Romanya’daki bir kilisede Orta Çağ’dan kalma yüzlerce kitap bulundu
Annelerimizden ne bekliyoruz, anneliğimizden ne bekliyoruz; edebiyat ve roman karakterleri bize yol gösterir ya da ilham verir mi bilinmez. Kimi ilk satırdan çok sevdiğimiz, kimi anlamak için biraz daha zamana ihtiyaç duyduğumuz edebiyat annelerinin kulaklarını çınlattık.
Herkesin annesi, annesiyle olan ilişkisi gibi edebiyat vesilesiyle karşılaştığımız anneler ve anne-çocuk ilişkisi de farklı. Annelik ile ilişkisi sadece birine ‘anne’ demek olanlar olarak anneliğe dair büyük laflar duymanın çok ürkütücü olduğu konusunda buluşabiliriz. Annelerimizden ne bekliyoruz, anneliğimizden ne bekliyoruz; edebiyat ve roman karakterleri bize yol gösterir ya da ilham verir mi bilinmez. Ancak biz bugün kimi ilk satırdan çok sevdiğimiz, kimi anlamak için biraz daha zamana ihtiyaç duyduğumuz edebiyat annelerinin kulaklarını çınlattık.
Nergis’in kafası çok karışık. Aklını çıldıracak gibi, hayatında her şey iç içe geçmiş. Kucağında iki buçuk kilo ağırlığında, ama bu küçüklüğe rağmen tüm hayatını kaplamış bir canlı var. Kan, ter, göz yaşı ve anne sütünün birbirine karıştığı dakika bir ama gol bilmem kaç tadında bir hayat. Nergis’in kafası çok karışık, canı çok sıkkın. Bu bebeği çok istedi ama hiç bitmeyecek bu görev onu mahvetmeye yetecek gibi.
Çıkaramadıysanız, hatırlatalım. Nergis, Melisa Kesmez’in 2022 tarihli novellası ‘Küçük Yuvarlak Taşlar’ın kahramanlarından biri. Çiçeği burnunda annelik günlerini, annelik hallerini ve kendi annesiyle ilişkisini önce onun, sonra kızı Elif’in gözünden okuyoruz.
“Bazen uyurken onu seyrediyor, inanılmaz derecede küçük ve yardıma muhtaç oluşu karşısında panikliyordum. Çok güzeldi, yumuşacıktı. Bu kadar kırılgan bir varlığı nasıl koruyacaktım dünyadan? Bana emanet olduğunu düşününce hafakanlar basıyordu. Onu büyütecek, insanlar arasına karıştıracaktım. Bütün o yıllar yıllar boyunca annesi olacaktım. Hiç bitmeyecek bir görevdi bu…” satırlarının altını bile çizebiliriz. Nergis, Gülsüm, Elif, anneler, anne olmayanlar, anne olmak isteyenler ve aslında anne olmayı zaten en başından beri hiç istemeyenler kadınlarla dolu bir hikaye bu. Kitap, anneliği, annelik hallerini yeni yeni duymaya başladığımız bir dürüstlükle ele alıyor. Yolun sonunu hep denize çıkarıyor, hayatı devam ettiriyor ve anneleri de kendimizi de affettiriyor. Hiç anne olmayan Gülsüm’ün de anneliği bambaşka yaşayan Nergis’in de çiçeği burnunda anne Elif’in de günü kutlu olsun.
‘Küçük Yuvarlak Taşlar’ güncelliğiyle bu yazının açılışını yapıyor lakin Türkçe edebiyat fedâkar, cefakar ve ‘çocuklarım olmadan asla’ diyen anneler kadar, anneliğini sorgulayan, başka bir annelik mümkün diyen kadınlarla dolu ne mutlu ki. Perihan Maden’in travmatik bir anne kız ilişkisine odaklanan ‘Biz Kimden Kaçıyorduk’u da son dönemde Netflix’te ekranlara gelen televizyon uyarlaması vesilesiyle bir kere daha gündemdeydi. Bir anne ve kızının, (anne kızına sürekli okuduğu Bambi kitabından dolayı ‘Bambim’ diye sesleniyor) ‘çoklar ve kötüler’den kaçma maceralarını konu alıyor.
