin yönettiğiniz filmdi’. Başka bir konumda olsam belki kimse bana yönetmenlik vermez ama ben aynı zamanda Metin’le birlikte bir filmin starıyım. İkinci bir filmin de starı olacağım, onun için adam hayır diyemiyor. Ben ‘Evet’ dedim.
O film hayatımın en zor filmi oldu. Örneğin, filmler ortalama 40 kutu negatif filmle bitiyordu, ben 58 kutu harcadığım halde bitiremedim. Hürrem Bey çağırdı beni, “sen benim hayatımı mahvetmek için mi yaratıldın?” dedi. Beni çok seven bir depo memuru vardı, cebimden para verip üç kutu negatif aldım, öyle bitirdim filmi. Ama senenin en büyük işlerinden birini yakaladı film. Rahatladık.”
İşte bugün Zeki-Metin filmleri olarak bilinen ‘Petrol Kralları’, ‘Nereden Çıktı Bu Velet?’, ‘Güler misin, Ağlar mısın’ gibi filmler böylece çekilmeye başlandı. Ve bu filmlerin çoğunu Zeki Alasya yönetti. Yönetti ama bir türlü yönetmen unvanını alamadı Zeki Alasya. Tiyatrocu, oyuncu, komedyen oldu ama yönetmen olamadı. Bunun nedenlerinin kendisi de farkındaydı:
“Zeki Metin filmleri peş peşe geldi. Biri hariç hepsini ben yönettim. Yalnız benim burada altını çizmem gereken bir olay var. Tiyatro benim sinemama hep ihanet etti. Tiyatro kökenli olup da sinema yapan diğer arkadaşlarım tiyatronun aynı zamanda sahibi olmadıkları için bir yere kadar tiyatroya devam ettiler, bir yere kadar tiyatroyla sinemayı beraber yürütmeye çalıştılar. Yürütemeyeceklerini anlayınca da sinemadan iyi para ve büyük şöhret kazandıkları için tiyatroyu bırakıp sinemaya devam ettiler. Kemal Sunal bunlardan biridir.
Bizim öyle bir şansımız yoktu. Ben sinemayı ne kadar çok seversem seveyim, tiyatroda çok önemli bir çizgideydik. Çok da para kazandığımız dönemlerdi, 50 insan ekmek yiyordu. ‘Affedersiniz, ben tiyatroya ara vereceğim, sinema yapacağım’ deme şansımız olmadı hiç. Tiyatroyu suçlamayayım ama hayatım boyunca sinemanın dışında yaptıklarım sinemama ihanet etmiştir. Ayrıca her ne kadar oyunculukta gözüm olmasa da, oyuncu olarak başlayıp şöhretimizi öyle yaptığımız için, oyuncu Zeki Alasya da yönetmen Zeki Alasya’ya ihanet etti.”
Fakat Zeki-Metin filmlerinin yanı sıra rol almadığı sadece yönetmen olduğu filmler de çekti Zeki Alasya. Buna rağmen yönetmen unvanı yine verilmedi kendisine. Hatta 12 Eylül sonrasında darbeyi eleştiren ilk filmlerden biri olan ‘Dikenli Yol’u da çekti. Kadir İnanır ve Hülya Koçyiğit gibi sinemamızın iki önemli oyuncusu oynuyordu filmde. Sinema tarihimizde görmezden gelinen nitelikli filmlerden biri aslında. İşte bu filmle bile ciddiye alınmaması Zeki Alasya’yı fena incitmiş: “Ben bir film çektim, dünya çapında olmasa da eli yüzü düzgün bir filmdi. Ama görüşüne çok güvendiğim bazı yönetmenler ‘Böyle film yapmak senin işin mi, sen komedyensin, oyununa bak sen’ gibi laflar ettiler.”
Söyleşide sormuştum “Şerif Gören ve Zeki Ökten ile birlikte, 12 Eylül’e ilk tepki veren sinemacılardan birisiniz. Onların bu konudaki filmleri çok konuşuldu ama sizin çektiğiniz ‘Dikenli Yol’dan yeterince bahsedilmedi. Sizce neden bu kadar görmezden gelindi o film?” diye. Zeki Alasya da “Sebeplerden biri, dediğim gibi belirli bir çevrenin beni ‘yönetmen Zeki Alasya’ olarak kabul etmemesi, ‘Kim bu Zeki Alasya? Bir sürü yönetmen var!’ denmesi. İyi ama şöyle bir şey var, bu adam 25 film çekti, yaklaşık 24’ü de çok iyi iş yaptı. Kabul edilmedi, ne yaparsınız… Silah mı çekelim, dağa mı çıkalım? Katlanmak zorundasınız, ‘Ne yapalım, şanssız bir başlangıç yaptık’ demek zorundasınız” diyerek cevap vermişti.
