Kuzenlerin yapay zeka çip savaşları
Hayatın karmaşası sanki hiç yok olup gitmeyecekmişiz gibi günlük dertlere takılıp kalmamıza ve anı yaşayamamamıza neden oluyor. Halbuki elimizden bir şey gelmeyen dertlere takılıp kalmak, sahip olduğumuz ancak ileride belki de yokluğunu çekeceğimiz şeyleri kaçırmamıza yol açıyor.
Yoğun ve stresli bir seçim dönemini geride bıraktık. Ülkece seçim stratejilerini ve ikinci tur sonuçlarını tartışırken dünyada bilim alanında birtakım gelişmeler yaşanmaya devam etti. Biz de bu hafta yolculuğumuza yıldızlarda başlıyoruz. Sonuçta onları da doyasıya görebileceğimiz çok fazla zamanımız kalmadı. Yıldız demişken yeni nesil Yıldız Savaşları’na hazır olun! Başrollerde ABD, Çin ve Rusya var. Yolculuğumuza atomlarda devam edip geçmişe doğru, tam olarak geç Permiyen dönemine gidiyor ve bir türün yok oluşa karşı mücadelesini izliyoruz. Ardından yok oluşa karşı mücadele eden toprak bakterilerine geçiyoruz. Haftayı insanlığın var oluş mücadelesine bir göz atacağımız yapay zeka teknolojisiyle sona erdiriyoruz.
Çocukken ilk kez İstanbul dışında başka bir şehre, yapay aydınlatmaların olmadığı bir köye gidip de gece gökyüzüne baktığımda çok şaşırmıştım. Zira İstanbul’un gecesiyle yakından uzaktan alakası yoktu, gökyüzü yıldızlarla kaplıydı. Benim yaşadığım şaşkınlığı gelecekteki nesillerin yaşamasına pek ihtimal verilmiyor. Zira gökyüzüne baktıklarında görebilecekleri yıldız kalmayacak. Bilim insanları ışık kirliliği nedeniyle insanların gece gökyüzünde yıldızları görme fırsatını 20 yıl içinde kaybedebileceği uyarısında bulunuyor. İngiliz astronom Martin Rees, The Guardian ile yaptığı söyleşide, ışık kirliliğinin son birkaç yılda hızla kötüleştiğini söyledi. 2016 yılında astronomlar, Samanyolu’nun artık insanlığın üçte biri tarafından görülemediğini bildirmişti. Durumu sayılarla iyice somutlaştırırsak şu anda gece gökyüzünde 250 yıldızın görülebildiği bir yerde doğan çocuklar, 18 yaşına geldiklerinde sadece 100 yıldız görebilecek. Torunlarımızın yıldızların ne demek olduğunu ilk elden deneyimleyememesinin bir kayıp olacağını belirten Rees, “Bunu umursamanız için illa astronom olmanıza gerek yok. Ben bir ornitolog değilim ama bahçemde kuşlar ötmese kendimi eksik hissederdim” diye belirtiyor.
Japonya’nın özel uzay şirketi Ispace, Hakuto-R Mission 1 uzay aracını Ay’a indirerek bunu başaran ilk özel şirket olmak niyetindeydi. Bu gerçekleşseydi, gelecekte yaygın olacağı düşünülen uzay taşımacılığında Ispace bir adım öne geçecekti. Ancak uzay aracı geçen ay Ay’a inecekken birdenbire irtibat kesildi. Haftalar sonra NASA aracılığıyla aracın akıbetini öğrendik. Hakuto’dan geriye sadece kalıntıları kalmıştı. Yapılan soruşturmada uzay aracının başarısızlığının sebebinin yazılımdaki bir hata olduğu ortaya çıktı. İnişe rehberlik eden yazılım, Ay’ın yüzeyinde çevredeki araziden yaklaşık iki mil daha yüksek olan kraterin kenarından geçerken aracın irtifasını karıştırdı. Yazılım, sensörün arızalandığı sonucuna varınca da aslında doğru olan irtifa ölçümlerini reddetti. Sonuç olarak Hakuto yazılımın hesabına göre saatte yaklaşık 2 mil hızda yavaşlayarak inişini tamamlamıştı, ancak gerçek hesaplamalara hâlâ yüzeyden 3 mil yukarıdaydı. Yakıtı bittikten sonra araç, Ay yüzeyine saatte 200 milden fazla hızla çarparak yok oldu.
