‘Baby Reindeer’a bir övgü de Stephen King’den: İzlediğim en iyi şeylerden biri
'Black Mirror' yeni sezonuyla ekranlarda. Distopik evreniyle gerilim yaratmaya devam eden dizi, hem eleştirmenleri hem izleyicileri ikiye böldü. Altıncı sezon gelenekçileri mutsuz ederken yenilikçileri heyecanlandırmış görünüyor.
Hayranlarının dört senelik büyük bekleyişi sona erdi ve Charlie Brooker’ın bir televizyon efsanesine dönüşen Black Mirror serisinin altıncı sezonu Netflix’te yayınlandı. Dizinin yeni bölümleri seyirci tarafından karışık tepkilerle karşılandı. Kimisi sezondan memnun ayrılırken kimisi hiç beğenmediğini söyledi.
Beğenmeyen kampa yakından bakınca ana sıkıntılarının “öz” meselesi olduğunu görüyoruz. Bu kadar çok ilgi çeken ve kendi hayran kitlesini yaratan her büyük televizyon dizisi eninde sonunda “orijinal tadından” uzaklaşma suçlaması/tehlikesi ile karşılaşıyor. Kemik seyirci dizisinin tekrara düşmeden aynı tadı vermeye devam etmesini talep ediyor. Bu son derece anlaşılabilir ama uygulanması oldukça zor bir talep. Nitekim Black Mirror, 6. sezonunda seyircisinin bu talebini sadece iki bölümle tatmin edip diğer üç bölümde ise yeni şeyler denemeyi tercih ediyor.
Black Mirror’ın ana teması teknolojinin distopyaya dönüştüğü bir gelecek kurgusu olarak ortaya çıktı. Dolayısı ile diziyi bundan önceki sezonları üzerinden ele aldığımızda rahatlıkla “bilim kurgu” kategorisine koyabilirdik. Hızla gelişen ve nereye gittiği belli olmayan teknolojik ilerlemeler dünyasına adapte olmaya çalışan 21. Yüzyıl insanlarına teknolojinin bizi götürebileceği olası karanlık sokakları incelemek, irdelemek ve kurgulamak fikri oldukça ilgi çekici gelmişti. Black Mirror bize çoğu zaman yapay zekanın insan bilinciyle çok da dost olmadığı bir gelecek tasavvuru ortaya koydu ama ne ironiktir ki dizinin en çok sevilen ve ödül alan bölümü, insan bilincinin yapay bir cennette sonsuza kadar yaşabileceği bir “saadet” hikayesi anlatan, 4. sezonda yayınlanan San Junipero oldu.
Altıncı Sezonun, Black Mirror’ın özünü taşıyan iki bölümü var. Biri aynı zamanda bir Netflix taşlaması da olan ‘Joan İğrenç Biri / Joan is Awful2 diğeri de bir bilim kurgu drama olan ‘Denizin Ötesinde / Beyond the Sea’. ‘Joan İğrenç Biri’, Netflix olduğunu saklama gereğini duymayan (hatta gözümüze sokan) bir dijital platformun, üyelerinin kimliklerini çalarak onların gündelik yaşamlarını diziye dönüştürüp platformun malzemesi yapmasını anlatıyor. Hikayenin birkaç mesajı var; İlk olarak, özellikle konu teknoloji olduğunda, şartlar ve koşullar anlaşamasını imzalarken dikkatli olmamızı tavsiye ediyor, dizide kobay olarak kullanılan Netflix (Streamberry) kullanıcısı Joan, Netflix’in kullanım haklarını satın alırken, koşulları okumadan anladım diye tıklayıp imza attığında, hayatının hikaye olarak kullanılma haklarını da karşılıksız olarak platforma satmış. Joan’in oldukça sıradan günlük hayatını ünlü yıldız Selma Hayek canlandırıyor fakat Hayek, Joan’i bizzat kendisi oynamıyor, o da platforma kendi görselinin kullanım haklarını satmış ve bir Quantum bilgisayarı Deep Fake yöntemi ile Hayek’in imgesini kullanıyor.
Bölümün sonunda platformun yöneticisi bütün kullanıcılarının hayatını kişiselleştirilmiş bir diziye dönüştürmeyi planladıklarını anlatıyor. Kullanıcıların hayatlarını ise hiç yanlarından ayırmadıkları cep telefonları üzerinden izleyip kaydediyorlar.
Kullanıcının “harika” yönlerinin hepsi sahte bir şekilde zaten kendi sosyal medya platformlarında sergilendiği için yapımcılar izleyiciye gerçekten izlemek istedikleri şeyi vermeyi, kişilerin “berbat” yönlerini teşhir etmeyi tercih ediyorlar. ‘Joan is Awful’ kısa bir süre içinde bizi, çok katmanlı bir “teknolojinin tehlikeleri” bombardımanına tutuyor. Charlie Brooker sadık izleyicisine adeta “Benden ne istediğinizi biliyorum, hepsini tek bir bölüme koydum, siz bununla yetinin ben öbür bölümlerde yeni şeyler deneyeceğim.” diyor.
Aaron Paul ve Josh Hartnett’in başrollerinde oynadığı ‘Beyond the Sea’ yine bir insan/teknoloji dolanıklığı hikayesi anlatıyor. Alternatif bir zaman çizelgesinde, 1970’lerde yıllarca bir uzay gemisinde görev yapmak zorunda kalan iki astronot, robot avatarları sayesinde bilinçlerini dünyaya transfer edip uzayda oldukları halde aynı zamanda aileleri ile birlikte de paralel bir yaşam sürdürebilmektedir. Avatarlardan biri yok edilince iki adam tek bir avatarı paylaşmaya başlar ve tek bedeni paylaşan iki erkek arasında insani bir ego, kıskançlık, hakimiyet ve mülkiyet savaşı baş gösterir. Black Mirror, teknolojiyi araç olarak kullanıp insan hikayesi anlattığında çoğunlukla başarılı oluyor. Denizin Ötesinde de o başarılı hikayelerden biri.
Diğer üç bölüm genel olarak Black Mirror tarzından oldukça uzakta. Loch Henry karanlık bir polisiye, sezonun en zayıf halkası olan Mazey Day oldukça başarısız bir doğa üstü canavar hikayesi. Sezonun son bölümü olan Şeytan 79 ise son derece başarılı bir fantastik korku hikayesi. Bu hikaye Guillermo Del Toro’nun Tuhaflıklar Dolabına çok yakışır hatta dolabın gözdelerinden biri olabilirdi.
Black Mirror, bu son sezonunda zincirlerini kırmak istemiş. Teknoloji de distopya da futurizm de bir yere kadar ben yeni ufuklara doğru da yol alacağım demiş. Serinin özü için gelen seyirciye iki bölüm hediye edip diğer üç bölümle farklı türlerin seyircilerine göz kırpmış. Yeni sezon hakkında yapılan yorumların bu kadar karışık olmasını buna bağlıyorum. Gelenekçiler mutlu değil, yenilikçiler ise memnun görünüyor.