Seray Şahiner’in Ülker Ablası ise çocuğu için katlananlardan olduğunu söyler laf arasında. Kocasından şiddet görmüş, gidecek yeri olmadığından bu eziyeti yıllarca sineye çekmiş bu kadın, bunca yıl neden katlandığını “Çocuğun olunca katlanıyorsun… Başlarda baba evine dönmek istedim, almadılar. Oğlum el kadardı, evden çıkıp nereye gideyim? Gene oğlum çocukken iyiydi de büyüyünce babası bana vurduğunda adamla kapışma başladı. Bana da çok düşkündür. Aklım çıkıyordu, delikanlı çocuk, hadi bir gün sinirlense babası- na, taksa bıçağı, benim yüzümden evladım baba katili olacak. Son bir iki yıl adam da oğlanın korkusundan durulmuştu biraz…” diyerek anlatıyordu. Tabii en sonunda dayanamadı, hastaneleri yeni evi yaptı. Ülker Abla’nın da günü kutlu olsun.
Ayfer Tunç’un ‘Yeşil Peri Gecesi ‘ndeki Şebnem’i ise annesi Hülya’dan ama en çok sevgisinden yoksundu. Annesinden ihtiyacı olan sevgiyi göremeyen Şebnem ne der bilinmez, ama Hülya’nın da gününü kutlamak gerekir mi ki? Leyla Erbil’in ‘Tuhaf Bir Kadın’ romanındaki Nuray da bu sorgulamalardan payına düşeni alan bir kadındır. Nermin’in 19 yaşından, 40’larına kadar hayatına konuk oluruz. Nermin’in annesi Nuriye Hanım’ı da tanırız. Aşina olduğumuz “Aman ağzımızın tadı kaçmasın” annesidir o da.
Anne- çocuk ilişkileri karmaşık. Anne-kız ilişkisi daha da karmaşık. “Oysa benim en birincil görevim annemin kızı olmaktı” ya da “Yetmiyordum yine de. Anneme yetmiyordum” cümleleriyle, okurun kalbine bir taş bırakan Burçin Tetik, İletişim Yayınları’ndan çıkan öykü kitabına ismini de veren ‘Annemin Kaburgası’nda anneliği, anne kız ilişkisini en çok da kız ve oğlan çocuk üzerinden ele alıyordu mesela.
Edebiyat anenlerinden de beklentiler var, elbette. Kurgusal dünyaların anneleri de tıpkı gerçek hayattaki gibi iyi ve kötü olarak ele alınıyorlar. Üstelik bugün çok çok azının kulaklarını çınlatıp günlerini kutladık. Daha anmadığımız Maksim Gorki’nin ‘Ana’sı, kızlarını evlendirmeyi kafasına takmış farklı romanların anneleri Mrs Bennett (Jane Austen/Gurur ve Önyargı); Firdevs Hanım (Halit Ziya Uşaklıgil/Aşk-ı Memnu), Douglas Stuart’ın romanı ‘Shuggie Bain’de tanıştığımız yavaş yavaş alkol batağına saplanan anne Agnes var. Simone de Beauvoir’un, 77 yaşındaki annesinin ölümünü anlattığı ‘Sessiz Bir Ölüm’ü de geliyor aklımıza; çocuklarım olmadan asla diyen Tolstoy’un Anna Karenina’sı da… Aynı zamanda bir televizyon dizisine de dönüşen ‘Yeşilin Kızı Anne’ kitabındaki Marilla Cuthbert’i de anmamız gerekiyordu, Nermin Yıldırım’ın ilk romanı ‘Unutma Beni Apartmanı’ndaki, kırk üç yıl sonra kızının karşısına çıkan anne Mesude’nin de…
Bugün anneler günü. Kurgusal dünyalardaki annelerin de günü kutlu olsun. Bu pazar, geleceğimizi etkileyecek önemli bir seçim heyecanındayız. Ancak yine de bu pazarı ve anneleri atlamayalım istedik. Hatta işi abartıp edebiyatın annelerinin de gününü kutladık. Gün uzun, atladıklarımızı da sayfalara karışıp kutlayacağız.