Çin son zamanlarda sadece dünya meselelerinde değil uzay alanında da ABD’yi yakalamaya çalışıyor. Tabii bu da ABD’nin uzay alanındaki çalışmalarına hız kazandırmasında itici bir etki yarattı. Çin, ABD, Hindistan ve Rusya kendi uydularını test etmek için fırlatma testleri gerçekleştiriyor. Ancak ABD’nin geçen yıl yasakladığı bu testler, daha sonra fırlatılacak uyduları riske sokacak kadar büyük enkaz yığınları oluşturuyor. ABD ordusunun uzay operasyonlarından sorumlu kolu Uzay Komutanlığı’ndan Tuğgeneral Jesse Morehouse, Rusya’nın saldırganlığı ve Çin’in yüzyılın ortasına kadar uzaya hakim kalma vizyonunun ABD’ye uzay savaşlarına hazırlanmaktan başka ‘seçenek bırakmadığını’ söyledi. Londra’daki ABD büyükelçiliğinde gazetecilere verdiği brifingde Morehouse, “ABD gerekirse bu gece uzayda savaşmaya hazır. Eğer birileri bizim ya da müttefiklerimizin çıkarını tehdit edecek olursa bu gece çıkar savaşırız” dedi. ABD’nin uydu karşıtı teknolojiler geliştirmeye devam edeceğini söyleyen Morehouse, bunu ‘sorumsuz testlere girişmeden’ yapacaklarını da sözlerine ekledi.
Bilim insanları tarihte ilk kez X-ışınları kullanarak bir atom taneciğini görüntüledi. Nature dergisinde yayımlanan çalışmaya göre, bu yöntem diğer tekniklere kıyasla kritik avantajlar sağlayabilir. Ohio Üniversitesi ve Argonne Ulusal Laboratuvarı’nda fizikçi Sai Wai Hla, atomların taramalı prob mikroskopları ile olağan bir şekilde görüntülenebileceğini ancak X-ışınları olmadan neden yapıldıklarının anlayamayacaklarını belirtti. Böylelikle artık atomların yapısını daha iyi görebileceğimizi söyleyen Hla, ayrıca atomun kimyasal durumu hakkında da daha detaylı bilgiler edinebileceğimizi aktardı.
252 milyon yıl önce Dünya’nın bilinen en büyük yok oluşu sırasında diğer türler birer birer kaybolurken kılıç dişli avcılar destansı bir yolculuğa çıktı. Bulunan yeni fosiller, bu canlı türünün yok olmadan önce son çare yeni bir yaşam alanı bulmak için 7 bin mil yol kat ettiğini gösteriyor. Current Biology dergisinde yayımlanan araştırma, Güney Afrika’da fillerin derisine benzer bir deriye sahip olduğu düşünülen kaplan büyüklüğündeki memeli canlı Inostrancevia’ya ait bir çift fosili ele aldı. Daha önce bu tür fosillerin Rusya’da bulunmuş olması, hayvanların daha yaşanabilir bir habitat arayışıyla süperkıta Pangea’ya göç ettiklerini düşündürüyor. Bunu düşünmelerine sebep olan nedenlerden biri fosillerin ‘Büyük Ölüm’ olarak bilinen kitlesel yok oluş dönemi geç Permiyen’e ait olması. Bu yok oluş sırasında her 10 türden 9’u öldü. Inostrancevia ise hemen pes etmeyerek kendilerine ‘açık kapı’ bırakacak bir yere göç etti. Ancak bu bile onları yok olmaktan kurtaramadı. Göçten kısa bir süre sonra bu canlıların da yok olması yaşamın olağanüstü değişkenliğini gözler önüne seriyor. Araştırmacılar, o zamanki kitlesel yok oluşunun, bugünkü koşullarla paralellik gösterdiği konusunda uyarıyor. Çalışmanın ortak yazarlarından Pia Viglietti, “Permo-Triyas kitlesel yok oluş olayı, iklim krizi ve yok oluşlarla ilgili neler yapabileceğimize dair en iyi örneklerden biri. Tek fark biz ne yapacağımızı ve yok oluşun önüne nasıl geçebileceğimizi biliyoruz” dedi.