Zeki Alasya anlattıkça Yavuz Turgul’un ‘Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni’ndeki yönetmen Haşmet Asilkan’ın dramı gelmişti aklıma. Politik bir film çekip takdir edilmek için belli bir çevrenin insanı mı olmak gerekiyordu? Galiba öyleymiş: “İsim vermeyeceğim ama bazıları, örneğin bir Orhan Gencebay filmi çekerken, ekonomik zorluklardan yola çıkıp kendi düşüncelerini, tavırlarını, inanışlarını öne çıkarmak için hiç yeri olmadığı halde 1 Mayıs’ta arkada birileri bayrak sallarken önden Orhan Gencebay’ı gösteriyordu. Bu şekilde, belirli bir görüşün yönetmeni olarak film yaparsanız, dikkat çekiyorsunuz.
Ben hiçbir zaman böyle bir hinlik yapmadım. Solcu bir gencin bu olayların içine düştüğünü anlatmış olsam, ‘Dikenli Yol’dan bugün çok daha fazla söz ediliyor olabilirdi. Ben bunu özellikle istemedim. Biz tiyatroda da, şimdi kimsenin söyleyemediği şeyleri cesaretle söylerken hiç bayrak çıkarmadık. Metin de yapmadı, ben de yapmadım. Sinemamda da yapmadım. Yoksa ucuz kahramanlık kadar kolay bir şey yok bu memlekette. Bazı şeylerin altını çok fazla çizmeyi, seyirciyi tümüyle boşlamanın ya da hiçe saymanın bir ifadesi olarak görüyorum. O film görevini yapmıştır bana göre. Seyredenlerden çok olumlu tepkiler aldım. Ama seyretmeyenlerde filmi seyretme dürtüsüne hiç rastlamadım doğruyu söylemek gerekirse.”
‘Dikenli Yol’ hala hak ettiği değer verilen filmlerden biri değil. Zeki Alasya’yı da yönetmen olarak anan sinema dünyasında azdır. Ama günümüzde bırakın 27 film çeken yönetmeni, kısa film çeken biri bile yönetmen ilan ederken kendini ve kabul görürken hala Zeki Alasya’nın yönetmenliğinin görülmemesi acayip bir durum geliyor bana.
Metin Akpınar bugün hayatta düşündüğünü söylemekten geri durmuyor. Zeki Alasya da öyleydi. Onlar sinemada tiyatroda yaptıkları gibi eleştirel değildi belki. Lakin komedide belli bir seviyeyi hep korudular ve ikili olarak bir model yarattılar. Bunun sahne arkasındaki mimarlarından biriydi Zeki Alasya. Aynı Zeki Alasya gün geldi 12 Eylül askeri rejimine bayrak açtı filmiyle. Ama o bayrağı kendinden başka tutan olmadı maalesef.
12 Eylül demişken çok acayip bir anı anlatmıştı Zeki Alasya, Onu da aktaralım son olarak, sanatçı aklı darbeci aklını nasıl mat eder şahane bir örnek: “Hiç kimsenin, hiçbir olayın adamı olmadık. Kimse de bizim için şunun adamıdır’ diyemez; onu diyebilecekleri adamları da o zaman eleştirdik. 1982 senesinde bir gün Kenan Evren beni çağırdı. Olabilir, devlet başkanıdır, çağırabilir ama beni çağırınca Metin’i de çağırması lazım, yoksa ayıp olur. Hatta Metin de ‘Niye seni çağırıyor?’ demişti.
Sonra öğrendik ki kimya öğretmeni olan ve uzun süre askeri liselerde sivil öğretmen olarak çalışan babam, Kenan Paşa’nın da öğretmeniymiş. O zaman devlet başkanıydı, henüz referandum yapılmamıştı. ‘Bizimle niye uğraşmıyorsunuz?’ dedi, ‘Uğraşıyoruz da farkında değilsiniz’ dedim.
‘İnsanlığın Lüzumu Yok’ adlı oyunda oynuyoruz, onda öyle sahneler var ki, farkına varmıyorlar ne demek istediğimizin. Onlardan biraz daha zeki olmanız lazım, zekiyseniz kurtarıyorsunuz paçayı. Enayi miyiz yahu? ‘Paşam sizinle uğraşırsak tiyatroyu kapatırsınız, kapatırsanız Metin’in, benim aç kalmam önemli değil, 50 adam aç kalır, neye güvenerek sizinle uğraşayım?’ dedim. Ama biz uğraşıyoruz sizinle. 12 Mart’ta da uğraştık, daha önce de uğraştık ama belli bir çizginin üzerinde uğraştık ve hiç taraf tutmadık. Metin’in düşüncesini bilmiyorum ama ben yaptığım her şeyin altına imzamı koyarım.”
22 Kasım 2024 - Cadılar dost oluyor, Paris’te tango şimdi başlıyor!
15 Kasım 2024 - Savulun Roma’nın kaderini değiştirecek adam arenaya çıkıyor
8 Kasım 2024 - Ara tatilin sürprizi: Robot da olsa insan insandır!
5 Kasım 2024 - Trump mı kazanacak yoksa Harris mi? Sinemacılar sonuçları açıklıyor!
4 Kasım 2024 - ‘Yandaki Oda’ Oscar’da karşınıza çıkarsa şaşırmayın!