Science dergisinde geçen cuma yayımlanan bir araştırma; kuraklığa, soğuğa ya da sıcağa maruz kalmış toprak organizmalarının bulunduğu topraklarda filizlenen fidanların yukarıda saydığımız zorlu koşullarla karşılaştıklarında hayatta kalma olasılıklarının daha yüksek olduğunu gösterdi. Devamında yapılan başka testler, organizmaların ağaçlarla olan koruyucu ilişkisinin ilk dikimden sonra da devam edebileceğini gözler önüne serdi. Aslında toprak organizmalarıyla ağaçlar arasındaki koruyucu ilişki daha önce de biliniyordu ancak bunun genç ağaçlar için ne kadar geçerli olduğu bilinmiyordu. Araştırmacılar bunu öğrenmek için Wisconsin ve Illinois’de sıcaklık ve yağmur miktarına göre farklılık gösteren 12 noktadan toprak topladı. Ekip daha sonra bu toprakları, aralarında ak meşe ve gümüş akçaağacın da bulunduğu 12 ağaç türünü dikmek için kullandı. Bu fidanlar biri sıcak diğeri soğuk olmak üzere iki saha alanına gönderilmeden önce iki ay boyunca bir serada büyütüldü. Soğuğa adapte olmuş organizmaların barındığı toprağa dikilen ağaçların kış soğuğuna daha iyi dayandığı gözlemlendi. Henüz hangi organizmaların ağaçlara daha çok yardımcı olduğu ise belirsiz. Yine de bu keşif, yeni dikilecek fidanlara daha çok hayatta kalma şansı tanıyabilir.
Ticari kaygı güden ‘editörlük hizmetleri’ ile ‘makale fabrikaları’ ile endişe verici oranda artan yanlış bilim yayınları, akademik yayıncılığın güvenilirliğini zora sokabilir. İntihale yeni bir kapı açan bu hizmetler, kariyerinde ilerlemek isteyen ancak bunun için yeterince çaba sarf etmek yerine illegal yollara başvuran ‘akademisyen’ler için yapay zekadan faydalanarak yalan yanlış makaleler üretiyor. Bunların fiyatları ABD’de 1000 ila 25 bin dolar arasında değişiyor. Bu çalışmaların kalitesi genelde düşük olsa da köklü dergilerde bile hakem değerlendirmesinden geçtikleri olabiliyor. Sahte yayınların nasıl tespit edilebileceğini öğrenmek için bilimsel makale yayımlayan yazarlara bir anket gönderildi. Alınan yanıtlarda üç gösterge ön plana çıktı: Yazarın kişisel mail adresini kullanması, uluslararası ortak yazarlık ve kurum bağlantısı. Bu göstergeler daha sonra 15 bin 120 yayından oluşan bir örneklem grubunu analiz etmekte kullanıldı. Analiz sırasında makalelerin yayın tarihi, dergi, atıf miktarı ve yazarın ülkesi gibi etmenler de dikkate alındı. Yöntemin doğruluğu, sahte olduğu bilinen 400 yayın ile sahte olmadığı varsayılan 400 yayından oluşan örneklemle teyit edildi. Sonuç olarak iki göstergeye yer verme hassasiyetinin yüzde 86, üç göstergeyi de kullananların yüzde 90 olduğu görüldü. Öte yandan çalışmada yanlış yayın oranının 2010’da yüzde 16’yken 2020’de yüzde 28’e yükseldiğini de tespit edildi.
ChatGPT’ye çok bel bağlıyoruz ama önümüze her zaman doğru cevaplar koyacağını düşünmek için henüz erken olduğu bir kez daha kanıtlandı. Roberto Mata adındaki bir adam, bir uçuş sırasında metal servis arabasının dizine çarpması sonucu yaralandığını iddia ederek, havayolu şirketi Avianca’ya dava açtı. Roberto’yu temsil eden avukat Steven Schwartz, mahkemeye sunduğu brifingde bir dizi davaya atıfta bulundu. Yalnız ufak bir sorun vardı. Ne havayolu şirketinin avukatı ne de yargıç, atıfta bulunulan davalarda alınan kararlara ilişkin bir şey bulamadı. Çünkü yapay zeka sohbet robotu ChatGPT her şeyi kendi uydurmuştu. Schwartz, 30 yıllık kariyeri boyunca ChatGPT’yi ilk kez kullandığını, dolayısıyla ‘içeriğinin yanlış olabileceği ihtimalini hiç düşünmediğini’ söyledi. Yargıca yaptığı savunmada da kaynaklarını ChatGPT’den doğrulayabileceğini belirtti. Schwartz pişman olduğunu söyledi, şimdi bir yaptırıma uğrayıp uğramaması konusunu tartışmak üzere bu ay bir duruşma düzenlenecek. Yapay zekanın öldüreceği ilk meslekler arasında avukatlık da aday gösteriliyor. Ancak bu örneğin de gösterdiği üzere ChatGPT’nin avukatlık diplomasını almak için biraz daha hukuk kitaplarıyla beslenmesi gerekiyor.
Yapay zekanın öncüleri, geliştirdikleri teknolojinin ağırlığı altında teker teker ezilmeye başladı. ‘Yapay zekanın babası’ Geoffrey Hinton’ın Google’dan istifasının ardından bu sefer de yapay zekanın bir diğer babası Yoshua Bengio, BBC’ye verdiği yeni bir röportajda, yapay zekanın bu kadar hızlı gelişeceğini tahmin etseydi, güvenliğe kullanışlılıktan daha fazla önem vereceğini söyledi. “Kendimi kaybolmuş hissettiğimi söyleyebilirim” diyen Bengio sözlerine, “Ama devam etmeli ve diğerlerini benimle hemfikir olmaya teşvik etmeliyim” şeklinde devam etti. Bengio’nun şimdilik en büyük endişelerinden biri yapay zekayı kötüye kullanabilecek ‘kötü aktörler’. Bu kötü aktörler asker, terörist, çok öfkeli biri ya da psikopatlar olabilir. Dolayısıyla Bengio, hükümetlerin yapay zekayla uğraşan şirketlere uçak, araba ve ilaç firmalarına nasıl davranıyorsa öyle davranması gerektiğini söyledi. Bengio bunun yanı sıra yapay zeka sistemleri üzerine çalışan kişilerin etik eğitimi almasının zorunlu tutulmasını da önerdi. Yapay zekanın üç babası var. Hinton ve Bengio endişelerini dile getirse de üçüncü ‘baba’ Yann LeCun söz konusu teknolojinin insanlığın varoluşu için tehdit yarattığına henüz ikna olmamış olacak ki konu hakkında ne bir açıklama yapıyor ne de sektörün öncüleri tarafından imzalanan açık mektuplara destek veriyor.
Haftaya yeniden görüşene kadar eleştiri, öneri ve sorularınızı [email protected]’ten gönderebilirsiniz.